17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Dr. C. Akça ATAÇ TUSAM Avrupa Araştırmaları Masası [email protected] Girişimciliğin öldüğü, gizli işsizliğin arttığı savunuluyor C S TRATEJİ 5 işsizlik yarattığı gerekçesi ile bütçenin yüzde 60’ını oluşturan kamu harcamalarında kesintiye gidilmesini artık kendileri talep ediyorlar. Resmi işsizlik rakamları yüzde 6 civarında olsa da uzun süreli hastalık izni alanlarla malulen veya isteğe bağlı erken emekli olanların hesaba katılması ile birlikte bu oran, yüzde 10’un üzerine çıkıyor. Hatta McKinsey Global Institute, İsveç’teki sosyal yardımların gerçek işsizliği sakladığını ve bu oranın yüzde 15 ila 17 arasında değiştiğini iddia ediyor. Çalışanların ücretlerinden yapılan yüksek vergi kesintilerinden sonra ellerine geçen net maaş, çoğu zaman işsizlerin aldığı yardıma yakın bir miktarı oluşturuyor. Bu da "çalışanla çalışmayan arasında daha büyük bir fark olmalı" diyen sağ koalisyonun, Sosyal Demokratlar’ı seçimde neden geride bıraktığını bir ölçüde açıklıyor. Ayrıca yapılan işsizlik yardımları doğrudan olduğu ve hiçbir şarta bağlı olmadığı için çalışmayan grup, küreselleşme ile mücadelede aktif olması hedeflenen emek piyasasının pasif kalmasına neden oluyor. Yoğun küresel rekabette, işgücünün beceri açısından esnekleşmesi ve işgücü niteliğinin küresel talebe uyum sağlayacak şekilde niteliğini kısa vadede değiştirebilmesi gerekiyor. Bunun için yeni beceriler kazandıracak eğitimlerden geçmek, bu sırada da işsiz kalmayı göze almak gerekiyor. İsveç işgücü piyasasında çok iyi işleyen bu sistem, son zamanlarda aksamaya başladı. Yapılan araştırmalara göre, işsizlerin sadece yüzde 2,7’si, sigortalarını yeni iş eğitimi almak için kullanıyor. Bu da İsveç’in, yeniden işgücü piyasasına dönmeyi hedeflemeyen pasif bir işsiz ordusu ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Çalışanlar, meslek kursuna gitmenin, sosyal yardımların ön şartı olmasını istiyorlar. İsveç ekonomisinde yolunda gitmeyen diğer bir konu da, girişimciliğin yavaş yavaş ölüyor olması. İsveç modeli, toplumda elitizmin ve ayrımcılığın hissedilmediği bir eşitlik durumu yaratmayı başardı. İsveç, AB içerisinde çok başarılı göç, uyum ve bütünleşme politikaları uygulayan ikiüç ülke arasında yer alıyor. Ancak bu refahın yan etkisi olarak, artık çok az İsveçli, kendi işini kurmak, yeni iş olanakları yaratmak için çalışıyor. Mevcut eşitlik durumu, piyasanın dinamik niteliğini çok olumsuz etkiliyor. Sağ koalisyonu destekleyen girişimciler, "herkesin eşit olmadığının" ve "bazı insanların daha başarılı ve zengin olabileceğinin" İsveçlilere mutlaka yeniden anımsatılması gerektiğini savunuyorlar. Reinfeldt, yukarıda sayılan nedenlerden dolayı İsveç modelinin "tamir edilip, güncellenmesi gerektiğini" söyleyerek seçimi kazandı. Sosyal Demokratlar ise, "modele en ufak müdahaleyi kabul etmeyeceklerini, liberal dozun artırılmasının modeli tamir etmek yerine tamamen parçalayacağını ve çok güçlü bir muhalefet oluşturacaklarını" iddia ediyorlar. Bu duruşlarında yalnız kalmayacakları da İsveç Sendikalar Konfederasyonu’nun (LO) verdiği destekle anlaşıldı. Konfederasyon, sosyal haklara dokunulduğu takdirde ülke çapında greve gideceklerini açıkladı. K üreselleşmenin büyük ölçüde darbe vurduğu rekabet gücünü yeniden kazanmak zorunda olan AB, 2010 yılına kadar dünyanın en rekabetçi ekonomilerinden biri haline gelmek, yani Lizbon hedefine ulaşabilmek için ekonomik ve sosyal reform çalışmalarını hızlandırmanın yollarını arıyor. Avrupa için yaşamsal önem taşıyan Lizbon Stratejisi, üye ülkelerin bireysel çabalarına dayandırılıyor ve bu bağlamda İskandinav ülkeleri, AB Komisyonu tarafından, özellikle kıta ülkelerine örnek gösteriliyor. Danimarka, Finlandiya ve İsveç, son derece liberal uygulamaları olan açık ekonomileri ile geniş kamu sektörünü birleştirerek, diğer AB ülkelerinin çoğunlukla hazırlıksız yakalandıkları küreselleşmeyi, tehdit yerine bir fırsat haline getirdiler. 1973’teki ilk petrol krizinden 1990’lara kadar çok büyük sorunlarla uğraşırken, aynı zamanda planlı bir biçimde imalat ekonomisi olmaktan çıkıp hizmet ekonomisi haline geldiler. Bugün mükemmele yakın altyapı sistemleri ile sadece katma değer yaratan ürün ve hizmetleri sağlıyorlar. GSYİH’lerinin ortalama yüzde 4’ünü teknoloji ağırlıklı araştırma ve geliştirme çalışmalarına ayırabiliyorlar. İşgücünü "beşikten mezara" ilkesi ile yaşamın her aşamasında destekliyorlar. Devletten emeklilik ödemeleri hariç yardım veya destek fonu alanların nüfusa oranı, İtalya’da yüzde 17 iken Danimarka’da yüzde 70’i buluyor. Finlandiya da, AB dönem başkanlığını, başarılarının sırrını bütün üye ülkeler ile paylaşma sözü vererek devraldı. Ancak, her şeye rağmen, İskandinav ülkelerinin ekonomik ve sosyal modellerini, hiçbir sorunla karşılaşmadan yürüttüklerini söylemek de doğru olmaz. 17 Eylül’de gerçekleşen İsveç seçimleri İsveçlilerin, gereksinimlerini artık tam olarak karşılayamadığı gerekçesiyle, ünlü refah devleti modellerine liberal bir ayar yapılması taleplerinin baskın çıkması ile sonuçlandı. 1994 yılından beri başbakanlık görevini yürüten Sosyal Demokrat Goran Persson’un yerini bıraktığı Muhafazakâr Parti’nin 41 yaşındaki lideri Frederik Reinfeldt, gelir vergisinde, dolayısıyla devlet yardımlarında kısıntıya gideceklerini, yeni iş olanakları yaratacaklarını ve girişimcilik ruhunu yeniden harekete geçirmeye çalışacaklarını söyledi. ‘Sol’ İsveç’e liberal ‘ayar’ Refah devleti olarak görülen ve uzun süredir sosyal demokratların iktidar olduğu İsveç’te, son seçimde liberaller kazandı. Sosyal yardımların, girişimciliği öldürdüğü, gizli işsizliği artırdığı savunuluyor. gelecek vaat ettikleri seçim kampanyasında, sosyal harcamaları 2,7 milyar Avro artırmaktan söz ediyorlardı. Peki, o zaman İsveçliler niye kamu harcamalarının yüzde 16’sını oluşturan hastalık yardımlarında kesintiye gideceğini açıklayan Reinfeldt’te oy verdi? Dört sağ partiden oluşan, Fransız basınının deyimiyle "burjuva koalisyonu"nun başında bulunan Reinfeldt, seçmenin büyük bir kısmı devlet yardımlarından faydalanırken nasıl oldu da yüzde 48,1 oranında oy alabildi? Bunda hiç şüphesiz, vergi yükünün artık çok ağır hale gelmesi, gizli ve pasif işsizliğin varlığı ve girişimciliğin ölmesi büyük rol oynadı. İsveç’te gelir vergisinin yüzde 35 ila 55 arasında değişen çok yüksek oranlarda olması, devletin yaptığı sosyal yardım ödemelerinin de çok yüksek seviyede olmasını sağlıyor. Ne var ki giderek artan bir eğilim olarak, katma değer üreten işlerde çalışanlar işlerinden ayrılıp, vergi kesintisinin çok az olduğu düşük ücretli işlere giriyorlar. Rekabet olmadığı için çok yüksek olan gayrimenkul ve elektrik fiyatlarının zorladığı bütçeler, artık vergi yükünü kaldıramıyor. İşte bu nedenle, Reinfeldt’in 4 milyar Avro’luk vergi indirimine gideceğini açıklaması seçmenlerin oylarının sağa kaymasına neden oldu. Vergi kesintisine gidilecek olması, hiç şüphesiz İsveç refah devletinin, başta işsizlik sigortası olmak üzere bütün sosyal harcamalarını olumsuz yönde etkileyecek. Ancak İsveçliler, gizli ve pasif REFAH DEVLETİNİN SORUNLARI İsveç geçtiğimiz ay, 2006 yılının ikinci yarısında yüzde 5,6 ile son 6 yılın en yüksek büyüme oranını yakaladığını açıklamıştı. İşsizlik oranı ise yüzde 6 civarında seyrediyor. Devletin etkinliğinin ve iyi performansının bir göstergesi olarak yolsuzluk kelimesi, İsveçlilerin siyasî dağarcığından çıkmış durumda. İsveç’in şeffaflık notu, 10 üzerinden 9,2. Kamu kayıtlarına ulaşılabilirlik çok yüksek seviyede. Vatandaşın, devlet ile olan ilişkisinde eşit ve adil muamele gördüğünden hiç şüphesi yok… Böyle anlatıldığında İsveç, yüksek gelir vergisi, sağlam ekonomi ve düşük işsizliğin bir arada olduğu, bir dünya cenneti görünümüne bürünüyor. Bu noktaya ulaşabilmek için Sosyal Demokratlar, İsveç refah devleti modelini, yaklaşık 80 yıl boyunca, ince ince inşa ettiler. Üstelik mevcut İsveç’te seçimi durumdan çok daha iyi bir kazanan ekip...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle