Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
29 EKİM 2014 Çarşamba Cumhuriyetimizin 91. Yılı 49 Cumhuriyetçi ve toplumcu irade gerekiyor 2 o ERDAL EREN* 0. yüzyılın ilk yılları büyük altüst oluşların yaşandığı, insanlığın birikimine eşsiz ilerici katkıların eklendiği, bugünün ve geleceğin nerede ise yeniden yazıldığı bir yüz yıl olmuştur. Köhnemiş, toplumsal ve iktisadi gelişmelere ayak uyduramayan, kendi sistemini bu yönde geliştiremeyen imparatorluklar birer birer tarihe gömülmüşlerdir. 19. yüzyılın sonlarında başlayan ve 20. yüzyılla birlikte güçlü bir siyasi akıma dönüşen ve kökleri 1789’da olan ülkemiz aydınlanmacılığı da bu kapsamda değerlendirilmelidir. Osmanlı’nın bütün toplumu baskı altında tutmaya dayanan, dünyadaki bütün değişikliklere rağmen hâlâ dinsel despotik şeriat sisteminde ısrar eden sistemine ve bu toprakları kan içerek sömüren emperyalizme karşı, Anadolu’da “dağlarda tek tek ateşler yanıyor” büyük bir ayaklanmanın belirtileri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyordu. Yüzyıllardır Osmanlı’nın zulmü altında ezilen, hor görülen Anadolu insanı; Cumhuriyeti kuracak olan kadroların ve sonsuz güven duyduğu Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında hızla kenetlenmişti. Vatanın gözyaşlarını dindirmek üzere çıkılan yol, büyük bir varoluş mücadelesinin sonunda dünyada bir benzeri görülmeyen bağımsızlık/kurtuluş destanının yazılmasıyla yeni bir boyut kazanmıştı. Sadece gerici bir padişahlık sistemine karşı değil, esas olarak doğrudan emperyalizme karşı bir mücadele haline gelen bu devrimci süreç, eskinin bütün köhnemiş kalıntılarını temizleyerek; aklın ve bilimin rehberliğinde ve en önemlisi eşit yurttaşlık temelinde kurgulanan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla taçlandırılmıştır. Genç Türkiye Cumhuriyeti, ardı ardına gerçekleştirdiği “aralıksız” devrimlerle ve toplumsal yaşamın her alanında ilerlemeyi öngören, sanayi sektörünün sürükleyici aktörlüğünde topyekun kalkınma hamleleriyle bir kez daha dünyaya ve özellikle mazlum uluslara örnek olmuştur. Ancak, Cumhuriyetimizin temel değer ve kazanımlarına dayanan tercihlerden giderek uzaklaşan siyasal iktidarlar zaman içerisinde bir karşıdevrim sürecini başlatmışlardır. Emperyalizmin son dönem dayatması olan küreselleşme politikalarına teşne iktidarlar uluslararası sermayenin doymak bilmeyen kabarmış iştahına karşılık vermekte en ufak bir tereddütte bulunmamışlardır. Böylece Cumhuriyetin tüm kazanımlarını ve kamusal tüm varlıkları değiştirilebilir ve satılabilir kılınmıştır. Kamusal varlık satışları sürecine, bu topraklarda binlerce yıldır süren kardeşlik bağlarının ve birlikte yaşama iradesinin zayıflatılması ve koparılması gayretleri de eklenmiş, akıl ve bilimin rehberliği yerine ne yazık ki dinsel dogmalar ve koyu bir taassup, siyasetin merkezine yerleştirilmiştir. Saygı duyulması ve ötekileştirilmemesi gereken ve her yurttaş için var olan etnik aidiyetler, birlikte yaşama iradesinin sorgulandığı bir mecraya evrilmiştir. Bugün Cumhuriyetimizin tarihin tozlu dehlizlerine bıraktığı köhnemiş mirası “yeni Osmanlıcılık” adı altında hortlatmaya çalışan bir anlayış karşımıza çıkmış ve eşitlik, özgürlük, tam bağımsızlık, emek, demokrasi, laiklik, sosyal devlet kazanımlarımız nerede ise unutulmuştur. Bunlar yaşanırken Türkiye tarihinin en kitlesel başkaldırıları da ortaya çıkmıştır. Unutulmamalıdır ki; 2013 Mayıs’ın sonunda başlayan ve haziran ayı boyunca devam eden direnişte, meydanları ve sokakları dolduran ve karanlık geceleri aydınlık şafaklara dönüştürenlerin ortak paydası; kökleri 1789 Aydınlanmasının, 1917 Emek Kardeşliğinin ve 1923’ün Tam Bağımsızlığının olduğu Cumhuriyet değerleri idi. Başkaldırılar, aynı zamanda ve her şeye rağmen bu değerlerin toplumda kökleştiğinin açık bir ifadesidir. Yaşam tarzına müdahalelere boyun eğmeyen, eşitlik, özgürlük ve demokrasi isteyen milyonlar, tarihin farklı dönemlerinde olduğu gibi yine “özne” olarak ortaya çıkmışlardır. Eylemler, tarihsel olarak en ileri yönetim biçimi olan Cumhuriyetin ve kazanımlarının bu topraklarda bir kez daha egemen olacağının da işaretidir. Cumhuriyeti koruyacak, geliştirecek ve yaşatacak olan; yurttaşların içselleştirdikleri tüm aidiyetlere saygı duyan, onları ötekileştirmeyen, farklılıklarımızı zenginlik olarak gören, ortaklıklarımızı ve birlikteliğimizi inşa eden, aydınlanmadan, tam bağımsızlıktan, emekten, demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, insan hak ve özgürlüklerinden, laiklikten ve sosyal devletten yana; çağdaş, özgürlükçü, eşitlikçi bir toplum yaratma ideallerini paylaşan yurttaşların Cumhuriyetçi ve toplumcu ortak iradesidir. Ve unutulmamalıdır ki; “başka bir dünya” mümkündür. *Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı