17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 Anar SOMUNCUOĞLU TUSAM RusyaUkrayna Araştırmaları Masası [email protected] Enerji ve iletim hatlarındaki mücadele sürüyor… C S TRATEJİ tesadüf mü bilinmez, ama "turuncu devrimle" birlikte kıta Avrupa’nın büyük ülkeleri ve Rusya arasındaki yakınlaşma (ki ABD bundan uzun süredir rahatsızdı) da büyük bir darbe aldı. nceki yazımızda uzun süredir AB’nin komşusu durumunda olan Ukrayna ile Belarus (Beyaz Rusya) ve son genişlemeyle bu statüye kavuşan Moldova gibi ülkeler konusunda son dönemde AB’nin açılım yapma şansını yakaladığına değinmiştik. Bir taraftan AB, Komşuluk Politikası çerçevesinde "yumuşak gücünü" kullanarak bu ülkelerdeki nüfuzunu geliştiriyor. Diğer taraftan bu ülkeler de kendi gelişmeleri ve güvenlikleri açısından Avrupa ile iyi ilişkilere muhtaçlar. Rusya’ya sıkı sıkıya bağlı olan Belarus birkaç aydır Avrupa yönünde açılım yapma yollarını yoklarken, Moldova ve Ukrayna da Avrupa ile bütünleşme hedefini bir devlet politikası haline getiriyorlar. AB’ye üyelik koşullarını karşılayamadıkları halde Güney Kıbrıs’ın, birçok Doğu Avrupa ülkesinin ve en son Bulgaristan ve Romanya gibi ülkelerin alelacele bir şekilde birliğe alınmasının da, Komşuluk Politikası’nın uygulanmaya konmasının da esas olarak AB’nin jeopolitik amaçlarına hizmet ettiği söylenebilir. Bu amaçlar Avrupa güvenliğinin sağlanması ile ilgili kaygılarla sınırlı değildir. Aynı zamanda bu, daha ziyade bir ekonomik güç olan AB’nin Akdeniz ve Karadeniz’de önemli bir güç haline gelme çabası içerisine girdiğini de gösteriyor. Gücün askeri bileşiminin eksik olan bir AB’nin "yakın yurtdışı" ile sınırlı kalmayarak, Hazar bölgesinde ve hatta onun doğu kısmı olan Türkistan’da (Orta Asya) da aktifleşmesinde geç kalmama dürtüsünün öne çıktığı gözleniyor. AB’nin jeopolitik amaçlar peşinde koşmaya başlamasının katalizörü, Avrasya coğrafyasında ABD tarafından yeni paylaşım kavgasının hızlandırılmasıdır. AB’nin jeopolitik amaçları içerisinde, meşrulaştırılması kolay olan alternatif enerji arayışı basında özellikle öne çıkarılmış durumda. Üstelik bu enerji arayışının da sadece görünen nedeni, yani RusyaUkrayna ve RusyaBelarus enerji anlaşmazlıkları öne çıkarılıyor. Hâlbuki daha dikkatli bakınca, bu anlaşmazlıkların da başka nedenlerin sonucu olduğu görülebilir. Bu nedenlerin Sovyet alanında ABD ve Rusya arasında sürüp giden nüfuz mücadelesiyle yakından ilgili olduğu açıktır. 11 Eylül saldırılarından sonra bu mücadelenin kızışması, AB’nin, daha önce belirlediği, ancak uygulama fırsatını ve kararlılığını bulamadığı jeopolitik amaçlar peşinde koşmasını hızlandırdı. Avrasya’nın enerji kaynaklarına güvenli ulaşım da stratejik amaçlardan birisidir. Avrupa Komisyonu, 11 Eylülden önce ve RusyaUkrayna enerji krizinden çok önce de, Hazar havzası kaynaklarının AB için stratejik önemde olduğu düşüncesindeydi.(1) Ancak iç bütünleşmeyi tamamlamamış bir AB bu kaynaklara doğrudan ulaşmak için yapılan çalışmaları ağırdan alıyordu. Bunun gibi AB, kendi sınırlarına yakın olan eski Sovyet ülkelerinde nüfuzunu artırmak için yapılan çalışmaları uzun süredir Rusya ile cepheleşmekten kaçınarak gerçekleştirmeye çalışıyordu. Ne var ki ABD’deki Bush Ö AB’den Avrasya’ya ‘yumuşak’ yaklaşım ‘YUMUŞAK GÜÇ’ ABD’nin eski Sovyet coğrafyasında mücadeleyi hızlandırması, AB’nin güvenliğini sağlama arayışlarına ivme kazandırmasına neden oldu. AB eski doğu bloku üyelerini kapsarken, komşularını ‘yumuşak gücü’yle etkilemeye çalışıyor. yönetiminin bu kadar bekleyecek vakti yoktu ve Ukrayna’da patlak veren "turuncu devrim" sırasında AB seçimini yapmak durumunda kaldı. Bu seçim sonucunda ABD’nin arkasından AB de eski Sovyet alanında Rusya’nın açık rakibi haline geldi. Üstelik Schröder ve Putin... AB’nin güvenlik yaklaşımı, kendi etrafında liberal demokratik devletlerden oluşan bir güvenlik kordonunun oluşmasına dayanır. Bunlardan 16 tanesi Komşuluk Politikası tarafından kapsandı: İsrail, Ürdün, Fas, Tunus, Filistin, Mısır, Cezayir, Lübnan, Suriye, Libya, Moldova, Ukrayna, Belarus, Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan. Bu devletlerin liberal demokratik yapılara ulaşılmasındaki amaç ülkelerin iç istikrarı ve buna bağlantılı olarak bölgesel istikrar olarak belirlendiyse de, ABD’nin demokrasi çalışmaları sonucunda bu ülkelerin bazılarında durumun istikrarsızlaştığı gözlenmiştir. Özellikle Rusya’yla olan bağlantılarından dolayı son derece önemli jeopolitik öneme sahip olan Ukrayna’daki "turuncu devrim" sonucunda ülkede uzatılmış bir siyasi kriz ortamı hakimdir. Turuncu koalisyonun parçalanmasından sonra "devrim" öncesi başbakanı Viktor Yanukoviç’in tekrar başbakanlık koltuğuna oturması, Ukrayna’nın NATO macerasının önünde önemli bir engel oluşturdu. Ancak basmakalıp olarak Rus yanlısı olarak tanımlanan yeni hükümet, AB seçeneğinin Ukrayna’nın stratejik tercihi olduğunu yineledi. Üstelik ismi belirtilmeyen bir AB diplomatına göre, Batı yanlısı olarak tanımlanan "turuncu" siyasilerin AB konusundaki ısrarcı tutumu AB açısından hiç de hoş karşılanan bir durum değildi.(2) Buna karşılık Rusya’yla ilişkileri geliştirerek denge politikasından yana olan Yanukoviç yanlılarının tutumunun AB ve Ukrayna arasındaki somut projelerin başarısı açısından daha verimli olduğu düşünülüyor. (Almanya gibi AB ülkelerinin bakışını özetleyen bu yaklaşım, başta Polonya olmak üzere bazı "yeni Avrupa" ülkelerinin şiddetli muhalefetiyle karşılaşıyor.) Nitekim 8 Mart’ta Ukrayna ekonomisini AB normlarına uygun hale getirecek yeni düzenlemelerin görüşülmesi bekleniyor. Ukrayna ve Türkiye’nin AB iddiaları konusunda zaman zaman karşılaştırmalar yapılsa da, iki ülke için AB’nin oynadığı ve oynayabileceği rol çok farklıdır. İki ülkenin de AB’ye üyelik iddiaları hayal gibi görünmekte ve iki ülkede de elitlerin önemli bir kısmı AB’yi her şeyden önce Batılılaşmanın bir aracı olarak görüyor. Ne var ki AB’nin iki ülkeye olan bakışları o kadar farklı ki, Türkiye örneğini Ukrayna açısından tamamen geçersiz kılıyor. Baltık ülkelerinin adaylık süreçleri de göz önünde bulundurulduğu zaman, Rusya’nın batı sınırlarındaki eski Sovyet ülkeleriyle ilgili olarak AB, söz konusu ülkelerin istikrarlarına vurgu yapıyor. Bu iç istikrar ise Türkiye örneğinde olduğu gibi, ülkenin etnik ve dini azınlık haklarının tanınmasına değil, tam tersine azınlıkların entegrasyonuna dayandırılıyor. Böylece Türkiye ile ilgili AB belgelerinde sürekli olarak yeni azınlıkların yaratılması peşinde koşulurken, Baltık ülkeleri için yazılan ilerleme raporlarında Ruslara yönelik olarak yürütülen baskı politikaları göz ardı edildi ve Rusların entegrasyonu, yani asimilasyonu için daha aktif adımların atılması gerektiği belirtildi. Letonya ve Estonya, Rusya ile sınır anlaşmalarına sahip olmadıkları halde AB’ye kabul edildi. Bunun gibi AB açısından
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle