22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 Cumhuriyetimizin 91. Yılı 29 EKİM 2014 Çarşamba Cumhuriyetin tarım serüveni u Tarımımızı hızla; hem üretken, yenilikçi ve bilgi temelli hem de doğa ve emek dostu bir yörüngeye oturtmamız gerekiyor. Cumhuriyetin 100. yılına yaklaşırken Atatürk’ün kırsalı ve tarımı sahiplenme ve kucaklama anlayışını yeniden hayata geçirmeliyiz. Tarım sadece yiyeceğimizin değil, geleceğimizin de belirleyicisi ve güvencesidir. C o Prof. Dr. Cemal Taluğ* umhuriyetimiz Osmanlı Devleti’nden yoksul ve yıllar süren savaşlardan yılgın bir kırsal kesim devralmıştır. Toplumun yüzde 80’inden fazlasının yaşadığı küçük ve dışarıya kapalı Anadolu köylerinde “geçimlik tarım” yapılıyordu ve tarım dışı bir gelir olanağı da söz konusu değildi. Bununla birlikte bu kesim hem aşar vergisi yoluyla kamu gelirlerinin önemli bir kısmını yaratmakta hem de ordunun insangücü kaynağını oluşturmaktaydı. Mustafa Kemal Atatürk kırsal kesimi sahipleneceğini ve insanlarını yücelteceğini; “milletin efendisi gerçek üretici olan köylüdür” sözleriyle başlayan, kır ve tarımla ilgili görüşlerini içeren TBMM açış konuşmasıyla daha 1922 yılında ortaya koymuştu. Behçet Kemal Çağlar’ın yazıp Ahmet Saygun’un bestelediği Ziraat Marşı’nda yer alan “biz ulusal varlığın temeliyiz köküyüz/biz yurdun öz sahibi efendisi köylüyüz” dizelerinin esin kaynağı, Atatürk’ün bu konuşmasıdır. Cumhuriyetin tarıma alanındaki ilk girişimleri; kırsal kesimi rahatlatmak, toprak sahipliğini genişletmek ve bilgiyoğun bir tarımın temellerini atmak olmuştur. Öncelikle “aşar vergisi” kaldırılmış ve “çiftçiyi topraklandırma yasası” kabul edilmiştir. Yurdun çeşitli yerlerinde tarımsal araştırma kuruluşları kurulmuştur. Atatürk tarım kooperatiflerini bizzat kendisi üye olarak desteklemiştir. Atatürk Orman Çiftliği de bu dönemde doğmuştur. Özellikle 1929 Dünya Ekonomik Buhranı ile birlikte tarıma daha yoğun ve devamlı ilgi gösterilmiştir. Ziraat Kombinaları, Tarım Satış Kooperatifleri ve Devlet Ziraat İşletmeleri 193038 döneminin başlıca girişimleridir. Ülkenin araştırmaya dayalı ilk yükseköğretim kurumu olan Yüksek Ziraat Enstitüsü de Cumhuriyetin 10. yılında açılır. Atatürk’ün ölümünden sonraki dönemde gerçekleştirilen kıra ve tarıma yönelik en değerli kurumsal yapı, kuşkusuz Köy Enstitüleridir. Köy Enstitüleri olağanüstü bir eğitim, kalkınma ve aydınlanma hareketidir. 1942’de çıkan teşkilat yasasında köy öğretmenlerinin görevleri arasına “bitki ve hayvan türlerinin korunmasını” koyacak kadar ileri görüşlüdür. Ancak ne yazık ki Köy Enstitüleri 1946’dan itibaren baltalanmaya ve engellenmeye başlar, 1954 yılında resmen kapatılır. Ulusal Kalkınmacılık Dönemi 1950’de Türkiye’de demokratik bir siyasi iktidar değişikliği yaşanırken dünyada da İkinci Dünya Savaşının yaraları sarılmaya çalışılıyor, hemen her yerde iç pazarın geliştirilmesi amacıyla korumacı ve tarımı destekleyici politikalar uygulanıyordu. Türkiye’de de 195075 ulusal kalkınmacı dönem oldu. Fiyat destekleri, girdi sübvansiyonları, tarım satış ve kredi kooperatifleri sistemi, KİT’ler, korumacı bir ticaret rejimi, sistemin temel araçlarıydı. Daha önce tarıma açılmamış alanlar, ithal traktörler sayesinde ekilir hale geldi. Sertifikalı tohumluk, gübre ve ilaç kullanımının yaygınlaşması ve sulama projelerinin hayata geçirilmesiyle yoğun bir tarım ve ticarileşme sürecine girildi. Destekleme politikalarının da katkısıyla tarımsal üretim arttı. Dünyada gelişen “yeşil devrim” ülkemizde de etkilerini gösteriyordu. Nüfusu 195080 arasında 21 milyondan 45 milyona yükselmesine karşın Türkiye, benzer ekonomik kalkınmışlık düzeyindeki ülkeler arasında kendisini besleyebilen nadir ülkelerden biri oldu. Bununla birlikte; toprak dağılımı adaletsizliği başta olmak üzere, tarımın yapısal ve sosyal sorunları artarak sürdü. Kentleşme ve sanayileşmenin gelişmesi sürecinde verimli tarım topraklarının betonlaşmaya başlamasına göz yumuldu. Neoliberal politikalar ülkemize 1980 yılında 24 Ocak kararlarıyla geldi ve 12 Eylül askeri rejimiyle kök saldı. İthal ikameci kalkınma politikalarının yerini ihracata dayalı büyüme politikaları aldı. IMF ve Dünya Bankası anlaşmalarıyla tarımda girdi sübvansiyonları kısıtlandı, destekleme alımları sınırlandı, tarım kredilerinin faizleri yükseltildi. Tarım sektörü KİT’lerinin çoğu özelleştirildi. Dış alım ve satımında korumacılık yerine liberalleşme başladı. Tarımın finans ile ilişkisi yoğunlaştı. Tarım kredileri içinde özel bankaların ve yabancı bankaların payı giderek artmaya, küçük üreticiler icra ve haciz ile tanışmaya başladı. Tarımın endüstrileşmesi ve finansallaşması beraberinde derin ekolojik ve toplumsal sorunlar da getirdi. Tarım biyolojik temellerinden ayrılmaya zorlandı, tohumlar patentlendi, doğal kaynaklar tahrip edildi, biyoçeşitlilik yok olmaya başladı. Meralar, otlaklar ve akarsular “ortak mal” olma özelliklerini kaybetmeye başladılar. Şirket tarımcılığı yaygınlaşırken piyasa karşısında çaresiz bırakılan küçük aile çiftçiliği tarımdan koparılmakta, tarım işçiliğinde emek sömürüsü artarak sürmektedir. Bu dönemde üretici sayısı azaldı, ekim alanları daraldı. Toplam faktör verimliliğindeki artış dünya ülkelerinin gerisinde kaldı. Türkiye giderek net ithalatçı konumuna geldi. Küresel ölçekte uluslararası dev firmaların egemenliği ve iklim değişikliği baskısı altında kalan tarım giderek dünyada en önemli ve stratejik sektör haline gelmektedir. Buna karşın Türkiye kırsal alanını canlandıramamış, tarımın temel sorunlarını aşamamış, hatta tam anlamıyla kavrayamamıştır. Tarım ekonomik, ekolojik, sosyal, kültürel ve etik boyutlarıyla bütünsel bir çerçevede ele alınmamıştır. *Eski Ankara Üniversitesi Rektörü Son söz
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle