10 Ocak 2025 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 Prof. Dr. Nadim MACİT Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi TUSAM/Danışman "11Eylül’den beri, ABD, dünyanın her yerinde Ilımlı İslami demokrasileri istiyor. İşte, sadece iki tane var. Türkiye ve Malezya. Türkler çok dramatik seçim yaptı. Barış içinde ve dürüst seçimler oldu. Ilımlı bir Müslüman parti, meşruiyetlerini Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk’ten alan ünlü milliyetçi partileri mağlup etti. Bu Ilımlı Müslüman parti İsrail ile de iyi ilişkiler içinde ve AB’ye üyelik istiyor. Ben de bunu kuvvetle destekliyorum. Ama bazı meseleleri var." R. Holbrooke Bir teostratejik model: C S TRATEJİ ekibinde yer alan Richard Perle "Türkiye’de yapılan etüt çalışmalarından sonra iktidara geleceği anlaşılan AKP’nin yetkililerini ABD’ye davet etti. Erdoğan önce stratejik araştırma merkezi olan CSIS’te bir konuşma yapacak ve Washington bürokrasinin karşısına çıkacaktı. Daha sonra yönetim üzerinde Türkiye Uzmanları olarak söz sahibi olan eski CIA yetkilisi G. Fuller, eski Ankara Büyükelçisi M. Abramovitz ve Henri Barkey gibi uzmanlarla baş başa yemek yenecekti. Bunun yanı sıra CIA’nın düşünce kuruluşu olarak anılan Rand Corporation ve Lehman Brothers Aracılık Kurumu yetkilileri ile de görüşülecekti. Son olarak da Amerikan Jewish Congress yetkilileriyle tanışacaktı. Bunların hepsi hazırlanan ‘Brunch’ masasının etrafına dizildiler. Perle, ABD’nin dünyaya ve özellikle Ortadoğu’ya bakışını anlattı. Saddam Hüseyin ile Irak’a dikkat çekti. Bush yönteminin Irak rejimine son vereceğinin altını çizdi ve bu konuda Türkiye’yi yanlarında görmek istediklerini söyledi. Bu arada Perle, AKP’nin iktidara gelmesi durumunda Ortadoğu’da Washington’un sorunlu olduğu birçok ülkeye Ilımlı İslam modeli ile "örnek" teşkil edeceğini ve Bush yönetiminin bu konuya çok önem verdiğini anlattı". (6) ABD’nin bu talebine Başbakan Erdoğan’ın verdiği cevap şudur: "Bizi yanlış anlıyorsunuz. Biz her hangi bir partinin devamı değiliz. Biz insan eksenliyiz. Partimizin seçmen tabanı, ortalama Türk vatandaşının değer yargılarını yansıtan muhafazakâr kesimden oluşmaktadır. Ortalama bir Türk Ilımlı Müslüman’dır. Bu nedenle partimiz ılımlı Müslümanların ortak değerlerini temsil etmektedir. Biz kendi tabanımızı yabancılaştırmadan Türk toplumunun laik ve demokratik niteliğini güçlendirmek istiyoruz."(7) Zaten taleple kabul arasındaki felsefi ve politik çatlak, uzun süre Türkiye’de kalan CIA ajanı G. Fuller tarafından doldurulmuştu. Bakın Fuller ne diyor: Türkiye’de örneğin ordu ve güvenlik güçleri, aşağıdan yukarıya yaklaşımın uzun dönemde katı seküler düzene karşı, ezilebilecek İslamcı bir siyasal parti ve şiddet yanlısı grubun dışa açık yaklaşımına kıyasla, daha sinsi bir tehdit oluşturduğu korkusuyla apolitik Ilımlı İslam’ın dini yandaş kazanma ve tebliğ faaliyetlerini bile kökünden kazımak çabası içindedir.(8) Bu sözlerle Türkiye’nin elli yıllık siyasi tarihine ve söz konusu dini hareketin güvenlikten eğitime, ekonomiden sağlık sektörüne yayılan etkinlik alanını karşılaştırın. Göreceksiniz ki Türkiye dış destekli sahte bir inşa ile karşı karşıyadır. Ilımlı İslam modeli olarak niçin Türkiye seçildi? Çünkü bu projenin gerçekleşmesi için ya Türkiye’nin oyundan düşürülmesi ya da Türkiye’nin sistemini değiştirerek bu projenin içinde yer alması gerekiyordu. İkinci yol tercih edildi ve devreye sokuldu. Nitekim G. Fuller şöyle der: Bu konuda hakiki bir test; seçim sandığıyla iktidara gelmiş İslamcıların sicilini izlemek olacaktır. Bu bağlamda ilk gerçek sınavımız, ulusal genel seçimleri kazanan İslamcı partinin 2002 yılında iktidara geldiği Türkiye’de söz konusu Fuller Ilımlı İslam ve Türkiye . Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren ideoloji, dine karşı özerkliğini elde etmişti. Dinin toplumsal alanda etkinliğini yitirmesine bağlı olarak bireylerin ve toplumların hayatını düzenlemede ideolojiler öne geçti. Liberalizm ve Marksizm Soğuk Savaş döneminde ideolojik kamplaşmanın iki kanadı haline geldi. Kamplaşmanın ürettiği rekabet ve rekabeti yayma sürecinden kaynaklanan cepheleşme "iki güç yörüngesinin denge mantığına" bağlı olarak sürdürüldü. "Soğuk Savaş dönemini tanımlayan iki ideolojik saf tutma hali; batının malıdır. Bir başka deyişle modern dönemde etkin ve yaygın dünya düzeni teorileri Avrupa merkezci bakışın ürünüdür."(1) İki kutuplu dünya sisteminin çöküşü akabinde dünya stratejisi değişti. İdeolojik merkezli ayrışma ve cepheleşme yerini "medeniyetler arası çatışma" denilen kültür ve din ağırlıklı tartışmaya ve stratejik modellere terk etti. Soğuk Savaş döneminde tampon kordonuna yerleştirilen İslam, değişen stratejinin kuralları gereğince kontrol altına alınması gereken bir güç olarak görüldü. G. Fuller, bu hususu şöyle dile getirir; Batılılar İslam hakkında ne düşünürse düşünsünler, siyasal ve sosyal anlamda İslam’ın öteki her hangi bir dinden daha geniş alanda, daha uzun süre ve daha çeşitli kültürler üzerinde egemen olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Bu olgu onun aşılması zor kültürel gücünün, farklı tarihsel ve bölgesel koşullar altında uzun dönemler çeşitli toplumların ahlaki, manevi ve sosyal gereksinimlerini karşılayabilme yeteneğinin bir ifadesidir. Kilit önemdeki soru, topyekun dini geleneğe karşı yavaş yavaş gelişen küresel güçlerin saldırısı karşısında İslam’ın bu meydan okumaya karşılık vermeye devam edip etmeyeceğidir.(2) II Ilımlı İslâm projesi, her şeyi ahlaki ve insani kıymetler alanından araçlar alanına taşıyarak bu milletin kültürel değerlerini parçalıyor, direnç noktalarını kırıyor ve küresel güçlerin politik hedeflerine uygun bir dille adeta ateşe malzeme taşıyor. "sahte İslam" aracılığıyla kurulu sistemleri parçalamak. Bu stratejiler bağlamında şu açıkça görülmektedir ki, Ilımlı İslam sahte bir etikettir. ABD yapımı politik bir harekettir. Ilımlı İslam, İslam düşüncesi içerisinde geliştirilen bir anlayış değildir. Söz konusu sahte araçla yapılmak istenen, Cumhuriyet’in İslam düşmanı bir sistem olduğunu zihinlere yerleştirmek ve ABD’nin stratejik çıkarlarına hizmet eden din kılıflı sahte bir sistem üretmektir. Ilımlı İslam’ın politik mantığını oluşturmada önemli katkısı olan Fuller oldukça teknik bir dille meseleyi şöyle tanımlar: İstenen Ortadoğu’da, özellikle Türkiye’de radikal laikçilerin yorumladığı gibi dini hayatın devlet tarafından sıkı kontrolü, hatta yok edilmesi değildir. Aksine İslamcılar sivil kurumlar yarattıkça, yeni özel Müslüman faaliyet ve İslami yaşam alanları devletin kontrolünden azade hale gelecektir. Müslümanlar esasen topluma ve kamuoyuna dayanan, devletten ve onun araçlarından ayrı bir proje üretmektedirler.(3) Bu anlayışın içerideki sözcüsü de şöyle der: "Her ne kadar laiğin olağan karşıtı dindar ise de, son yıllarda bu karşıtlık hegemonyacı düzene muhalefete dönüşmüştür. Türkiye bağlamında laiklik; günlük yaşama aşırı devlet nüfuzu ve etnik, dini ya da bölgesel farklılıkların dışlanması anlamına gelmektedir."(4) Bu iki veri Batı emperyalizminin stratejik mantığına uygun düşen bir etiketin üretildiğini ve bu etikete politik içerik yüklenerek cumhuriyet karşıtı cephe oluşturulmak istendiğini göstermektedir. Egemen güç yeni bir etiket üretti çünkü dini kullanmanın veya kontrol etmenin ilk adımı, tanımlamayı sağlayan etiketlerdir. İkinci aşamada da bu etikete uygun algı kalıbı ve zemin oluşturulması gerekiyordu. Ancak bu etiket için "geçmişi olan" bir İslam anlayışına ihtiyaç vardı. O da "Kültürel İslam"dı. Önce ABD’nin geliştirdiği yeni stratejik modelin kodlarına uygun düşen dini grup, dinler arası diyalogun ve hoşgörünün temsilcisi yapıldı. Bu grup "kendisini Ilımlı İslam’ın temsilcisi olarak gösterdi ve bu misyonu üstlendi."(5) Böylece Türkiye üzerinden İslam coğrafyasını yeniden inşa etmek için üretilen kutsal aygıtın birinci ayağı tamamlanmış oldu. Dünyanın dümeninde ABD’nin oturduğunu düşünen bu hareket; eşiğimizin dibinde egemen gücün katliamını özgürlük ve demokrasi adına kutsamaktadır. Şu anda terör belası karşısında Türk ordusunun Irak’ın Kuzeyi’ne müdahale etmesine bile karşı çıkmaktadır. KİLİT ÖNEMDEKİ SORU Kilit önemdeki soru: Dünya, dini ve kültürel öğelerin daha yoğun şekilde yer alacağı bir sürece gidiyor, öyleyse potansiyel güç olma özelliğini koruyan İslam’ın yeri ve etkisi ne olacaktır? Bu soruya verilen yanıt şudur: İslam kontrol altına alınmalıdır. Bunun da iki yolu var. Birincisi, sahte etiketlerle İslam’ı tahrif etmek. İkincisi, İslam’la devletlerin siyasi gelenekleri arasında çatlakların ve zıtlıkların olduğunu dile getirerek POLİTİK BOYUT VE TÜRKİYE Şimdi gelelim bu teopolitik oyunun ikinci ayağına: 19801988 yılları arasında ABD Başkanı R. Reagan’ın Bush
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle