17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

22 H. Miray VURMAY TUSAM Ortadoğu Araştırmaları Masası [email protected] İran ile Suriye, ortak paydadan ortak cepheye… C S TRATEJİ kimlikler yerine, Arap milliyetçiliği temelinde şekillenen "kişileştirilmiş egemenlik sistemi"ne sahip olan Suriye’de işte bu nedenle din ve mezhep çoğu zaman gölgede kalmıştır. Velhasıl, Şam ve Tahran aşkının sebeplerinden biri sanıldığı ya da gösterildiği gibi "Şiilik" değildir. Peki, o halde Şam ve Tahran’ı bu kadar yakınlaştıran mezhep, din ya da ideoloji değilse ne diye sorulabilir elbette. Bunun yanıtını vermek hiç de zor değil. İki ülkenin son 25 yılına bakmak bu sorunun yanıtını bulmak için yeterli. Her şeyden önce bu süre zarfında Suriye dış politikasının seyrine baktığımızda tamamen konjonkturel bir politika izlediğini görüyoruz. Daha açık bir ifade ile dostlarını ve düşmanlarını "zamana" ve "mekana" göre seçen, oldukça pragmatist bir dış politika anlayışına sahip olan Suriye’nin daha ziyade ideolojik zeminde bir dış politika izleyen İran’ın 25 yıllık süreçte hep bir ortak paydada buluştuklarını görüyoruz. Bu ortak paydalar genel itibari ile ortak düşmanlarortak dostlar şeklinde çıkıyor karşımıza. Mesela Irak; 8 yıl süren İranIrak Savaşı sırasında İran’ı çok sevdiğinden değil Irak’ı/Saddam’ı hiç sevmediğinden dolayı İran’a destek olan Suriye ile aynı şekilde Lübnan’daki varlığını güçlendirmek için de Hizbullah ile sıkı ilişkiler kurmak durumundaydı. Hizbullah’ın ardındaki gölgeye baktığımızda karşımıza çıkan isim ise şüphesiz ki İran. Hemen parçaları birleştirelim; Şam ve Tahran arasında 25 yılı aşkınca bir süredir devam eden derin bir ittifak var. Bu ittifakın temelinde ortak çıkarlar yatıyor. İranIrak Savaşı’ndan günümüze kadar Irak’ta; kurulduğundan bu yana Hizbullah ile Lübnan’da ve eklemeden olmaz, PKK ile 80’lerden 2000’lere kadar Türkiye’de ortak çıkarlar doğrultusunda zaman zaman ortak, zaman zaman ise paralel politikalar izleyen ikili, bugün ise söz konusu ittifaklarının zirvesindeler denilebilir. Hatta öyle ki yazının başından bu yana mecazi olarak dillendirildiği üzere Şam ve Tahran arasındaki ilişkiler öyle yoğunlaştı ki ilişkiyi "aşk" olarak tanımlamak mümkün hale geldi… eyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Tahir ile Zühre… Akıllara kazınmış bu efsanevi aşklara ve isimleri bilinmeyen sayısız aşk hikâyesine mekân olmuş olan Ortadoğu, bu günlerde zikredilen isimler kadar olmasa da efsane olmaya aday, yeni bir aşk hikâyesine sahne oluyor: Şam ile Tahran! Tüm dünyanın özellikle de ABD ve İsrail’in hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan izlediği bu aşk hikâyesinin tarafları Şam ile Tahran arasındaki yakınlaşma uzunca bir süredir gözlerden kaçmıyordu. Her fırsatta birbirlerine olan duygularını dışa vurmaktan çekinmeyen ikili, son 4 yıldır isimi konulmamış bir aşk hikâyesinin öznesi durumundalar. Takvimler Şubat ayının 17’sini gösterdiğinde ise Şam ile Tahran aşklarını kameralar önünde tüm dünyaya ilan ettiler. Ettiler etmesine ama hemen hemen her aşk hikâyesinde olduğu gibi Şam ile Tahran hikâyesinde de ilişkiye onay vermeyen, hatta bu aşka şiddetle karşı çıkanlar var. Bu ilişkiye karşı çıkan isimlerin başında da tahmin edileceği üzere Washington ve Tel Aviv "kardeşler" geliyor. Hatta Washington ve Tel Aviv bu aşka karşı çıkmakla kalmıyor Irak’taki direnişe destek veren, "terörist" Hamas’a ev sahipliği yapan, "en terörist" Hizbullah’a arka çıkan Suriye ile Irak’ta Şiileri ABD’ye karşı kışkırtan, Lübnan’da yine Şiileri özellikle de Hizbullah ve Emel’i her açıdan destekleyen, İsrail’in var olma hakkını tanımayan dahası haritadan silmekle tehdit eden ve tüm bunların ötesinde, her şeye rağmen büyük bir inatla nükleer sıfatını güçlendirmeye çalışan İran’ın arasındaki ilan edilmiş ilişkiyi "şeytani bir aşk" olarak görüyor. Karşı taraf yani çifte kumrular Şam ve Tahran tüm bunlara rağmen, meydan okurcasına ilişkilerini "ele güne karşı" doyasıya yaşıyorlar. L ABD’ye karşı çıkar ittifakı Suriye ve İran’ın Lübnan’dan, Filistin’e ve Irak’a kadar birçok bölgede çıkarları çakışıyor. Bu ortaklık, Ortadoğu’ya cepheleşme olarak da yansıyor. gönüller bir olsun öyle değil mi? Nitekim burada da Şam ile Tahran’ın mantıkları da çıkarları da ve dolayısıyla gönülleri de bir… Ama Ortadoğu’da görmeye alışkın olduğumuz şekilde ŞamTahran ilişkisinde de doğru bilinen yanlışlar var. Her şeyden önce ikilinin adı son dönemde "Şii Ekseni" ya da "Şii Bloğu" kalıplarının içerisinde geçiyor ama Şiiliği siyasi bir kimlik haline getirip bir ideoloji olarak kullanan İran’ın, söz konusu eksenin/bloğun/ittifakın liderliğine soyunmasına karşın Suriye hiçbir zaman Şiiliği bir ideoloji olarak benimsememiştir. Kaldı ki Suriye’de ne yönetim ne de halk "Şii" değildir. Suriye’de 30 yılı aşkın bir süredir iktidarı elinden bulunduran Baas Partisi’nin ve dolayısıyla ülkenin söz sahibi olan azınlıktaki Nusayrileri/Arap Alevileri her ne kadar Şii olarak nitelendirilseler de teolojik olarak Şii sayılamazlar. Nusayri inancında Hz. Ali kültünün baskın olduğu doğrudur ancak Nusayriler, İran, Irak ve Lübnan Şiiliğinden oldukça farklı bir inanç sistemine sahiptirler. Örneğin İran’da, Irak’ta, Lübnan’da her yerde Ayetullah Humeyni’nin fotoğraflarını, dev posterlerini görmek mümkün iken Suriye’de tek bir kare bile Humeyni fotoğrafına rastlamak zordur. Suriye, özellikle Hafız Esad döneminden bu yana koşullar gereği görece laik bir sistem kurmuş olduğundan dine ya da mezhebe dayalı ideolojilerden uzak durmayı yeğledi. Ortadoğu’daki alışılagelmiş dine ya da mezhebe dayalı siyasi MANTIK AŞKI Aslına bakılırsa Şam ile Tahran arasındaki aşk duygulardan ziyade mantığın ön planda olduğu bir aşk. Haydi, biraz daha açık konuşalım düpedüz bir çıkar aşkı bu! Ama olsun ne demişler yeter ki Esad, tören kıtasını denetliyor... KILIÇLAR BİLENİYOR Şam ve Tahran arasındaki bu yakınlaşma, verilen ortak demeçler, yapılan karşılıklı ziyaretler, imzalanan askeri ve ticari anlaşmalar ve nihayetinde oluşturulan de facto "ortak cephe"nin resmen ilan edilmesi bu aşka şiddetle karşı çıkan Washington ve Tel Aviv’i giderek daha çok huzursuz ediyor. Nükleer çalışmalarından, uranyum zenginleştirme faaliyetlerinden, İsrail’i tehdit etmekten vazgeçmeyen, Irak’taki görünmez elini çekmemekte ısrar eden İran’ın, yanına kendisi kadar olmasa da diğer bir "sakıncalı/sabıkalı" ülkeyi, Suriye’yi alması ve her iki ülkenin de güçlerini birleştirip, üstüne üstlük İsrail’in kanlısı Hizbullah’ı da aralarına katıp ABD ve İsrail’e deyim yerindeysemeydan okuması ikiliyi harekete geçirdi. ABD Soğuk Savaş’tan yadigâr kalan bir yöntemle, İran’ı ve dolayısıyla Suriye’yi çevrelemek için "kapı kapı dolaşmaya" başladı. ABD ve tabii ki İsrail, dünyada, özellikle de bölgede İran ve Suriye’nin köşeye sıkıştırılmasından memnuniyet duyacak/duyması muhtemel her kim varsa kapısını çalmaya başladı. Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde zaten elinde "nükleer kozu" bulunan ABD, çevreleme için gerekli aşamaları hızlandırmak ve son aşamada İran’ı pes ettirmek, o da olmazsa İran’a bir şekilde operasyon düzenlemek için fırsat kollamaya, bahane yaratmaya çalışıyor. Nitekim ABD’nin, haftalar boyunca "Muktada Es’Sadr İran’a kaçtı" iddiasının doğruluğunda ısrar etmesini, "bahane yaratma çabası"ndan daha iyi açıklayacak bir tanımlama yok… Tüm bunlar bizlere ABD’nin İran konusunda kafasının ne kadar
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle