Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22 Cumhuriyetimizin 91. Yılı 29 EKİM 2014 Çarşamba Cumhuriyete karşı saldırı kendine üç hedef seçti: Ulus devlet, laiklik ve bu ikisini kaynaştıran Kemalizm... 2 o Prof. Dr. SEYHAN ERDOĞDU* 9 Ekim 2014’te Cumhuriyet’in 91. yılını coşkuyla ama aynı zamanda da kaygıyla kutluyoruz. Varlığıyla bizi coşturan, geleceğiyle kaygılandıran Cumhuriyet hangi cumhuriyettir. Tanımlar genellemeyi öngörür. Doğa bilimlerinin tersine, toplum bilimlerinde genellemeler tehlikelidir, yanlışları da içerir. Depremin tanımı, örneğin, genel bir anlam taşır. Bu anlam genel bir kabul görür. Oysa toplumsal terimler, tarihseltoplumsal, özgün koşullarda bir anlam kazanır. O terimin tanımı, ona yüklenilen işlevle toplumsal kimliğini ifade eder. Cumhuriyet tam da böyle bir kavramdır. Söz konusu olan hangi cumhuriyettir? Hitler Almanya’sı da bir cumhuriyetti. Kaddafi Libya’sı da bir cumhuriyetti. İran da bir İslam cumhuriyetidir. Kuşkusuz, bunların bizim anlamlandırdığımız Cumhuriyetle hiçbir ilişkisi yoktur. Bizim anladığımız Cumhuriyet, emperyalizme karşı tarihin ilk kurtuluş savaşını vererek, mazlum uluslara örnek olmuş bir zaferin taçlandırdığı, 600 yıllık bir imparatorluğun külleri arasından doğan, Türkiye Cumhuriyetidir. Ona can ve kan veren altı ilke, içinde bulunduğu tarihsel, toplumsal ve coğrafi koşullarda, Türkiye Cumhuriyeti’ne bir özgünlük vermiştir. Tarihi gelişim süreci içerisinde, bu ilkelerin biri ya da birkaçı öncellik kazanmış olsa da, devrimcilik, laiklik, halkçılık ilkeleri Türkiye Cumhuriyeti’nin kimliğini belirleyen vazgeçilemez temel ilkelerdir. Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti, herhangi bir kişi ya da zümrenin öznel tercihinin sonucu değildir. Tam tersine, çetin bir tarihsel sürecin dayattığı zorunlu bir sonuçtur Cumhuriyet. O nedenle, Cumhuriyet, tarihi sürecin nitel bir sıçramasıdır, geçmişin yadsınmasıdır. Bu bağlamda da bir devrimdir. Dolayısıyla da ancak bir karşıdevrimle yok edilebilir. Gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi, devrimle karşıdevrimin çatışma tarihidir. Bu dün böyleydi, bugün de böyledir, yarın da böyle olacaktır. Tarihteki pek çok sosyal hareket, insanlığın ve yeryüzünün sorunlarına çözüm yolları ararken içinde bulundukları toplumsal siyasi sınırları tanımayan küresel düzeyde bir çözüm aramışlardır. Bu büyük sosyal hareketler, ulusal sınırları aşan küresel çözümler aradıkları ölçüde evrenselleşmişler ve insanlığı daha ileri götürecek gelişmelerin temelini atabilmişlerdir. Cumhuriyet de böyle evrensel bir amaç etrafında şekillenmiştir. Mustafa Kemal daha 1922’de bu amacı şöyle dile getirmişti: “Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir u Yeni bir devletin kurucu felsefesi olan Cumhuriyetin, bugün otopsi masasına yatırılıp didiklenmesinin tek bir nedeni var; bir başka Cumhuriyeti, bir siyasal İslam Cumhuriyetini onun yerine oturtabilmek. gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır.” Cumhuriyetin ulusçuluğu, “mazlum milletler ulusçuluğu”dur. Cumhuriyet, “kapitalizmin emperyalizmi”ne karşı tüm mazlum milletlerin kurtuluşu utkusu etrafında şekillenmiştir. Bu kapsamda Hindistan (Gandi, Muhammet İkbal), Çin (Sun Yat Sen), İran (Rıza Şah), Afganistan (Emanullah Han), Libya (Sunusiler) gibi pek çok doğu ulusunun örnek aldığı bir yaklaşımdır. Feodal kalıntıların temizlenmesi, ulusal bütünlüğün sağlanması, yurttaşlık bilincinin pekiştirilmesi, ulusal kültürün yaratılması ve ulusal pazarın oluşturulmasında, bu yaklaşım devrimci bir işlev görmüştür. Mustafa Kemal, sömürgeciliğin ve emperyalizmin yeryüzünden silineceği bir dünyanın kurulmasını hedeflemiştir. Onun için Cumhuriyet devrimcidir, onun için Cumhuriyet Anadolu sınırlarını aşan bir küresel kurtuluşun meşalesini yakmıştır. Kuşkusuz Cumhuriyet, ona hayat veren devrimci niteliği gereği, dinamik bir kavramdır. Her toplumsal olgu gibi, Cumhuriyetin de tarihsel süreci içinde, gelişmesi ve evrilmesi yadsınamaz. Ama bu Cumhuriyetin aldığı yolda ilerlerken, önüne engellerin çıkmadığı, çıkarılmadığı anlamına gelmez. Tersine, bugün karşımızda duran manzaraya baktığımızda, Cumhuriyetin önüne konan tuzakların ne denli tehlikeli ve yıkıcı olduğunu görmemek olanaksız. Bu tuzakların en başta geleni, laik ve demokratik niteliğinin yerine Cumhuriyete siyasal İslamcı bir hüviyet kazandırılması çabalarıdır. Bu çabalar, Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak, ulusal ve uluslararası boyutlarda temel bir direniş çizgisi olarak sürdürülmüş olsa da, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleriyle birlikte, siyasal iktidar desteği güçlenmiş, özellikle de AKP’nin iktidarıyla hayata geçirilmiştir. Bu gelişmede Türkiye’nin bulunduğu coğrafyadaki konjonktürel koşulların büyük payının olduğu unutulmamalıdır. ABD eski dışişleri bakanı ve eski genelkurmay başkanı, Powell’in, Türkiye’yi “Ilımlı İslam” modeli olarak öteki İslam ülkelerine örnek olarak göstermesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal İslamcı temellere dayandırılmasına dönük bir ön kabulü yansıtmaktadır. Siyasal İslamcı referanslara dayalı bir cumhuriyetin tartışmasız, laik, demokratik ve devrimci niteliğinden uzaklaşmış olacağı açıktır. Unutmamak gerekir ki, yalnızca Türkiye siyasal İslamcılarının değil, dünya siyasal İslamcı hareketlerinin de Türkiye Cumhuriyeti ile sorunu olmuştur. Bu sorunun başlıca kaynağı, Cumhuriyetin halifeliği kaldırıp, laiklik ilkesini Cumhuriyetin temel ilkesi haline getirmesidir. Laik bir sistemle uluslaşma sürecini biçimlendiren Türkiye’de, bugün Cumhuriyetin ve demokrasinin bu en önemli kazanımı yadsınmaktadır. Laiklik, Cumhuriyet düşmanı çevrelerce militarizmle, antidemokratiklikle, ırkçılıkla eş tutularak sunulmaktadır. Günümüz Türkiye’sinde etnik ve inanç sorunlarının olduğu ve Cumhuriyetin hem bu sorunların kaynağı, hem de bu sorunları çözemeyeceği dile getirilmektedir. Bu sorunların kaynağının Cumhuriyet olduğunu öne sürmenin salt bir cahillik olduğunu söylemek safdillik olur. Bu sorunlar gerek tarihsel konumları bakımından, gerekse toplumsal konumları yönünden temel farklılıklar gösterir. Bu farklılıkları bir sepete koyup Cumhuriyetin sırtına yapıştırmak, besbelli ki belirli bir stratejinin, yani Cumhuriyete direniş stratejisinin günümüzde de sürdürülmesidir. Cumhuriyet laik niteliğiyle her şeyden önce inanç sorunlarına çözüm getirmiştir. Ilımlı İslam modeli ise Cumhuriyetin büyük ölçüde çözdüğü inanç