22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Üreticiye dayalı tarım gerekli Tayfun ÖZKAYA Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi D ünyanın yok olup olmaması sadece sanayinin değil tarım üreticilerinin de elindedir. Çiftçilerimiz genellikle sanayinin tarım alanlarına verdiği zararı görür. Gerçekten ülkemizin birçok yerinde örneğin Trakya’da, Ege’de nehirlerin getirdiği sanayi ve kentsel kökenli kirlilik tarımı yok etmektedir. Ancak bu nehirlerin kirlenmesinde kimyasal gübreler ve ilaçların da rolü vardır. Ülkemizde bazı göller gübre ve tarım ilaçları yüzünden ölmektedir. Dünya’da tarım da kirliliğe ve küresel ısınmaya katkıda bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü FAO’nın 2000 yılında yayınladığı bir rapora göre tarımın dünya toplam sera gazlarının yüzde 2030’unu ürettiği tahmin edilmiştir. Tarımın payı metan gazında yüzde 44 ve Türkiye’de temel bir çok tarım ürününün üretilemez hale karbondioksitte yüzde 20’dir. Dünyanın yok gelmesi ülkenin birçok yerinde tarım sistemlerinin olmasını istemiyorsak tarımda sistem çökmesi anlamına geliyor. sorununa ciddi eğilmeliyiz. Yönelmemiz gereken tarım sistemleri organik ve sürdürülebilir tarım sistemleridir. Tarım sistemleri olarak kabaca bir uçta "endüstriyel tarım" bulunmaktadır. Bu sanayiye dayalı ilaç, gübre vb. kullanan tarım sistemidir. Bunu konvansiyonel tarım şeklinde adlandıranlar da vardır. Diğer uçta ise "organik tarım" veya ekolojik tarım denilen sanayiye dayanan girdileri (kimyasal ilaç ve gübreleri) kullanmayan tarım sistemi bulunmaktadır. Bunların arasında "sürdürülebilir tarım" daha doğrusu "düşük düzeyde sanayi girdisine dayalı sürdürülebilir tarım" bulunmaktadır. Bu sistemde temel olarak sanayiye dayalı girdiler olabildiğince azaltılmakta ideal durumda sıfırlanmakta ve daha çok tarım sisteminin kendi içinden ürettiği doğal gübreler ve ilaçlar Türkiye’de yüzde 6, Avrupa Birliğinin 15 ülkesinde kullanılmakta, entegre mücadele denilen yüzde 37, Asya’da yüzde 91 artmış, ancak Afrika’da kamuoyunun kabaca "böceği böceğe yedirmek" diye yüzde 4 azalmıştır. bildiği (aslında bakteri ve mantarların da birbirine Eğer dünya’daki tahıl üretimi eşit olarak karşı kullanılmasını, uygun nöbetleşme sistemleri dağıtılırsa, kişi başına 330 kilo düşer. Bu enerji gibi kültürel önlemleri de içermekte) daha bir çok ihtiyacını karşılamak için yeterlidir. Problem zengin teknik kullanılmaktadır. Ancak ülkemizde ve kuzey ülkelerinin kişi başına 600 kilo tahıl dünyada "sürdürülebilirlik" teriminin içi boşaltılmaya tüketmeleridir. Bunun önemli bir kısmı hayvan yemi çalışılmaktadır. Endüstriyel tarımın biraz kontrollü olarak kullanılmaktadır. Aşırı hayvansal gıda biçimleri dahi sürdürülebilir olarak tüketimi sorun olmaktadır. nitelendirilmektedir. Avrupalı, süpermarket zincir Açlığın temel nedenleri eski tip emperyalizmin sistemleri kurmuş perakendecilerin geliştirdiği özellikle Afrika ülkelerinde kahve, pamuk gibi Europgap bunlardan biridir ve temelde endüstriyel ürünlerin ekilmesini zorunlu tutması, yeni tip tarım sistemini de içermektedir. Europgap sistemini emperyalizmin ticaret yoluyla yarattığı sömürme, sürdürülebilir tarım terimi içine sokmak yanlıştır. savaşlar, çatışmalar ve hastalıklardır. Örneğin Şüphesiz denetimsiz bir üretime göre bu da tercih kahvede tüketicinin ödediği fiyatın sadece yüzde edilir. Bu karıklığa bir son vermek gereklidir. 2’sinin kahve üreticisi köylülerin eline geçmesi Araştırmacılar dahil birçok kişi Türkiye’de bu iki uç ilginçtir. Kakao üreticisi köylerde çocuklar çikolatayı arasında yer alan "sürdürülebilir tarım" seçeneğini tanımamakta ve bu köylerde açlıktan insanlar görmemektedir. Kısacası bazılarının gördüğü gibi ölebilmektedir. Rekabet denilen (aslında olmayan) sadece organik tarım yoktur. şey bunu getiriyor, üreticilere hiçbir şey getirmiyor. Organik tarım ve sürdürülebilir tarım Türkiye’ye de böyle bir şey getirmeyecek, o yüzden seçeneklerini ileri sürdüğümüzde hemen bazıları tabii ki biz tarımımızı şöyle bir üçgen içinde "ama dünya’da açlık var" diye karşı çıkmaktadır. yapılandırmamız gerekir: Bir tarafında biyoçeşitlilik Dünya’daki açlık gıda üretiminin azlığından olmalıdır, biyoçeşitliliği koruyacak politikalar kaynaklanmıyor. Açlığın temel nedeni başta yoksul olmalıdır. Rekabet buna izin vermiyor diye ülkelerdeki ve bütün dünyadaki (ABD ve gelişmiş biyoçeşitliliği yok etmeyi kabul edemeyiz. İkincisi; diğer G7 ülkeleri dahil) yoksulların gelirinin bölgesel yeterlilikler olmalıdır, yani bir bölge düşüklüğüdür. Dünya’daki gelir dağılımının öncelikle orada üretilen ürünleri tüketmelidir. Bu kötülüğüdür. sonuna kadar götürülmez, elbette Türkiye kahveyi Dünya Sağlık Örgütünün kabullerine göre ithal edebilir. Üçüncüsü ise; sürdürülebilir ve organik ortalama bir insanın günde 50 gram toplam protein, tarım seçeneklerini güçlendirmemiz lazım. Bunlar 17 gram kaliteli protein (bunun çoğu hayvansal kendiliğinden olmaz, bir politika gerektirir. Bu gün besinlerden) ve 2000 kalori tüketmesi sağlıklı de tersi bir politika işlemektedir. Örneğin şu anda yaşaması için yeterlidir. Bu ölçütlere göre ortalama olarak ABD yurttaşı ihtiyacından iki misli fazla toplam protein, beş misli fazla hayvansal protein, iki misli fazla da enerji tüketmektedir. Bu verilerin kaynağı Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütüdür. Bunların ortalama olduğu, birçok ABD yurttaşının aç olduğunu da dikkate alırsak en zenginlerin ihtiyacının çok daha fazlasını tükettiğini ve şişmanlıktan patlamak üzere olduğunu belirtelim. İşin tuhafı Uganda gibi ülkelerde bile bir çok yıllık ortalamaların çok fazla açık olmadığı gibi bir bilgiyi bize vermesidir. Şüphesiz bu ülkelerde de dağılım çok kötüdür ve milyonlarca insan açtır. Bir yandan da Avrupa Birliği gibi ülkelerde besin stokları artmakta veya süt tozları hayvan yemi olarak kullanılmaktadır. Bu verileri doğrulayacak şekilde Dünya gıda üretimi istatistikleri incelendiğinde Afrika kıtası hariç bütün kıtalarda kişi başına gıda üretiminin artmış olduğu görülmektedir. 1961’e göre 2004’de Dünya‘da kişi başına besin üretimi yüzde 34, ABD’de yüzde 41, Türkiye’de organik tarım nerede ise tamamen ulus ötesi büyük firmaların ellerindedir. Dünya ticareti 1970’li yılarda başlayan organik tarım, Türkiye’de Avrupa kökenli firmaların talebiyle 19841985 yıllarında başlamıştır. İç pazarda son yıllarda kıpırdanmalar başlamıştır. Bu firmalar organik tarım üreten çiftçileri tam anlamıyla kıskaç altına almışlardır ve sömürmektedirler. Mesela; endüstriyel ürüne göre verdikleri fiyat farkını (yani primi) sıfıra kadar indirmişlerdir. Sadece bazı yeni ürünlerde fark vermeye yanaşmaktadırlar. Türkiye’de etkinlik gösteren dokuz kontrol ve sertifikasyon kuruluşundan yalnızca üçü Türkiye kökenlidir. Avrupa’da genellikle üreticiler ve kooperatifler organik tarım üreticisi sertifikası almaktadırlar. Türkiye’de ise sertifika alan üretici sayısı çok azdır. Kooperatif sayısı ise bir iki adettir. Sertifikaları ihracatçı firmaları üreticiler adına almaktadır. Sertifika çıkarmak için gereken masraflar küçük üreticilerin kaldıramayacağı boyutlardadır. Günlük harcırah için elemanlar 200250 Euro almakta, bir üreticinin sertifika almak için 10002000 YTL masrafı göze alması gerekmektedir. Organik ürün ihracat firmaları üreticilere eğitim getirdiklerini iddia etseler de bu daha ziyade organik tarıma başlarken ikna amacıyla yapılmakta, daha sonra bu eğitimler çok yetersiz düzeylerde, sorun çıkarsa çözmek amacıyla yapılmaktadır. Organik tarımda temel hedef olarak girdilerin işletmeden veya köy içinden sağlanması gerekirken organik gübre adı altında yeni bağımlılıklar yaratılarak organik tarımın ilkelerine ters bir yöneliş de bir süredir başlamış bulunmaktadır. Bazı köylerde yaptığımız görüşmelerde 15 yıla yakın süredir organik tarım yapan köylerde yeşil gübrelerin bilinmediği, bazı üreticilerin gizlice kimyasal gübre kullandığı, bir çoğunun da bitkilerini iyi besleyemeyerek verim kaybı ile karşılaştıklarını öğrendik. Türkiye’de en son TUSİAD tarım raporunda da görüldüğü gibi başka bir yanılgı da, IMF, Dünya Bankası, Avrupa Birliği ve Dünya Ticaret Örgütünün önerdiği politikaların sonucu başta hayvansal ürünler, buğday, şeker pancarı vb. birçok ürünü üretemez hale geldiğimizde organik tarımda çok avantajlı olduğumuz ve kayıplarımızı bu alandan telafi edebileceğimiz şeklindeki görüşlerdir. Türkiye’de temel bir çok tarım ürününün üretilemez hale gelmesi ülkenin birçok yerinde tarım sistemlerinin çökmesi anlamına gelir. Bu çöküş kabul edilemez. Kaldı ki organik tarım hayvancılık olmadan yapılamaz. Diğer yandan organik tarım şu anda tarım ürünleri ihracatımız içinde çok küçük bir yer tutmaktadır ve bir çok üründe endüstriyel ürüne göre organik ürüne verilen sıfıra yaklaşmış primler nedeniyle üreticiye fazla bir avantaj da getirmemektedir. Bir çok şeyde olduğu gibi organik tarım da ülkemizde dışa bağımlı yapılmaktadır ve üreticiye dayanmaz. Ülkemizde köylüden gelen bir organik tarım hareketi yoktur, gelişme büyük yabancı şirketlerin kontrolü altındadır. Türkiye’de gerçekten üreticiye dayalı bir organik tarıma ve sürdürülebilir tarıma ihtiyaç vardır. Tarım Bakanlığı başta, ziraat Fakülteleri, veteriner fakülteleri, orman fakülteleri bunu desteklemeli, tarım politikası bu gelişimi hızlandıracak şekilde değiştirilmelidir. Hatta bunun ötesinde tarımı, enerjisi, konutu, ulaşımı ile bütün yaşamı sürdürülebilir kılmayı amaçlayan permakültür hareketinin ülkemizde güçlendirilmesine ihtiyaç vardır. 30
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle