17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 Aybike KOCA TUSAM Çalışma Hayatı ve Türkiye Arş. Masası [email protected] Washington Uzlaşması çerçevesinde… C S TRATEJİ Nitekim kamuya karşı hiçbir sorumluluğu bulunmayan bu kamu kuruluşu (!) için önemli olan tek şey borçların çevrimi ve prestij. Bu nedenle her ülke için ortak kullanılan bir raporun varlığı ortaya çıktığında bile eski uygulamaları değiştirmek için çaba sarfedilmiyor. Yani küresel üçlü olarak telafuz edebileceğimiz IMFDünya BankasıABD Hazinesi karmasının oynayacağı oyun daha sahaya çıkmadan biliniyor. Bu üçlünün "Washington Uzlaşması" adını verdiği, zenginleri daha zengin yoksulları daha yoksul yapan politikaları artık tüm ülkelerce bilinse de Türkiye gibi bazı ülkeler hala IMF’ye bağımlı yaşıyor. "Küreselleşme, iyi ya da kötüyü yapabilecek bir güce sahiptir." Joseph E. Stiglitz(1) ürkiye Masası Şefi Lorenzo Giorgianni başkanlığındaki IMF heyeti, 9 Ekim’de Türkiye’ye geldi. Önce İstanbul’da özel sektör temsilcileriyle görüşen heyet, Avrupa turnesine çıkacak olan Ali Babacan’ı yakalamak için Ankara programını erkene aldı ve 10 Ekim’de büyük buluşma gerçekleşti. İstanbul’da "yeni standby olmayacak" gibi imalarda bulunarak daha spekülatif konuşan Giorgianni, sıra hükümet kanadına gelince planlandığı gibi bütçe, özelleştirmeler, borçların nerede kullanılacağı ve cari açık gibi can sıkıcı konuların dışında bir konuşma yapmadı. IMF’nin yardımına muhtaç olmayan Türkiye gibi ülkelere belli başlı görüşleri dayatmaya çalışan örgütün kullandığı araç olan "gözden geçirme çalışmaları"ndan ne sonuç çıktığı ya da çıkacağı başta hükümet olmak üzere kimseyi ilgilendirmiyor aslında. Zira artık formalite haline gelen "gözden geçirme"ler IMF’nin kendini unutturmamaya çalışmasından başka bir şey ifade etmiyor. Çünkü küreselleşen ekonominin tek mimarı olmaya soyunan örgüt için bu durum büyük önem arz ediyor. Ülkenin batıya bağımlı kalmasını sağlayan ve bu çerçevede her denileni emir kabul eden üst yönetimin kendi çevresini zengin etmekten başka bir işe yaramayan politikalara "evet" demesi, küreselleşmenin çirkin yüzünü ortaya koyuyor. Dünya refahının artması, zenginle yoksul arasındaki farkın en aza hatta mümkünse sıfıra indirilmesi ve her yönüyle serbest piyasalar oluşturması gibi özelliklerinden sıkça bahsedilen küreselleşmenin, gelişmekte olan ülkeler açısından ne anlama geldiği pek tartışılmıyor, tartışılsa da dikkate alınmıyor, dikkate alınsa da küresel güçlere karşı bir girişimde bulunulamıyor. Hal böyle olunca "sömürünün" ve gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru başlayan kaynak transferinin ardı arkası kesilmiyor. T Küreselleşmenin iki yüzü IMF, Dünya Bankası ve ABD Hazinesi’nin aralarındaki işbirliği ve diğer iki kurumun kontrolünün Washington yönetiminde SÜPER GÜÇ ABD olduğu biliniyor. Küreselleşmenin sözlükteki 1990 sonrası dünyaya hükmedebilen tek olan ABD gerçekten de süper güç. anlamı ABD için gerçek olurken, Türkiye için ülke Nerede nasıl oynayacağını bilen, stratejilerini uzun vadeye göre belirleyen aynı şeyi söylemek zor. ve ne kadar anti demokratik olursa olsun ödülünü almış gibi görünüyor. Nitekim Endonezya’da yoksullara verilen yiyecek ve yakıt sübvansiyonu ile Tayland’daki sağlık harcamaları sübvansiyonun IMF zoruyla kesilmesi sonucu AIDS gibi hastalıkların arttığı ve masrafların kısılması sonucu başta kızlar olmak üzere çocukların okula gönderilemediği görülünce ülkelerin gözü yavaş yavaş açılmaya başladı. Görüldüğü üzere IMF’ye ve dolayısıyla sömürüye başkaldırı, ağır faturalar ödendikten sonra gerçekleşebildi. Avrupa ülkelerinden Macaristan, Slovenya ve Polonya da örgütün politikalarının başarısız olduğunu geç de olsa farkeden ülkeler. Bu çerçevede Polonya’da dönemin Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı Grzegorz W. Kolodko’nun şu sözlerini hatırlamakta fayda var: "Uluslararası yatırımcılarla ve finans kuruluşlarıyla sıkı pazarlıklar yaparken, kendi toplumumuza karşı saygısızlık etmedik." (New York Times, 7 Temmuz 1998) Asya ülkelerini krize sürüklemekten sorumlu tutulan buna karşın hatalarını kabul etmeyen IMF’nin, ülke ekonomilerini fazla hafife aldığı görülüyor. SÖMÜRÜYE BAŞKALDIRI 1990’lı yılların sonlarına doğru Doğu Asya ülkelerinde birbiri ardına gerçekleşen krizler bölgeye "IMF kurbanı" damgasının vurulmasına neden oldu. Ülkeleri kurtarma operasyonlarına girişen ancak bunu yüzüne gözüne bulaştıran IMF, küresel istikrarsızlığı yok etmek bir yana istikrarsızlığın artmasına katkıda bulunmuş oldu. Dayatılan daralmacı politikalar sonucu Asya ülkelerinde gelirler azaldı, ithalattaki büyük düşüşler birbirleriyle bütünleşmiş olan ekonomileri felce uğrattı, işsizlik arttı. Malezya ve Çin dışındaki tüm ülkeler IMF programlarını uygularken bu ülkeler Asya Faciası’ndan canlı kurtulmayı başaran üç dört devletten biri oldu. Bugün en yüksek kalkınma hızına sahip ülke olduğu düşünüldüğünde Çin, IMF politikalarına direnmenin Küreselleşmenin sakıncalarını daha önce açıklayan Stiglitz halkdevletordu arasındaki bağları her daim kuvvetli tutan bir ülke. ABD sanayileşmesini tamamlayana kadar Japonya ile birlikte korumacı politikaları benimseyen bir ülke. Aynı ABD benzer durumdaki ülkelere gelince ticaret engellerinin kaldırılmasını öneriyor. Görülüyor ki kendi kurallarına uymayan bir tek Cüppeli Ahmet Hoca değil. Sanayileşmesinin büyük kısmını gelişmekte olan piyasalara borçlu olan ABD, arka bahçesindeki IMF’yi gelişmekte olan ülkelerin piyasalarına girmek için kullanıyor. ABD Hazinesi’nin elinde kukla haline gelen örgüt aslında Hazine ne derse onu yapıyor. İşte kendi koyduğu kurallara dahi uymayan ülkenin süper güç olmasının altında yatan etken de tam olarak bu. IMFDünya BankasıABD Hazinesi arasındaki ilişkiye ek olarak dünya ticaretini kontrol etmeyi (!) amaçlayan Dünya Ticaret Örgütü de Washington Uzlaşması’nın bir parçası. Küreselleşmenin ve küreselleşmeye hizmet eden kuruluşların bu hale geleceğini muhtemelen aklından dahi geçirmemiş olan Keynes’in dünya ticaretine farkında olmadan armağan ettiği bu örgüt de diğerleri gibi finansal çıkarları en üst seviyede tutuyor. Zenginlerin paralarını korumayı ilke haline getirmiş olan bu kuruluşların bu halleriyle sürdürülebilir büyümeye katkı sağlamayacakları kesin. Nitekim bu durum örgütlerin ülkelere davranışlarındaki tutarsızlıkla da kendini gösteriyor. Jeostratejik olarak mühim konumlarda bulunan ülkelerin kolay borç almalarına karşın Kenya gibi stratejik konumda olmayan küçük ülkelerin kredi taleplerinin "yozlaşma" gerekçesiyle bu örgütlerce geri çevrilmesinin altında ABD’nin küresel amacı yatıyor. ABD’nin süper güç olabilmesinde bir diğer faktör ise Amerikan baronlarının kendilerinin yanında ülkeyi de zenginleştirmeleri. Rusya bunu başaramadığı için, kredi alabilmek uğruna yalan söylediği ve krediyi zenginleri daha zengin yapmak üzere kullandığı için tutunamadı. Ticaretten kazançlı çıkan taraf hep ABD olurken, onun verdiği ticaret fazlasına eşit oranda açık veren ülkeler kaybetmeye mahkum hale geldiler. Küreselleşmeyi kendi ellerinde tutan ABD, küreselleşmenin sözlükteki faydalarını gördü. Buna karşın küreselleşmenin diğer yüzü ile karşılaşan ülkeler dünya tarih sahnesinde sadece piyon olabildiler. Dipnot: (1)Bir dönem Dünya Bankası başekonomistliği görevini yürüten Nobel ödüllü ekonomist.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle