17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

güç versin demekten başka Çin’de sık sık su bir şey gelmiyor elimizden. baskınları Düşünebiliyor musunuz yaşanıyor... yemek masalarının etrafında pervane olan şirin yaratıkları. Bir şey daha dikkatimi çekti; o da garsonlar bizdeki gibi tepenize dikilip durmuyorlar bir an öne bitirip gidesiniz diye. Hizmetleri çok saygılı ve usturuplu. Çin’de yemek süresi çok kısıtlı. Bizdeki gibi uzun uzun muhabbetlerin yapıldığı içki sofraları değil. Tam tersine yerine göre kısa ve hızlı. Bir de ilginç olan yemek sırasında masa ziyaretleri var. Kadeh tokuşturmak için ta o masadan kalkıp gelenlerle ayrı ayrı kadeh tokuşturmak adeti var ki mide olsun dayansın; içki olsun da yerine konsun... Ben ilk kez burada gördüm, birayla şarabın aynı anda ya da peşpeşe içildiğini... İstenildiğinde çok görkemli sofralar oluşturabiliyorlar. Örneğin Devlet Konuk Evin’deki yemek görkemliydi. Köpek balığı yüzgecinden yapılan yemeğin tadı damağımda kaldı, belki şekersiz olduğu için... Ancak bir başka içki içiş biçimi beni hayrete düşürdü. Maotay dedikleri bir içkiyi küçük bir kadeh içinde bira dolu bir kadehin içine koyup fondip yapıyorlar. Korelilerle Çinlilerin bu konudaki yarışları çok ilginçti. Ruslar da arkadan geliyorlardı. Ancak bir kadeh şarapla yetinebilen bendeniz gözlerimi ayırmış yarışmayı izliyor ve masadan kalkışlarını merak ediyordum. Masadan kalktıklarında hiç içmemiş gibiydiler. Hindistan’da bu kadar çok içildiğini görmedim. Yemekleri bana daha lezzetli gelmişti. Çin mutfağı dünyada birinci diyorlar hep. Ya bizim mutfağımız? Kimsenin haberi yok galiba? Oysa Türkiye’nin dört bucağı farklı bir mutfakla şenlenir. İki gün sonra sokağa indiğimizde ilk iş olarak Çin Seddi’ne gitmek oldu işimiz. İki yönlü, ağaçlıklı yollardan geçerek yaklaşık iki saat sonra hedefe ulaşmıştık. İlk dikkatimi çeken seddin kurulduğu tepelerin yemyeşil olmasıydı. Pekin genelde yeşili bol bir kent. Set, bana göre, insanın doğaya başkaldırışının bir işaretiydi. İnsanın doğaya egemen olabileceğini gösteriyordu. Çok görkemliydi. Doğayla Çinli arasındaki ilişki bir bilmece, anlaşılmaz bir ilişki. Nasıl üstesinden gelmişler ki bazı şeylerin? Acımasız, insanın gözünün yaşına bakmayan o doğayı, küçük ve çelimsiz bedenlerine karşın nasıl yoğurmuşlar ki? Doğal olarak doğa derken iklimden de söz ediyorum, sellerden, kuraklıktan, sıcaktan, soğuktan... Tüm bu olumsuz koşullara karşın kimilerine göre 6600; kimilerine göre 10.000; kimilerine göre içlere yayılan kollarıyla 60.000 km olan bu duvarı nasıl örmüşler ki! Dahası tek duvar değil, çift duvar... Böylesine yabanıl bir doğayla başeden bir ulus hangi insanla başedemeyecekti ki? Türklerden korunmak için mi yapmışlardı? Çin seddi olmasaydı da o dağları aşmak gene de kolay olmayacaktı... Yoksa güvenli bir biçimde iletişimi sağlamak için miydi? Şimdi sanırım tarihi bir yapı olarak kalmış görünmektedir. Çinlinin en büyük dertlerinden biri de toprak büyüklüğüdür. O kocaman ülkeyi bir yere sığdırmak olanaklı değil. Hani Japonya’yı istesen bir çuvala sokabilirsin ama Çin’e bin torba bile yetmez. Sanırım, yolculuğumuzun beş saati Çin topraklarında geçmiştir. Pekin en doğuda olduğuna göre. Ne çöller, ne stepler, ne dağlar, ne taşlar geçtik buğulu sabahlarda ya da gecenin karanlığında ayrımsayamadığım...Ulaşım nasıl sağlanacak ki...Ancak kömürlü trenlerle... Elektrikli görmedim, C S TRATEJİ 19 kimlikten oluşuyor: Parti ve Halk. O zamanki Çin, binlerce yıllık geçmişiyle on beş yıllık bir ulus kimliğine bürünmüş. Atölyelerde çelik elle işleniyor tıpkı evde ekmek yapar gibi. Kışladaki Çin’de yüz milyon asker öğle ve akşam yemeklerinde karavanaya talim ediyor. Dağlar yerinden oynatılıyor; göller oluşturuluyor; nehirlerin yatağı değiştiriliyor. Toplumcu Çin porselenin, fildişinin, ipeğin, kokuların, aşkların görkemiyle ilgilenmiyor artık. Yeniden doğan Çin açlıktan ölmüyor artık. Tanrı tanımaz Çin dinlerden, tanrılardan, tapınaklardan vazgeçti. Panasyacı Çin giderek daha çok korkulu rüyası oluyor komşularının. Üniversiteli Çin on yılda okuryazar olmayan 500 milyon insanı okuryazar yaptı. Propagandacı Çin şiiri, resmi siyasa dersine dönüştürdü. Batı karşıtı Çin Hıristiyanlığı ve misyonerleri kovdu ülkeden. Rusya karşıtı Çin Sibirya ve Moğolistan’a kayıyor. Komünist Çin dünyada sosyalizmi kurmak için yalnızca savaşa inanıyordu. O günün Çin’iyle ilgili ipuçlarını Lilli veriyor bize. Oysa bugünkü Çin’le ilgili sorularımızı Büyükelçiliğimiz Birinci Müsteşarı Nesrin Bayazıt ve Ticaret Ataşesi Zülfikar Kılıç ile konuşurken sorduk ve net, yalın yanıtlar aldık. Anladım ki herkes gibi biz de çok yakından ülkeyi izliyoruz. Açlık yok mu, doğal olarak var. 1.5 milyar insanın yaşadığı bir ülkede olmaz mı? Bizde yok mu? Ya Hindistan’da? Ülkede 55 farklı azınlık var. Çinlilere bir çocuk izni varken azınlıklar iki çocuk yapabiliyorlar. Türkiye ile ticaret hacmi 7 milyar dolar, bunun 6 milyar doları ihracat. İpek yolunun üstünde iki ülke: Çin ve Türkiye. Çin’inki sayın Bayazıt’ın deyimiyle "sosyalist pazar ekonomisi". Ortaöğretimde 70 milyon genç okuyor. Zorunlu eğitim 8 yıl. Hızlı sanayileşmenin sonucu 300 milyon göçmen işçi kentlere taşınmış. Yıllık adam başına düşen 1.750 dolar. Pekin’de 5.500, Şangay’da 6.000 dolar. Amerika enerji yollarını kapatmazsa ki bugün dünyanın kömür üreten en büyük ülkesi ve tüketen de doğal olarak, 2020’de dünyanın en büyük ekonomisi olacak. Amerika’ya bir özenti banyoların lavabolarına kadar sinmiş. Üstündeki marka american standart. Amerikan ölçülerine öykünmek yeter mi? Bir zamanlar biz de küçük Amerika olmayı kafamıza koymuştuk. N’oldu? Teknoloji gerekli. Bu gidişle o teknolojiyi yakalarlar mı acaba? Son yirmi yılda yüzde 10 büyüme. GSMH 2.2 trilyon dolar. Dış ticaret hacmi 1.4 trilyon dolar. 2005 yılındaki dış ticaret fazlası 100 milyar dolar. Merkez Bankasındaki döviz rezervi 900 milyar dolar. 2 trilyon dolar Amerikan hazine bonosu ve borsa senetleri. Ben de Nesrin Bayazıt gibi "gerçeklik duygusunu kaybettim". Çin’i görünce; belki de bir düş görüyordum, ama gene de kendime bir soru sormadan edemedim: Faşisti kalkınıyor; komünisti kalkınıyor da bize ne oluyor? Hemen ayak üstü kendime göre bir yanıt buldum: Dizge (sistem) meselesi. İnsanlar dizge içinde kalkınmayı kendilerine hedef edinmişler; bizdeki gibi raslantılara bırakmamışlar; ya tutarsa anlayışı bilimsellikten uzaktır. Toplum kalkınması deneme yanılmayı içine sindiremez. Bu ülkede eğitim gören öğrencilerin sayısı 70 milyon. Kalkınma ve gelişim kentlere yansıyor. Gelir dağılımı kentlerden kırsal alana geçişte bozuluyor. Kalkınmayı başarmalarının en önemli nedeni ise sistematik yaklaşım… Hindistan’daki gibi... Hızlı mı hızlı... İngiliz işi... Ancak günün birinde Çinlilerin onu da yapacaklarını ve şu anda ulaşamadıkları yerlere ulaşacaklarını duysam şaşırmam. İnsanlarından raylar döşeyip gene yaparlar gibime geliyor... Doğa ve toprak büyüklüğü eskiden, şimdi de Çinlilerin temel dertleri olarak gözüküyor. Komünizmle birlikte egemen sınıfların ağızlarının payını vermişe benziyorlar; doğal olarak yeni bir egemen sınıf bu arada oluşmamışsa? 300 milyon insan açlık sınırından çıkmışsa, 300 milyon insan da esenlik içinde yaşamakta. Ama sosyal farklılaşma büyük. YENİDEN YAPILANAN KENTLER Sokaklar, caddeler geniş mi geniş; uzun mu uzun; düz mü düz ama karınca yuvalarına benziyor. Karınca değil, insan kaynıyor. 60’lı yıllarda bir kitap okumuştum Çinle ilgili: Kızıl Çin’de. Yazar Virgilio Lilli o kitapta Çinlilerle iletişimin olanaksızlığına değiniyordu. Şimdi ise dışa çok açık bir toplum oluvermişler. Ama kabak çiçeği gibi açılmamışlar. Çin’de insansal ilişkileri sevecenlik ölçüleri içinde yaşıyorsunuz. Sokaktaki adamdan korkmuyorsunuz. Size zarar verebileceğini düşünmüyorsunuz. Zarar da gelmez sanki... Size geçerken dokunmak isteyen, durup konuşmak isteyen insanlar. Uzaktan uzağa değil, yakından yakına meraklı. Merakları geçici bir heves değil. Tanımak içerikli. Oysa renginden midir nedir yoksa baygın baygın bakan gözlerinden midir Hindistan’ta sokakta bir ürküntü içinde dolaşıyorsunuz. Tienenmen meydanı ile Yasak Kent karşı karşıya. Meydanda Mao’nun gömütü, Kentte son İmparator’un anıları. Kent, Rusların, matruşkasına benziyor. Her kapının ardından bir saray çıkıyor. Saraylar genelde boş. Ancak bir tanesi çok ilginç. Kütüpane olarak kullanılıyormuş. Çokça kitap var. İmparator zamanın bilginlerine kitap dağıtır ve bir yıl sonra onları toplar ve kitapları tartışırmış. Caddeler boyunca zarflanmış gökdelenler gördük. Gecekonduların yerine sosyal konutlar yapılıyor durmadan. 2007’nin sonuna dek hepsi bitirilecekmiş. 2008 Olimpiyatlar yılı, hummalı bir çalışma var. Siz Pekin’i 2008’den sonra görün diyenler çok... AMERİKAN ÖZENTİSİ Lilli, komünist Çin’e girebilmek için iki yıl vize beklemiş. Biz yeşil pasaportla vize almadan girdik. Çin yabancıya daha açık. 60’lı yıllarda Çin’in nüfusu 650 milyon. O yıllarda, Lilli’ye göre, Çin iki
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle