Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
gerek ideolojik cepheleşmenin geçerli olduğu dönemde, gerekse Soğuk Savaş sonrasında İslam’ın itici ve çekici etiketleriyle sahneye sürülen yapılar ABD’nin kontrolü altında faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Dinsizliğe karşı kutsal cephe üretme projesi içinde İslam; Vatikan, Dünya Kiliseler Birliği ve ABD desteği eşliğinde tampon kordonuna yerleştirilmiştir. Soğuk Savaş sonrasında radikal hareketler tasfiye edilmiş, ABD politikalarına uygun düşen ılımlı hareketler yine ABD tarafından desteklenerek hedef ülkelerin sistemlerine karşı kullanılan ABD etiketli kutsal aygıt haline getirilmişlerdir. Yeni Muhafazakârlığın İslam dünyasına ve özellikle Türkiye’ye yönelik birinci ayağı budur. Dönüştürme, ‘bombalayarak özgürleştirme’ yönteminden daha yumuşak uygulamalarla kendini gösteriyor. Türkiye’ye sunulan ‘köklerine dönme’ çelişkisinde muhafazakar kesimler kullanılmaya çalışılıyor. Türkiye, bu ‘kutuplaşma tuzağından’ çıkmanın yolunu bulmalı. dökülerek özgürleştirilmez. Değer içerikli politik kavramlar ve kutsal değerler üzerinden sürdürülen yeni muhafazakâr politikanın ikinci ayağı ise budur. Çünkü ABD devletinin ideologları ülkelerinin İncil’deki seçkin millet olduğunu ve dünyaya iyiyi empoze edecek imana muktedir olduklarını sıkça beyan etmektedirler. Beyaz Saray tarafından 20 Eylül 2002’de yayınlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi başlıklı resmi belgede Bush, söz konusu ilahi seçilmişliğin güncel tarifini şöyle yapıyor: İnsanlık bu gün düşmanlarını da özgür kılacak zaferi sağlayacak olan fırsatı avucunun içinde tutmaktadır. ABD kendisine bahşedilen bu önemli görevi yerine getirme sorumluluğundan gurur duymaktadır… İnsanlık onurunu, vicdan ve ibadet özgürlüğünü daha ileri götürmeye kararlıyız.(5) Bush yüce bir davadan ve bunu gerçekleştirmeden bahsetmektedir. Böyle bir kutsal görevi üstlendiğine inanan bir güç, toplumların ancak radikal biçimde dönüşeceklerine inanır ki, bunun dilimizdeki karşılığı savaştır. Öyleyse yeni muhafazakârları tanımlayan en iyi ifade: Kökten dincilerdir. Hıristiyanlık akidesinde Mesih’in ideal bir dünyada yeryüzüne geleceğine inanan mesiyanik gruplarla, Mesih’in yeryüzüne döndükten sonra yeryüzünde bin yıllık bir Hıristiyan hükümranlığının süreceğine inanan milenyumcu bazı grupların oluşturduğu sapkın mezhepler, yeryüzü cennetinin yaklaşmakta olduğunu ve bu cennete girmek için başvurulan her vasıtanın iyi olduğunu bildirmektedirler. Jim Carter’den bu yana Evanjelizm’in etkisi altına giren yöneticiler ve ekipleri bu inancı paylaşmakta, kehanet ve şifrelerin işaretiyle geleceği inşa etmek istediklerini açıkça ilan etmektedirler.(6) İşte yeni muhafazakâr politikanın üçüncü ve merkezi ayağı kökten dinci politikacı ve bürokratlardır. Yeni muhafazakâr politikanın dördüncü ayağını Türkiye örneğinde ortaya koymamız daha açıklayıcı olacaktır. Daha önce detaylarıyla sunduğumuz üzere CIA ajanı Graham Fuller, Türkiye’nin çelişkili iki vizyondan (Yani Osmanlı ve Cumhuriyet mirası) köklerine uygun düşen vizyonla (Osmanlı mirası) buluşarak kültürel mirastan kopuşu (Cumhuriyet mirası) C S TRATEJİ 9 gerçekleştirmiştir. Muhafazakâr demokrat olarak adlandırdığı siyasi hareketle, onun parçası olan ılımlı etiketli dini grupları Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin politik ve felsefi aktörleri olarak sunmaktadır. Elbette ki bu çıkarım Türkiye’nin hiçbir gerçeği ile bağdaşmıyor. Özel bir inşaya dönük olarak yapılan bu telkinler, ülkemizde İslamcı ve Laik kutuplaşmasının temellerini atmayı amaçlamaktadır. Yaşadığımız sıcak olaylar böyle bir ayrışmanın zeminini oluşturmaya yöneliktir. Muhafazakâr demokrat olarak tanımlanan kesim ise adeta söz konusu ayrışmaya malzeme taşımaktadır. Siyasi iktidarın Yargı’ya yönelik saldırıları ve AB komiserlerinin yargıya yönelik ağır ifadelerini desteklemesi bu açıdan okunmalıdır. ÜÇÜNCÜ BİNYIL MİSYONU Savaş ve işgal için ileri sürülen sebepler boş çıkınca, arkaplanda yatan esas nedenin ne olduğu gündeme geldi. Bunlardan birisi, yeni muhafazakâr politikanın asıl niyetinin bu bölgede Hıristiyanlığı hâkim kılmak olduğu ileri sürüldü. Papa II. Jean Paul’ün üçüncü bin yıl misyonu çerçevesinde söylediği "üçüncü bin yılda Ortadoğu ve Ortaasya Hıristiyanlaştırılacaktır" sözü buna gerekçe gösterildi. Ayrıca Bush, müdahalenin gerekçesini anlatırken Haçlı Seferi terimini kullanmış, her gün dua ettiğini belirtmiş ve bütün çalışma arkadaşlarını da her an dua etmeye çağırmıştı. İçeriden ve dışarıdan yükselen tepkiler karşısında Bush, her ne kadar bu sözü geri almış olsa da politik pratikler, bu coğrafyaya yönelik özel sebeplerin varlığını göstermektedir. Çünkü bu noktada düşünülmesi muhtemel diğer bir sebep petrol olabilir. "Kuşkusuz ABD çok büyük bir petrol tüketicisidir ve dünyadaki petrol rezervlerinin bir kısmını kontrol etme avantajına da sahiptir. Ancak bu petrole savaş yapmaktan zaten ulaşmaktadır."(4) Öyleyse meseleyi daha geniş çerçevede ve misyon faaliyetleri ekseninde değerlendirmek gerekir. Bush 26 Şubat 2003’te American Enterprise Institute’ de yaptığı konuşmada "başkalarına özgürlüğü götürmek ve kendi yurdunda güvenliği sağlamaktan" bahsetti. Özgürleşen Irak’ın bölgeyi değiştireceğini vurguladı. Bu ifadenin politik anlamı şudur: ABD, kendisine düşman gördüğü bütün ülkelere saldıracaktır. Öyleyse gerek Afganistan ve gerekse Irak’ın işgalinin gerçek gerekçesi terör değildir. Zaten bu coğrafya da bütün terör hareketleri ABD tarafından üretilmiş ve kullanılmıştır. Bunun en somut örneği PKK’dir. Şimdi yön değiştirerek yeni ivme kazanan ayrılıkçı Kürt hareketi Barzani’nin kontrolüne yine ABD tarafından verilmektedir. PKK’nin tasfiyesi başlığı altındaki gösterime dönük bütün hikâyelerin arkasında değişen ABD politikası yatmaktadır. Meseleye bu açıdan bakılırsa "halklara özgürlük götürmek" ifadesi ile devletlere karşı terör hareketlerini kullanma kıvraklığı arasındaki kaba çelişki ABD’nin kendi sistemini tahkim etmek için bir dönüştürme projesi peşinde olduğu, bu nedenle bölgesel güç olan devletlerin etrafını kendi misyonu ile buluşan din anlayışı ile çevrelemek istediği anlaşılır. TÜRKİYE’YE DAYATILAN Editörlüğünü M. Abramowitz’in yaptığı "Türkiye’nin Dönüşümü ve Amerikan Politikası" adlı çalışmada İslamcı adlandırdıkları siyasi ve fikri hareketleri kutsayıp destekleyerek, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesini ise miadını dolduran ve geçerliliğini yitiren bir sistem takdim ederek anılan kutuplaşmayı oluşturmak için çok önceden başladıklarını gösteren birçok veri yer almaktadır. Heath W. Lowry "Ne O Ne Bu: Yirmibirinci Yüzyılın Başında Türkiye’nin Siyasi Yapısı" makalesinde şu öngörüde bulunuyor: "Eğer Türk liderler, Laiklerle İslamcılar arasındaki farkın çok büyük olduğu görüşünden vazgeçerlerse, İslam’dan kaynaklandığını düşündükleri tehlikenin bir kısmı yok olup gidebilir. Eğer bu görüş değişikliği gerçekleşmezse –ordunun mevcut pozisyonu göz önüne alınırsa, muhtemelen gerçekleşmeyecektir aradaki fark açılacak ve bu da, özellikle de ekonomik durum kötüleşirse, Türk toplumunu çok korkulan bölünmeye doğru götürecektir.(7) Bu milletin dini ile siyasi geleneğini uzlaşmaz ve birbirinin alternatifi olarak koymak, bu yapay ve dış destekli ayrışmayı körüklemek için dış yönlendirmelere açık hale getirilmiş İslâm anlayışını demokrasinin teminatı olarak göstermek, böyle bir yapay ayrışmanın sorumlusu olarak da Türk Ordusu’nu göstermek iyi niyetle açıklanması mümkün olmayan bir çarpıtmadır. Eğitimden güvenliğe, medyadan şirketlere kadar her alanda belirleyici durumda olan muhafazakâr kesimin bu oyunun içinde malzeme olarak kullanılması ise ülkemiz açısından büyük bir talihsizliktir. ABD ve AB eksenli telkinler, Türkiye Cumhuriyeti’ni giderek batı eksenli mesiyanik ve politik hedeflere uyum gösteren, dayandığı siyasi ve kültürel değerleri kaybeden ülke haline getirmektedir. Yapılması gereken şey siyasetçisi ve aydınıyla inşa edilmek istenen bu kutuplaşma tuzağını aşmaya yönelik rasyonel, uygulanabilir stratejiler geliştirmek ve uygulamaya sokmaktır. Dipnotlar: 1 James Petras (2006:12) Küreselleşme ve İmparatorluk, (Çev: S. Özen) İst: Kalkedon Yay. 2 J. Petras (2006: 20) 3 Tzvetan Todorov (2005:15) Yeni Dünya Düzensizliği, (Çev: Ö. Faruk Turan) İst: Babıali Kültür Yay. 4 T. Todorov (2005: 21) 5 T. Todorov (2006: 30) 6 Bkz: Nadim Macit (2008) İmparatorluk Politikalarında Teostratejiler ve Türkiye, Ankara: Fark Yay. 7 Heath W. Lowry (2001: 55) "Ne O Ne Bu: Yirmibirinci Yüzyılın Başında Türkiye’nin Siyasi Yapısı", Türkiye’nin Dönüşümü ve Amerikan Politikası, (Çev: F. Çakır) Ankara: Liberte Yay. ÖZGÜRLÜK POLİTİKASI Özgürlük projesi, gerçekten ABD’nin dış politikası olabilir mi? Bu soruya olumlu cevap vermek oldukça zor. Çünkü ABD, Latin Amerika’daki askeri diktatörlüklerle çok uzun içli dışlı yaşamış, hatta onların yerleşmesine yardımcı olmuştur. Keza Ortadoğu’da her zaman krallıklarla, kabilelerle birlikte olmuş ve demokratik kültürün gelişmesine hiçbir katkı sağlamamıştır. Bu gösteriyor ki özgürlük politikası başka bir amaca yöneliktir. ABD için önemli olan kendi ulusal çıkarıdır. Başka türlü düşünülemez, zira hiçbir millet tepesinden bomba Fuller