22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

30 Cumhuriyetimizin 91. Yılı 29 EKİM 2014 Çarşamba Doğamız, bir avuç maden, birkaç kilovat enerji için yıkımda u Cumhuriyetçilerin temel yönelimlerinden birisi öncelikle doğal kaynakların gerektiğince değerlendirilmesi olmuştu. Tarımsal desteklerden, ormancılıkta devrim sayılabilecek yaklaşım ve uygulamalara kadar... AKP iktidarı ise böyle giderse, siyasal iktidar Cumhuriyetimizin 100. yılına, “doğal” varlık ve süreçleri de büyük ölçüde tahrip edilmiş olarak girecektir. Y o Doç. Dr. YÜCEL ÇAĞLAR* aygın kanının aksine, hayır: Cumhuriyetimizde “dün” ve “bugün” nelerin nasıl yapılmaya çalışıldığı ne gerektiği gibi anlaşılabildi ne de anlatılabildi. “Atatürk Devrimleri” söylemi sıkça kullanıldı ama devrimsel düzenleme ve uygulamaların temel amacı, yöntemi ve kapsamı bir bütün olarak anlaşılamadı; yapılabilenler çoğu kez tek tek ele alındı çünkü. Öte yandan; çoğunlukla yalnızca okumuşlar tarafından anlaşılabilenlerin topluma, özellikle ilgili sınıf ve kesimlerine açıklanması için gerektiğince etkin çabalara girilmedi. Dolayısıyla, söz konusu düzenleme ve uygulamalar, toplumsal olarak içselleştirilemedi. Şimdilerde de çoğunlukla öyle yapılıyor: AKP’nin bir karşı devrimi hedeflediği; gündeme getirdiklerinin bu dönüşümün gerekleri adımları olduğu gerçeği yeterince ne anlaşılabildi ne de açıklanabildi. Bu adımlar atıldığında o da hemen hemen yalnızca bu sürecin ayırdına varabilenler tarafından anlaşıldı ve çok daha sınırlı bir çevrede de tartışıldı, tartışılıyor. Oysa, amaçları tümüyle karşıt olmasına karşın ikisinde de öncelik ve ağırlık, kırsaldaki yaşamın dönüştürülmesine verilmiştir. Sözgelimi; Cumhuriyetçilerin temel yönelimlerinden birisi öncelikle doğal kaynakların gerektiğince değerlendirilmesi olmuştur. Nüfusun çok büyük bir çoğunluğunun kırsalda yaşıyor olması; güçlü ve kalıcı bir ekonomik gelişme için doğal varlık ve süreçleri temel girdi olarak kullanan sektörlerde üretimin artırılması gereği, Cumhuriyetçileri de böyle bir yönelime zorunlu kılmıştır. Sözgelimi; Aşarın kaldırılması, Medeni Kanun ile Köy Kanunu’nun çıkarılması, ilk tarım sayımının yapılması, arazisi olmayan köylülere çeşitli gerekçelerle arazi dağıtılması, Ziraat Bankası’nın tarım üreticilerine sağladığı desteklerin artırılması, örnek çiftliklerin ve tarım kredi kooperatiflerinin kurulması, tarım öğretiminin yeniden düzenlenmesi ve yaygınlaştırılması, üreticilere her türden fidan ve tohumun bedelsiz olarak dağıtılması; devlet fidanlıklarının kurulması, uygulamalı çiftçi eğitimi vb çalışmaların yapılması vb, bu yönelimin somut adımlarıdır. Cumhuriyetçiler ormancılık alanında da devrimci sayılabilecek yaklaşım ve uygulamalar içinde olmuştur. Sözgelimi; 1924 yılında 484 sayılı Devlet Ormanlarından Köylülerin İntifa Hakkına Dair Kanun çıkarılarak; eskiden beri hiç ormanı (baltalığı) olmayan ya da yetersiz olan köylerde yaşayanların orman ürünü gereksinmesinin ücretsiz olarak karşılanması; ormanların içinde ve bitişiğinde yaşayan köylülere ise ticaretini yapabilecekleri orman ürünlerinin düşük bedel karşılığında sağlanması olanaklı kılınmıştır. Aynı yıl 504 sayılı Türkiye’de Mevcut Bilumum Ormanların Fenni Usulü İdare ve İşletilmelerine Dair Kanun çıkarılarak ülkedeki tüm ormanların teknik gerekler yerine getirilerek işletilmesi süreci başlatılmış; yeni bir orman yasası çıkarma çabasına girilmiş; 1937 yılında Türkiye ormancılığında devrim sayılabilecek 3116 sayılı Orman Kanunu çıkarılmış; ardından da Orman Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Böylece; 19. Yüzyılın ortalarından beri yerli ve yabancı özel girişimciler tarafından maden ocakları gibi tüketilen ormanların devlet tarafından korunması, geliştirilmesi ve işletilmesi düzenine geçilmiştir. Öte yandan; AKP’nin karşı devrimci bir siyasal kalkışma olduğu, çoğunlukla biliniyor kuşkusuz. Ancak, bu bilgilenme, tüm yaşama alanlarındaki dönüştürümleri kapsamıyor. Kapsama gerektiğince alınmayan sorun alanlarının başında ise, kırda yapılanlar geliyor. Çoğunlukla, “tarımdaki çöküş” olarak anılagelen bu sürecin, son derece genellemeci ve ortalamacı ekonomik göstergeler temel alınarak sergilenmesiyle yetiniliyor. Oysa, çöktürülen tarım değildir; geçimini tarımsal etkinliklerle sağlamaya çalışan yoksul ve küçük köylülüktür. Böylece; özellikle kentsel yerleşmelerde, bir yandan yoksul kitleler hem büyütülerek hem de yoksunlukları daha da artırılarak siyasal iktidara bağımlılıkları pekiştirilmekte, bir yandan da “yedek işgücü ordusunun” büyütülmesi kolaylaştırılmaktadır. Tarım ise, tüm alanlarıyla kapitalistleştirilmekte; çoğunluğu oluşturan küçük üreticiler yerine kapitalist çiftliklere sağlanan destekler artırılmakta; başta gen kaynakları olmak üzere tarımsal girdilerde dışa bağımlılık giderek pekiştirilmekte; devlet üretme çiftlikleri özel kişi ve kuruluşlara kiralanmakta; verimli tarım arazileri tarım dışı amaçlarla kullandırılmakta; bakanlık örgütlenmesi ve tarımsal araştırma enstitüleri işlevsizleştirilmektedir. Ormancılık alanında ise, bir yandan devlet ormanlarının hem mülkiyeti hem de yararlanma olanakları bir yandan da ormancılık çalışmaları özelleştirilmekte; “bir avuç maden”, birkaç kilovat enerji için en duyarlı ekosistemlerinin bile yıkımına izin verilebilmektedir. Görünüşe bakılırsa bu gerçekler, toplumun göreceli olarak en duyarlı olması beklenen, en etkin olabilecekleri sınıf ve katmanlarına bile gerektiğince anlatılamamıştır. Açıktır ki, böyle giderse, siyasal iktidar Cumhuriyetimizin 100. yılına, “doğal” varlık ve süreçleri de büyük ölçüde tahrip edilmiş olarak girecektir. Başta siyasal partiler, sendikalar ve üretici örgütleri olmak üzere cumhuriyetçi kişi ve kuruluşlar, hiç olmazsa kuruluş günlerinde, Cumhuriyetin bu kazanımlarını daha iyi anlama, anladıklarını topluma, öncelikle de emekçi sınıf ve katmanlara gerektiğince anlatma çabalarına girse, deyim yerindeyse, “kıyamet mi kopar”? Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ünlü romanındaki Yaban’ın başkişisi Ahmet Cemal ne diyordu: “Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı, aydınlatamadın. Bir vücudu vardı besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı, işletemedin. Onu hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla, kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi elinde orak buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin. Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ızdırap veren bu şey, senin kendi eserindir. Senin kendi eserindir.” Bu içten öz eleştiri, günümüzde de anlamlı değil mi? *Araştırmacı Yazar
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle