Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Hayvancılıkta öz kaynaklar etkin değerlendirilmeli Doç. Dr. Alper YILMAZ İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi H ayvansal gıdalar insan beslenmesinde vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Yeterli hayvansal protein alamayan bir insanın dengeli besleniyor olduğundan söz edilemez. Dengeli beslenemeyen bir insanın da gerek fiziksel gerekse zihinsel olarak istenen gelişmeyi göstermesi ve performansı sergilemesi mümkün değildir. Kahvaltısında farklı peynir ve et ürünleri tüketen ve süt içen bir çocukla bir simit yiyerek derse giren bir diğer çocuğun gelişme, dersi anlama ve derse katılma düzeyleri arasında hayvansal protein tüketen lehinde çok büyük farklılıklar vardır. Yeri gelmişken değinmek gerekirse, zaman zaman Türkiye’de de uygulamaya konmuş olan ve gelişmiş ülkelerin vazgeçmeksizin sürdürdüğü, okullarda çocuklara gerekli ve yeterli miktarlarda süt dağıtılması, bütün eğitimöğretim süreçleri için Türkiye’de mutlaka uygulamaya konmalıdır. Bugün artık süt endüstrisinin geldiği noktada, açılmadığı sürece, oda sıcaklığında bozulmadan dört ay kadar saklanabilen uzun ömürlü (UHT) sütler, hemen hemen hiçbir risk taşımadan Türkiye’nin her yöresine dağıtılabilir ve çocuklarımızın hayvansal protein gereksiniminin önemli bir miktarının karşılanmasında ve süt tüketimi alışkanlığının kazandırılmasında çok büyük bir hizmet görebilir. Bu uygulama, daha iyi gelişen, derslerde anlama, katılım ve başarı performansı çok daha yüksek olan çocuklar ve daha çalışkan ve başarılı gelecek nesiller olarak ülkemize geri dönecektir. Türkiye’de insanımızın hayvansal protein açısından yetersiz beslenmesi, Türkiye tarımı içerisinde hayvancılığın payının gelişmiş ülkelere göre çok düşük olması gibi göstergeler çok açıkça Türkiye hayvancılığının geliştirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Bugünkü tabloya baktığımızda Türkiye hayvancılığındaki durumun bu gerekliliğin tam aksi yönünde değiştiğini görebiliriz. 1980 yılı Türkiye’deki hayvan sayılarındaki değişim için bir kırılma noktasıdır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) rakamlarına dayanarak 1980’den günümüze hayvan sayılarındaki yaklaşık değişime baktığımızda, sığır sayısının 15,6 milyondan 10,1 milyona, koyun sayısının 46 milyondan 25,2 milyona, keçi sayısının 18,8 milyondan 6,6 milyona ve manda sayısının ise 1 milyondan 104000’e gerilediği görülmektedir. Toplamda ise bu türlerden hayvan sayısı 81,4 milyondan 42 milyona düşmüştür. Gerçekleşen bu neredeyse yarı yarıya azalma hayvancılığın ne kadar korkunç bir uçuruma sürüklendiğini açıkça göstermektedir. Bu rakamlar, 1980 yılından itibaren bırakınız hayvancılığı geliştirmek için çaba gösterilmesini, hayvancılığı bitirmek, hayvan yetiştiricisini bu kutsal uğraştan vazgeçirmek için ne yapılması gerekiyorsa yapıldığını göstermektedir. Göstergeler işaret etmektedir ki deniz bitmektedir. Bu eğilim devam ederse, büyük oranda bu hayvan türleri üzerinden mesleğini yapmakta olan ve plansızca açılan Veteriner Fakülteleri nedeniyle yakın gelecekte yeni mezun Veteriner Hekim patlaması yaşaması kaçınılmaz olan veteriner hekimlik mesleği de büyük krizlerle karşı karşıya kalabilecektir. Bundan sonra da Avrupa Birliği süreci gibi bazı vasıtalar aracılığı ile şartların kendiliğinden daha iyiye gelişmesini beklemek büyük bir yanlış olacaktır. Aksine genç ve hızla artan bir nüfusa sahip, hayvancılığı birçok alanda yetersizlikler içeren Türkiye, hayvancılık alanındaki uluslararası rekabet için iştah kabartıcı bir pazar konumundadır. Eğer özellikle uluslararası pazar tarafından sürekli zorlanan hayvansal ürünlerin ithalatı yolu yeniden açılırsa 1980’li yıllardan bu yana belini doğrultmayı başaramayan hayvan yetiştiriciliği alanı bir daha ayağa kalkamayacaktır. Çözüm aranacaksa, bunun dışarıdan gelmesini beklemektense kendimizin bulması gerekmektedir. Çözüm üretmek adına, rakamlara bir başka gözlükten bakmayı deneyebiliriz. Söz konusu olan 1980’li yıllardan bu yana ruminant sayısındaki yarı yarıya azalmaya rağmen halen var olan yaklaşık 42 milyon baş toplam ruminant sayısı Avrupa ülkeleri arasında 4. sırada yer almaktadır. Yani, bütün saldırılara rağmen bu rakam, Türkiye için değerlendirilmeyi bekleyen çok önemli bir öz kaynak olmayı sürdürmektedir. Yapılması gereken, hayvan başına üretimin istenen düzeylere arttırılmasıdır. Verimlerdeki bu özlenen artış ancak hayvanların hem genetik yapısının, hem de yetiştirildikleri çevresel ortamın hayvanın genetik yapısındaki gelişmeyi ortaya koyabileceği düzeylere geliştirilmesi ile mümkün olabilecektir. Hayvan başına üretimin kalıcı olarak arttırılması, etkin hayvan ıslahı uygulamalarının devreye sokulması ile gerçekleşebilmektedir. Dünyada hayvan ıslahı ile ilgili çalışmalar 18. yüzyılda başlamış ve bugün hayvancılıkta kullanılan üstün verimli kültür ırkları bu bilimsel çalışmalar sayesinde geliştirilmiştir. Ülkemizde ise özellikle Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren belli başlı haralarda ülkemizdeki düşük verimli hayvan popülasyonunun verimlerinin arttırılması amacıyla çok özverili çalışmalar yürütülmüştür. Ancak bugünkü hayvan varlığımızın genel verim durumuna bakıldığında bu çalışmaların etkinliğinin sürekli kılınması noktasında yetersiz kalındığı ve istenen, özlenen sonuçlara ulaşılamadığı görülür. Yani çok büyük gayretlerle, ülkenin sınırlı olanakları seferber edilerek sağlanmaya çalışılan hayvan ıslahı alanındaki çalışmalar da, tarım ve hayvancılıktaki gelişmeleri yaymakla da bağlantısı bulunan Köy Enstitüleri örneğinde olduğu gibi sürdürülememiştir. Özellikle sığır yetiştiriciliği alanında, halen verimler yönünden önde gelen ülkelerin önemli verim özellikleri yönünden kendi üstün boğalarını belirlemek amacıyla etkin bir biçimde yürüttüğü döl kontrolü (progenytesting) çalışmaları ülkemizde henüz sonuçlandırılamamıştır. Ülkemizin bunca ihtiyaç duyuyor olmasına karşın, sığır yetiştiriciliğinde, farklı verim karakterleri için kendi ülke koşullarında etkili olabileceği kanıtlanmış seçkin boğaları mevcut değildir. Matbaanın ülkeye 300 yıl sonra gelmesi gibi hayvan ıslahı bilim alanında da çalışmalar ancak Cumhuriyetin kuruluşundan sonra başlayabilmiş ve bu alanda Türkiye halen istenilen ölçütleri uygulamaya koyabilmeyi başaramamıştır. Bu nedenlerle bugün yine ülkeye damızlık düve ithalatı yapılsın konusu gündemi işgal etmektedir. Esasen damızlık hayvan ithalatı, et, süt ve ürünleri gibi son ürün ithalatıyla aynı kefeye konamaz. Çünkü ithal edilen damızlık düveler üretim materyalidir. Alınan kaynağın, iyi değerlendirildiğinde bir şekilde üretime dönmesi söz konusudur. Fakat damızlıkların alınması sürecinde istenen nitelikteki hayvanların seçilememesi, Türkiye’ye gelen hayvanların adaptasyonla ilgili ciddi sıkıntılar yaşaması, bu yüksek genetik potansiyel taşıdığı varsayılan hayvanların genetik özelliklerini gösterebilecekleri ortamlarda bakılıp beslenememesi ve ürün fiyatlarındaki istikrarsızlıklar gibi nedenlerle şimdiye kadar Türkiye’ye yapılan damızlık hayvan ithalatlarından istenilen sonuçlar elde edilememiştir. Hatta ithal edilen hayvanlar bırakınız istenilen verim düzeylerine ulaşmayı, yaşamlarını sürdürebilmeyi dahi başaramamışlardır. Eğer yine damızlık düve ithalatı yapılırsa sonucun hemen hemen aynı olacağı, Türkiye’deki kötü bakım, besleme ve yetiştiricinin bu yüksek genetik potansiyelli hayvanların yetiştirilmesi ile ilgili yetersiz bilgi durumu göz önüne alındığında, kaçınılmazdır. Oysa ki yaygın suni tohumlama organizasyonları ve bölge koşullarına uygun olarak seçilecek sperma kullanımı ile süt verimi ve özelliklerinde çok hızlı artışlar sağlanması mümkün olabilmektedir. Etkin bir planlama, organizasyon ve destekleme sağlandığında Türkiye’nin var olan yetişmiş Veteriner Hekim sayısı ve potansiyeli bu işin en sağlıklı şekliyle ve başarıyla yürütülmesi için yeterli olacaktır. Bu konuda yaşanmış örnekler bulunmaktadır. Güney İtalya’daki İtalyan Siyah Alacalar üzerinde yapılan bir çalışmada 1981 ile 2001 yılları arasındaki 20 yıllık sürede toplam süt üretiminin dört kat arttırıldığı bildirilmektedir. Burada artış, bu bölgedeki İtalyan Siyah Alaca sığır sayısının, 10.000’den yaklaşık 30.000’e ve sığır başına bir laktasyondaki süt veriminin ise 4.500 kg’dan yaklaşık 7.500 kg’a arttırılması ile mümkün olmuştur. Bunlar ulaşılamayacak hedefler değildir. Yurt dışından hayvan ithal etmektense uygun suni tohumlama, embriyo transferi gibi tekniklerin uygulamaya konmasıyla Türkiye’de var olan damızlık sığır popülasyonundan elde edilen süt ve et verimi ve kalitesinin katlanarak arttırılması mümkündür. Bu gelişmelerin sağlanabilmesi için öncelikle tarıma, hayvancılığın geliştirilmesi yoluyla daha yüksek bir artı değer katılabileceği gözlüğüyle bakılmalıdır. Ardından pek çok alanda olduğu gibi hayvancılık alanında da ulusal bir seferberlik anlayışıyla daha iyiye gelişme isteği, kararlılık, iyi bir planlama, destekleme ve denetleme gerekmektedir. Türkiye’nin, var olan hayvancılık potansiyeli ve halen korunmayı ve değerlendirilmeyi bekleyen, dünyanın pek çok ülkesine göre üstün su ve toprak kaynakları ile dünyanın önde gelen hayvancılık ülkelerinden biri olması mümkündür. Bu alanda gerekli donanıma sahip insan kaynağı da Türkiye’de bulunmaktadır. İhtiyaç duyulan, bu bilgi birikiminin sahayla ve üretimle buluşması ve bilimsel metotlarla, ülkenin kapasitesinin, öz kaynaklarının harekete geçirilebilmesidir. 25