Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tarım sektörünün yol hikayesi: Kendine yeterlilikten bağımlılığa Gökhan GÜNAYDIN Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Türkiye, içeride ve dışarıda, sektörel gerçek ve gereksinimlere uygun bir tarım politikası seçmek durumunda hazırlanmaktadırlar. AB ve ABD artık ürünlerini dünya pazarlarına sorunsuz dağıtma sistemini kurgulayan DTÖ, çevre ülkelerin iç pazarlarını korumaya yönelik gümrük vergilerini kademeli bir şekilde düşürme kurallarını uluslararası bir Anlaşma koşullarına bağlamak üzeredir. Nisan 2006'da Cenevre'de yapılacak görüşmeler, bu alanda somut sonuçlar üretecek niteliktedir. AB ise, kendi sistemine en uygun yanıtlar üreten Ortak Tarım Politikası'nı (OTP), çok vitesli Avrupa'nın çeperlerine transfer etmektedir. AB'nin müzakere döneminde dayatmaya çalışacağı "çift taraflı sıfırlama" (double zero) koşulları, Türkiye'nin yalnızca yaş meyve sebze, koyun eti, bakliyat ve fındıkta rekabetçi olabileceği bir ortamda tarım sektörü için yıkıcı etkiler ortaya koyacaktır. Bu koşullarda Türkiye, içeride ve dışarıda, sektörel gerçek ve gereksinimlere uygun bir tarım politikası seçmek ve uygulamak durumundadır. Dışa yönelik politikanın temel ilkeleri bağlamında, DTÖ görüşmelerinde G 32 ülkeleri ile birlikte pozisyon almak ve ABABD'yi iç destek ve dışsatım sübvansiyonlarını indirgemeye zorlamak, ancak radikal bir indirim süreci sonrasında gümrük vergileri indirimini görüşmeye açmayı düşünmek doğru olacaktır. AB tarım müzakereleri sürecinde ise, OTP'nin müdahaleden uzaklaşan, genişlemeye giderek azalan oranda destek ayıran, daha az üretmeyi amaçlayan ve yeni ülkelerin üretimlerine kota getirmeye doğru olan temel yöneliminin, Türkiye'nin tarım sektöründen beklentileri ile örtüşmediğini bilmek gerekiyor. Tavizlerle yürüyecek müzakere dönemi sonunun 'özel statülü ilişki' ile sonuçlanması durumunda, sektör üzerinde onarılamayacak yıkımlar doğacaktır. Bu bağlamda Türkiye, içeride, doğru tarım politikalarını uygun tarımsal kamu yönetimi ve yeterli kaynak eşlemesi ile yürütmek durumundadır. Tarımın altyapı sorunları çözülmeli; sulama arazi toplulaştırma ve tarla içi geliştirme hizmetlerinin önümüzdeki on yıllık süreçte tamamlanacağı bir planlama uygulama sürecine girilmelidir. Tarlanın bilgi ve teknoloji ile buluşması önündeki engeller kaldırılmalı, pazarlama ve örgütlenme sorunları kalıcı köktenci yaklaşımlarla çözülmeli, üretici ve tüketicinin bir avuç aracının çıkarına teslim edildiği yapılar tarihe gömülmelidir. Tarımsal destekleme politikaları, 'olumlu etkilerini bir sonraki tarım yılına devreden kaynak kullanım süreçleri' olarak kurgulanmalıdır. Bu yaklaşım, maliyet düşüren verimlilik yükselten rekabet gücü artıran tarımsal yapılar içinde, mülkiyet sahibi üreticinin, ürettiğinin katma değerine sahip çıktığı, kooperatifler aracılığıyla tarım sanayi entegrasyonunun kurulduğu, geniş halk kesimleri, çevre ve doğal kaynaklara saygılı, ülke yararına bir tarım politikasını temel hedef olarak önüne koymalıdır. T ürkiye'de tarım sektörü, sosyal ve ekonomik yönleriyle, neoliberal politikaların uygulandığı son çeyrek yüzyıllık dönemde sürekli olarak güç kaybetmektedir. Bununla birlikte, 2000'li yıllarla birlikte uygulanan Dünya Bankası ve IMF taşeronu teslimiyetçi politikaların sonucunda sektör, çöküş noktasına gelmiştir. 1999 yılından bu yana değişen Hükümetlere karşın sözü edilen "teslimiyetçi anlayış" aynen sürdürülmüş; böylelikle giderek artan bir dışa bağımlılık, kendine yeterliliği kaybetme, üreticinin yoksullaşması ve kuralsız piyasa koşullarında çokuluslu şirketlerin egemenliğinin pekiştiği "kesintisiz bir süreç" yaşanmıştır. Bu bağlamda; 1999 2002 aralığında, tarımsal sübvansiyonlar 6 milyar dolar azalarak 1.1 milyar dolara inmiştir. Başka bir deyişle, tarımsal sübvansiyonların GSMH'ye oranı yüzde 3.2'den yüzde 0.5'e gerilemiştir. Aynı dönemde, tarımsal GSMH 27 milyar dolardan 22 milyar dolara inmiş, çiftçiler üzerindeki net etki, yaklaşık 4 milyar dolar tutarında yıllık zarar olmuştur. 2002 2003 reform döneminde gerek gübre gerekse tarımsal savaşım ilaçları kullanımı yüzde 25 30 azalmıştır. 1999 2001 arasında, Türkiye'de üretilen başlıca tarım ürünlerinin brüt değeri, reel olarak yüzde 16 azalmıştır. Nihayetinde üretici, 450 bin hektarı ekmekten vazgeçmiştir. Sözü edilen yıkım dönemi koşullarından da "yararlanarak" iktidara gelen AKP Hükümeti, aynı politikaları "kararlılıkla" sürdürmüştür. Bu dönemde iç ticaret hadleri, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş şekilde tarım aleyhine dönmüştür. 2004 2005 tarım yılında tüm tarımsal ürünler itibariyle fiyatlar yüzde 25 gerilerken, girdiler yüzde 16 artmıştır. Buna karşılık hedeflenen enflasyon oranı yüzde 8'dir. Fiyat düşüşü yaş meyve sebzede yüzde 46, hububatta yüzde 13, yağlı tohumlarda yüzde 12 düzeyinde gerçekleşirken, seçilen 19 üründe (Buğday, çeltik, mısır, ayçiçeği, pamuk, tütün, soya, fındık, yaş çay yaprağı, narenciye, elma, domates, salatalık, taze fasulye, kavun, taze kayısı, kuru kayısı, yaş üzüm, şeftali) ortalama yüzde 25 olmuştur. Tarım sektörünün ülkemiz kırsal alanının hemen tek ekonomik getiri kaynağı olduğu düşünüldüğünde, tüm bu sürecin yoksulluk olarak halka yansıması kaçınılmazdır. Bu bağlamda, 2005 yılında mutlak yoksulluk oranı kentlerde yüzde 2.8, kırsal alanda yüzde 9.3 olmuştur. Bölgeler itibariyle durum çok daha ağırdır. Karadeniz Bölgesi'nde yaşayan insanlarımızın yüzde 8.1'i, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yaşayan insanlarımızın ise yüzde 17.5'u mutlak yoksulluk sınırının altında yaşamlarını sürdürme mücadelesi vermektedirler. Göreli yoksulluk oranı ise kentlerde yüzde 21.8, kırsal alanda yüzde 33'e çıkmıştır. Tarım sektörü önümüzdeki dönemde, dış koşullar açısından çok daha "zorlayıcı" bir döneme girecektir. İç politika alanının belirleyici özelliğini tümüyle yitirdiği günümüzde, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve Avrupa Birliği (AB), yeni dönemin "politika yapıcıları" olarak sektörü istemlerine uyarlı bir "dönüşüm sürecine" sokmaya 28