02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

medyanın önemli oranda yabancıların denetimine girmesi ile bütün demokratik operasyonlara açık durumdadır. Geçmişte on yıllık periyotlarla, darbelerle sağlanabilen yönetim değişiklikleri; doksanlı, iki binli yıllarda sürekli demokratik değişim sürecine doğru yol almıştır. Ekonomik cenderede sıkışan kitleler; seçim yapma, seçme işlevi yerine, sandığı bir intikam aracı olarak kullanmaktadır. Bu nedenle de her seçim birbirine ters mesajlar içeren siyasi oluşumları şu ya da bu şekilde iktidara taşımaktadır. Kuşkusuz; medyanın seçmen kitlelerini tepkisel olarak yönlendirmesi sonrası, oluşan psikolojik havayla kimin seçilmesi gerektiği küçük bir kıvılcımla işaret edilmektedir. Bu kıvılcım yeterlidir. Kısaca, ülkemizin içinde bulunduğu durum, uluslararası yansımanın desteğinde, "yönetsel demokratik değişim" sürecine uygunluk sunmaktadır. Dış güçlerce tam teslim alıncaya değin yönetimlerin değişimi denenecek; öte yandan bu gerçeğin kavrandığı ölçüde kitlesel, karşı tepkiler gelişecektir. Bunun örneklerine eski Doğu Bloku ülkelerinde kısa zamanda rastlanmıştır. Boyalı devrim liderlerinin boyaları kısa zamanda dökülmüş, halk yeni arayışlara yönelmiş; hatta eski siyasal parti ve liderler lehine dönüşler yaşanmıştır. Yönetsel değişim süreci toplumlar üzerinde denetim, "oluşturma ve kalıcı duruma getirme" sürecidir.. Toplumların kendi zararına; varlığına karşıt çözümleri kendi çözüm önerileri gibi sakin ve uysalca benimser bir dönüşüme uğraması yönetsel denetim ve oluşturma sürecinin tamamlandığının göstergesidir. Yalın bir örnekle düşünceyi somutlaştıralım: Kıbrıs, Irak’ın kuzeyi, PKK, özelleştirme uygulamalarının dışa kaynak aktarımına dönüşmesi, Ermeni Soykırım tezi gibi konularda yaklaştığımız ve ulaştığımız çözüm önerileri dönüşüm sürecinde hayli yol aldığımızın kanıtları olsa gerek. Devletten, siyasete, işadamlarından, aydınlardan; işinde gücünde en yalın yurttaşa değin dün ne diyorduk, bu gün ne diyoruz? Bu gerçeğin testi niteliğindedir. C S Akayev TRATEJİ Saddam Hüseyin 17 ekonomik, demokratik açılımlarla, ülkenin birliği daha da pekiştirilebilecekti. Sadam’ın Kürt toplumu ve Şii toplumu üzerinde açtığı yaraların, travmaların önemli bir kısmı gerçekleşmemiş olacak; o güne değin sürdürülen ayrımcı politikaların izleri silinebilecek, açılan yaralar onarılabilecek, Sünnilere karşı biriken Kürt ve Şii nefreti ortadan kaldırılabilecek, tüm kategorilerin yönetimde oransal temsiline olanak veren yeni bir yapı kurulabilecek, kardeşlik ve barış ortamı sağlanacak güçlü, bütüncül bir Irak perspektifi ortaya çıkabilecekti. Yeni dönemde ise yönetsel yapıda sergilenen oyunlar nedeniyle büyük çoğunluğu Şii nüfustan oluşan Irak’ta yüzde 8’lik Kürt nüfusun yönetimde en etkin görevleri elinde tutmasına; kuzeyde petrol kentleri ve rezervlerini denetleme isteğine karşı kaynakların Irak halkının ortak malı olduğu itirazında bulunacak Şii toplumu ve Kürtler arasında çatışmalar tırmanacaktır. Kürt toplumunun ABD ile ilişkileri ölçüsünde ezilmesine bir süre sessiz kalınacaktır. Görece başarı elde ederek devlete ve kaynaklara egemen olma görüntüsü veren Şii toplumu üzerine kendini devletin egemen gücü olarak gören Sünni toplumu silahlandırılarak yürütülecektir. Çatışma alanı İran’ın ve diğer Sünni devletlerin devreye girmesiyle daha da genişleyecektir. Coğrafik şiddet yayılarak tırmanacaktır. ABD tüm etnik ve dinsel kategoriler ve devletler arası çatışmaların başlatıcısı değil; her sorunda başvurulması gerekli arabulucu güç olarak genel kabul görecektir. Senaryo budur. Emperyalist ilerleyişin Son aşaması ise Irak’ta uygulanıyor: İşgal… İlk körfez harekatından sonra 12 yıl boyunca bir test alanı olarak kullanılan Irak ikinci harekatla işgal edildi. Irak’taki parçalanma deneyimleri şimdi bu ülkenin komşuları üzerinde denenmeye çalışılıyor. tepki olarak algılandı. BM kararları devreye sokuldu; alınan kararla bütün batılı ülkeler ve komşuları Irak’a karşı cephe alarak ambargo uygulamaya başladılar. İlk eylemsel tepki Türkiye’den geldi. KerkükYumurtalık petrol boru hattında akış durduruldu. Başta ABD, İngiltere ve Fransa’dan oluşan batılı ittifak orduları, BM kararına dayanarak 1991 yılı Ocak ayında Irak’a savaş açtılar. Irak’a komşu ülkelerin topraklarında üstlenen ittifak orduları kısa zamanda kara harekatıyla Bağdat önlerine değin gelerek Bağdat’a girmeden savaşı sona erdirdiler. Dünya kamuoyu ve komşu ülkelerde emperyalizmin güdümündeki basınyayın tarafından Irak’ın askeri ve teknolojik gücü sürekli abartıldığı için ölçüsüz bir güç kullanımına başvuruldu. Abartılan uzun menzilli silahlar ve Saddam’ın seçkin askerleri nedeniyle yıkımın, sivil ölümlerin büyük olmasına bütün dünya sessiz kaldı. Askerler dışında on binlerce masum yaşlı, kadın, çocuk ölümleri yaşandı. Yüz binlerce insan yaralı ve sakat kaldı. Hedef gözetilmeden, havadan ve denizden yapılan ağır bombardımanlar, karadan yapılan saldırılarda Irak halkının verdiği sivil can kayıplarını gözlerden uzak tutmak amacıyla sürekli sözü edilen, Saddam’ın seçkin askerleri ya hiç yoktu yada dağılmıştı. Üstelik bu savaşta arkasında BM karaları vardı. Türkiye’nin her türlü desteği vardı. Tüm Arap ülkeleri Saddam yönetiminden dertliydi, değiştirilmesine destek veriyorlardı. İran ve Suriye Saddam’ın uyguladığı politikalar nedeniyle suskun kalmışlar, iktidardan düşürülmesine örtülü destek veriyorlardı. ABD Ordusu, Bağdat kapılarına gelince aniden savaş durduruldu ve sessizce geri çekildi. Peki, ABD bütün dünyanın ve bölge ülkelerinin desteği arkasındayken neden ilk saldırısında Saddam yönetiminin devrilmesi yoluna gitmedi? 12 yıl sonra daha elverişsiz koşullarda, uluslararası destekten yoksun olduğu dönemde dünya kamuoyunu karşısına alarak işgale girişti ve Bağdat yönetimini devirdi? Bu sorunun yanıtı oldukça önemlidir. Bu soru, Ortadoğu karinesinin kilidi; yanıtı ise anahtar önemdedir. O dönemde Irak’ta yapılacak yönetsel değişim yalnızca kişilerin değişmesiyle sınırlı kalacaktı. Irak’ın bütünlüğü korunacaktı. Irak’ın dağıtılması; parçalanması için hazır bir plan yoktu. Ülkesel ve bölgesel koşullar el verişli değildi. Olası ki, Irak’ta GÜÇSÜZLEŞTİRME SÜRECİ İşgal sürecine gelinceye değin Irak, uzun yıllar güçsüzleştirilme sürecine hazırlandı. Hazırlık döneminde Irak, ekonomik ambargo ve abluka altına alınarak iç huzursuzluk her geçen gün daha da derinleştirildi. Sürecin başlangıcında emperyalizmin desteğinde; İslam Devrimi gerçekleştirerek, ABD yandaşı Şah Rıza Pehlevi Hanedanlığını sürgüne gönderen İran’a saldırıldı. Sekiz yıl süren savaşta istenilen başarı sağlanamadı. 1988 yılında savaş sona erdi. Irak Ordusu ve halkı perişan oldu. Şii toplumu ve Irak’ın kuzeyindeki Kürtler eş zamanlı olarak savaş koşullarından yararlanarak Bağdat yönetimine cephe aldılar. Ülke çözülme, ayrışma, yoksulluk ve açlık tehdidi ile karşı karşıya kaldı. Savaş süresince, kendi harcadığı kaynaklarına ek olarak yüz milyar doların üzerinde, önemli oranda borçlandırıldı. Borç aldığı ülkeler tarafından sıkıştırılmaya başlandı. Öte yandan diğer körfez ülkeleri ve Kuveyt, batılı ülkelere daha ucuz petrol aktarmak üzere üretimlerini hızla artırmaya başladılar. Petrol fiyatları da inişe başladı. Ekonomik yapı felç oldu. Baas yönetimi 1990 yılı Ağustos ayında, büyük petrol rezervine sahip komşusu Kuveyt’i işgal etti. İşgal öncesi, Irak yönetimi ABD yetkililerinden "komşu ülkelerle aranızdaki anlaşmazlıklar bizi ilgilendirmez" güvencesini almıştı. Gösterilen sert tepki dünya kamuoyuna karşı yapılması gereken usulden bir DAYATILAN STRATEJİ İslam toplumlarına karşı hazırlanan ana planın uygulanmasına ilişkin iki strateji sunulmaktadır. Birincisi diyalog yoluyla kulluğu gönüllü kabul etmeleri. Teslim olanlar için sorun yoktur. İkincisi direniş içindeki ülkeleri çoklu dönüşüm stratejileri ile dize getirmek. Kısaca sırasıyla Turuncu Devrim, Kadife Devrim, Darbe bu da olmazsa işgal sürecine uzanarak tüm toplumsal değişim modellerini kullanarak teslim almak.. Direnmek ve teslim olmak arasında kararı verecek olan seçtiği/seçeceği yöneticileri aracılığıyla ülkelerin halklarıdır. 1991’den, 2003 yılına değin ayakta tutulan Saddam yönetimi ABD’nin BOP planının hazırlık aşamasının bir parçasıydı. Irak tam 12 yıllık bir laboratuar olarak kullanıldı. Günümüzde bu laboratuar deneylerinin sonuçları ülkemize aktarılarak test edilmek istenmektedir. Ortadoğu’da tarihi hedef Türkiye’dir. Anadolu halkını tutsak etmeden, bütün Ortadoğu işgal edilse bile; emperyalizm kendisini güvende saymayacaktır. Sürekli güdülü yönetimlerle antiemperyalist Anadolu refleksinin denetim altında tutulması olanaksızdır. Bir gün "bir avuç maceraperest" yeniden tarih sahnesine çıkar; tüm işbirlikçilere karşın emperyalizmi Trakya’dan Çin Seddi’ne değin yeniden parçalayıp dağıtabilir. Ortadoğu bir satranç tahtası ise, ki öyle, Türkiye bu bölgenin şahıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle