Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
34 Cumhuriyetimizin 91. Yılı 29 EKİM 2014 Çarşamba Türkiye, dış politikada edindiği ilgi ve çekiciliğini yitiriyor u AKP 2009’dan itibaren mezhepçi ve müdahaleci bir politika benimseyerek dış siyasetimizi saplandığı çıkmaza ve ülkemizi bugün içinde bulunduğu yalnızlığa sürüklemiştir. T o OSMAN KORUTÜRK* ORTADOĞU’DA YENİ KERVAN Ortadoğu siyaseti, öteden beri Cumhuriyet dış politikasının ana eksenlerinden biri olmuştur. Laik dış politika anlayışı sayesinde farklı din ve mezhep çatışmalarının yanı sıra mikro milliyetçilikümmetçilik çekişmelerinin de ön planda olduğu bu bölgede sağlam politikalar uygulamıştır. Kuruluşundan bu yana, Araplar arası ihtilaflara taraf olmamak Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgedeki siyasetinin temel bir ilkesi olmuştur. Osmanlı’nın emperyal geleneğinin tersine Yeni Cumhuriyetin antiemperyalist bir çizgi benimsemesi, bölgesindeki mazlum uluslarla bugüne kadar sağlıklı ilişkiler kurabilmesinde önemli rol oynamıştır. Bu tutum Türkiye’yi bölgede tarafsızlığına ve dostluğuna güvenilir, komşularına yönelik art niyeti olmadığına inanılan, anlaşmazlıklarda hakemliği aranan, yumuşak güç kullanan bir lider ülke konumuna getirmiştir. Bu noktada gözden uzak tutulmamasında yarar bulunan bir husus, Türkiye’nin yukarıda sayılan tüm özelliklerinin yanı sıra mensup olduğu ittifak ve uluslararası forumların da tesiriyle Müslüman bir Batı ülkesi kimliğini kazanmış ve gerek Doğu’da gerek Batıdaki ilgi ve çekiciliğini bu kimliğiyle korumuş olmasıdır. 2002 yılında iktidara gelen AKP, ilk hükümetleri döneminde AB’ye odaklı bir siyaset izlediği görünümünü vererek, Cumhuriyetin temel dış politika çizgilerini terk etmemiştir. 2009 yılında yapılan kabine değişikliği sonucunda Dışişleri Bakanlığı’na Ahmet Davutoğlu’nun gelişinin ardından, hükümet önce “komşularla sıfır sorun” adını verdiği bir politikayı uygulamaya koyduğunu iddia ederek Cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye’nin izlediği iyi komşuluk ve bölgesel işbirliği politikasını dünyaya değişik bir yaklaşımmış gibi takdim etmiş, ancak sonrasında “Arap Baharı” denilen ancak bahar olmadığı zamanla ortaya çıkan gelişmelerin yarattığı ortamda mezhepçi ve müdahaleci bir politika benimseyerek dış siyasetimizi saplandığı çıkmaza ve ülkemizi bugün içinde bulunduğu yalnızlığa sürüklemiştir. Peki, Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikası nasıl olmalıdır? Bu sorunun cevabını yine Atatürk’ün dış politikaya ilişkin tespitlerinde bulabiliriz. Yüz yıla yakın bir zaman önce ifade edilen bu görüşlerin bugün de geçerliliklerini aynen koruduklarını görmek heyecan vericidir. Atatürk şöyle demektedir: “Dış siyaset bir toplumun iç bünyesi ile sıkı şekilde ilgilidir. Çünkü iç bünyeye dayanmayan dış siyasetler daima boşlukta kalmaya mahkumdur. Bir toplumun iç bünyesi ne kadar kuvvetli ve metin olursa dış siyaseti de o kadar sağlam ve dayanıklı olur. Keza, dış siyaset iç teşkilatın dayanamayacağı genişlikte olmamalıdır. Yoksa hayali dış siyasetler peşinde koşanlar dayanak noktalarını kaybederler.” “Dünyanın bugünkü şartları ve yüzyılların beyinlerde ve karakterlerde biriktirdiği gerçekler karşısında hayalci olmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin, bilimin, aklın ve mantığın ifadesi böyledir. Milletimizin güçlü ve mutlu olması, güvenlik içinde yaşayabilmesi için, devletin tamamen milli bir siyaset izlemesi ve bu siyasetin, iç bünyemize uygun ve dayalı olması gerekir. Milli siyaset dediğim zaman, amaçladığım mâna ve anlam şudur: Milli sınırlarımız içinde, her şeyden evvel kendi kuvvetimize dayanıp varlığımızı koruyarak millet ve memleketin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak… Genel olarak erişilemeyecek hayali emeller peşinde milleti uğraştırmamak ve zarara sokmamak… Medeni dünyadan, uygar ve insanca davranış ve karşılıklı dostluk beklemektir.” Bu sözlere bugünkü koşullarda ilave edilebilecek bir vurgu, Türkiye’nin civarındaki ülkelerle arasındaki en büyük farkı teşkil eden demokrasi, temel hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, refahın hakça paylaşımı, cinsiyet eşitliği gibi çağdaş değerleri korumak ve daha da geliştirerek günümüzde en ileri kıstasları teşkil eden AB standartları düzeyine çıkartmak zorunluluğudur. Diğer bir vurgu, demokratik performanstan sonra dış politikanın ikinci itici gücünün ekonomi olması gereğidir. Ekonomi dendiğinde anlaşılması gereken ise; istihdam yaratacak bilgi toplumunun ihtiyaçlarına cevap verebilecek üretime dayalı ihracattır. Türkiye bu değerler cümlesinde hiç kimseye tehdit oluşturmayan, hiç kimseden de tehdit kabul etmeyecek bir konumda yapıcı ve barışçı bir dış politikayı ilke edinmelidir. *Emekli Büyükelçi, CHP İstanbul Milletvekili ürkiye Cumhuriyeti, asırlarca kıtalara hükmeden fakat sonradan çağın gerisine düşerek çöken bir imparatorluğun ardında kalan enkaz üzerinde kurulmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ulusça gerçekleştirdiğimiz bu mucizevi yeniden doğuşun ilk adımı ulusal kurtuluş savaşı, ikinci adımı ise çağdaş dünyada özgüven sahibi bir cumhuriyet olarak tarih sahnesindeki yerimizi yeniden almamızdır. Bu cumhuriyet, kurucularının gerçekçi bir yaklaşımla belirledikleri Misakı Milli sınırları içine çekilmiş olsa da Kafkasya’dan başlayıp Karadeniz, Balkanlar, Ege ve Akdeniz’den geçerek Ortadoğu’yu da içine alan geniş bir coğrafyanın yükselen gücü olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle son dönemlerinde yaşadığı tecrübeler ve ardı arkası kesilmeyen savaşların ülkeye yaşattığı acılardan çıkarılan dersler, yeni Cumhuriyetin iç ve dış siyasetinde belirleyici olmuştur. İlk dış borcunu 1854 yılında aldıktan sonra sadece 27 yıl içerisinde mali iflasa sürüklenen, 1881 yılında Düyunı Umumiye’nin tesisinden varlığının son bulduğu tarihe kadar ekonomik olarak dışa bağımlılığın bütün sıkıntılarını yaşamış olan Osmanlı’nın tecrübeleri, bu bağlamda Ankara Hükümetinin Lozan masasında kapitülasyonlar ve dış borçlar konusundaki tavizsiz tavrının arka planında değerlendirilmelidir. Bir başka örnek, 1912 yılında bile Adriyatik’ten Kızıldeniz’e kadar toprağa sahip bir devletin, Balkan ve Birinci Dünya harplerinde yaşadığı felaketlerin, Cumhuriyetin İkinci Dünya Harbi sırasında gerek İngilizlerin gerek Almanların o zamanın şartlarında belli bir çekicilik içerdiği söylenebilecek tekliflerine kapılmama ve sonu belirsiz maceralara atılmama konusundaki kararlılığı üzerindeki etkisidir. Acı tecrübelerin ışığında barışa odaklanan Türkiye Cumhuriyetinin temel siyasi felsefesi, Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” veciz sözlerinde ifadesini bulmuştur. Atatürk, bu ilkeyi “Yurtta Sulh Cihanda Sulh politikası devletin içinde birlik ve bütünlüğü sağlamayı, dışarıda da barışçı, istikrarlı, saygın ve sözüne güvenilir bir devlet olarak sonuç alıcı bir siyaset izlemeyi öngörür” diye açıklar. Bu kısa açıklama, içinde bulunduğu geniş bölgede zamanla ciddi bir ağırlık kazanmış bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasında bugün de yol göstericidir. Son dönemde ortaya atılan bazı iddiaların aksine