Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYEI DERGİ Arkadaşlan bazen Tünelci' diye takılırlardı ona. Kendine ait olmayan sahte Habip Gül adıyla yakalandığında onca işkenceye rağmen bu isimde ısrar etmiş, mahkemelerde birçok kez bu isimle yargılanıp cezalar almıştı. Mahmnt Alınak, "Seni yazmak istiyorum, bir sakıncası yoksa bana yaşamöykünü yazar mısın" diye sormuştu ona. Habip söz verdiği yazılan 4 Haziran 1998'de ulaştırmıştı Mahmut Ahnak'a. Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde yaşamının sona erdirilmesinden 16 ay önce... Habip'in öyküsü amansız güz soğuğunun Kars'ı çe % peçevre sardığı uğursuz bir pazar akşamıydı. Televizyonlar Ankara UlucanlarCezaevi'ndeisyançıktığıııı habcı veriyorlardı. Devletgüçlerincegirişılen operasyon sonucu bazı tutukluların öldürüldüğübildıriliyordu. Televızyonun başına geçmiş, öfke kasırgasınatutulmuşhaldehaberleridinliyordu. Habip Gül adınıışitınccoturduğukanepede taş kesildi. Aklına ilk gelen, sakin bir deniz gibi bakan Habip'in masmavi gözleri oldu. Gülümsüyordu. Sonrakadifemsi birgörüntü veren kıpır kıpır parlak kumral saçları uçuştugözlennınönünde. Arkasından sırasıylayüksek alnı, hafif çıkık clmacık kemiği ve ortanın üstünde gösteren fidan boyu canlandı bclleğinde. Hıçkınklararasındatelefona koşup, dar gün dostunu aradı. Sadece, "Habip.. Habip.." diyebildi boğuk bir sesle. Dostu,"Yapma!"dediacıyla. Başkadaherhangi bir şey konuşmadılar. Dostu tam olmasadaanlamıştı Habip'in başına gelenleri. Dizginsiz hıçkırıklar arasında yığıldığı masada Habip'le ılk karşılaştığı anı hatırlamayaçalıştı.K.utsalgörünüyorduoanşimdi ona. Ama tüm çabası boşa gittı. Belleğinde o anı gösteren tek bir resim bile yoktu. Sabun köpüğü gibi silınıp gitmişti her şey. Kendisinin de terörist diye kilit arkasına kapatıldığı günlerdetanışmıştı Habip'le. Ziyaretçi görüşüne gidip gelirken karşılaşıyorduk herhalde, diye düşündü. Ama kör bir karanlığabakargıbıydi,hiçbirşeygöremiyordu. "Ah, ah keşke seni görüş yerinde hiç bekletmeseydim, paha biçilmez o zamanı hiç çalmasaydım"diyehaykırarak,sarsılasarsılaağlamayakoyuldu. Cezaevinden çıktıktan sonra içı burkularak gcride bıraktıgı dostlarını sık sik zıyarete giderdi. Ulucanlar Cezaevi o her zamanki soğuk ve resmi tavrıy la karşılardı onu. Dişçi koltuğunaoturmaktanbetcrsıkıcılıktakıişlemler tamamlanırdı önce. Dcniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin lnan'ıh asıldıkları asırlık ağacın önünden geçerek bırinci kata çıkardı sonra. Bırdöncmbirliktesiyasetyaptiğı eski koğuş arkadaşlan, ziyaretçılerıyle bukattakibirodadagörüştürülüyorlardı.ErkengetırildıklcriiçinzaiTianisrdfolmaMn diye ilkın onlarla görüşürdü. Sonra da alt kattakı dostlarına giderdi. Ama oraya hep geç kalmışolurdu. Cezaevi zıyaretlerindezamanın nasılgeçıpgittiğifarkedılmezdi. Ateşlenen sohbetin alevi, zamanı hızla yutup tüketirdı. Eski koğuş arkadaşlarıyla vedalaştığında koguşkapılannın kapanmasına on beşyirmi dakika gibi kısacık bir zaman kalmış olurdu. Saatine bakarken utanca boğulup, hızla dışarıatardıkendini.lçinidolduranağırbirsuçluluk duygusuyla soluk soluğa aşağı kattaki görüşme odasmın yolunu tutardı. Habip' i o hiç değişmeyen sakinliğiyle göğsündckolla rınıkavuşturmuşhaldekendısınıbeklcrken bulurdu. Beklemckten yorulup görüşme umudunu y itiren ötekı dostları, geriye sitemlennibırakıpçokluklagitmişolurlardı Ama Habip gitmezdi, son ana kadar sabırla onu " beklerdi. O, binbir özür dıleyıp bağışlanma isterken, Habip tatlı bir gülümsemeyle karşılık verip, rahatlatırdı onu. Habip'in tünel kazarak cezaevlerini kalburaçeviren firarserüvenleri iştebuziyaretlerindekişakalaşmalarsırasındaçalınmıştı kulağına. Arkadaşlan bazen 'Tünelci' diye takılırlardı ona. Kendine ait olmayan sahte Habip Gül adıyla yakalandığında onca işkenceye rağmen.bu isimde ısrar edişi ve mahkemelerde birçok kez bu isimle yargılanıp cezalar alışı, onun hayat macerasını daha da çekici hale getiriyordu. Kişilikleri henüz kökleşmemiş olanlar, Habip'teki çelik cesaretin kırıntısını bile taşısalar, fark edilmek için herhalde çokkasıntılı dururlardı.Çalımlanndan geçilmezdi. Ama Habip öyle değildi. Sıradandı. Böyle gösterişsiz olmak ıçin de kendini hiç zorlamazdı. Güvenli insanlann alçakgönüllülüğü onu hayranlık vericibir doğallığa büründürürdü. Elindeki romanın yazımı tamamlanmak üzereydi. Yeniden yazmak istiyordu. Ele alacağıkonularüzerindekafayorduğubirsırada Habip'in Hkyatını yazma fikri alevlenmişti kafasında. Habip'le en son görüşmesınde, "Seni yazmak istiyorum, bir sakıncası yoksa bana yaşamöykünü yazar mısın," diye sormuştu. Habip ise.kaçgünlük olduğunu şimdi hatırlayamadığı bir süre istemişti ondan. Birbırlerini artık bir daha görmeyeceklerini bılmeden o gün vedalaşmışlardı. Çünkü o, y ıllar süren uzun bir ayrılıktan sonra doğup büyüdüğü topraklara geri dönecekti.Onlarbir daha hiç görüşmeyeceklerdi. Habip, söz verdiği yazılan ortak bırdostlanaracılığıylaulaştıracaktı ona. 4 Haziran 1998 tarihli dört sayfalık yazı, memleketine döndüğününikincihaftasındaelinegeçmişti. Her satınnı çizerek ve içi yanarak defalarcaokumuştu. Romanı yayımlanmış, ancak beklcdiği ilgiyi nedense görmemışti. Başladığı yeni romanın yazımı kcsintilerle sürüyordu. Habip'in yaşamından etkilenerek kurguluyorduycni romanını. Olanetli pazar akşamındatelevizyonhaberiyle kedere boğulduğunda, Habip'le en son görüşmesinin üzennden on beş ayı aşkın bir süre geçmişti. Gecenın ürpertici sessizliğinde masanın başına geçip, Habip' in yaşamöyküsünü yeniden okuduğunda içındc baş edemediğibirtitremcdolaşıyordu. "1/1/1965 tarihinde Elazığ Karakoçanılçesi Çalakas (Balcalı) Köyü'nde doğmuşum" diye başlamıştı Habip, kendı yaşamöyküsü'ne. "Üçü kız üçü erkek, altı kardeştik. Kardeşlcrin en küçüğüydüm. Çok yoksulduk. Köyde tek karış toprağımız bile yoktu. Köyağasınıntarlaveçayırlarındaçalışırdık. Yancıydık. Ağayanyatıpkılınıbilekıpırdatmazken, tcrimizle can verip yeşerttiğimiz ürünün yarısı onun olurdu Ablam ağanın hay vanlarına çobanlık y apardı. Dağ taş demeden, koca üç mevsım hay vanların arkası sıra sürüklcnmcsınin karşılığı olarak bir gömlekyadacntarialırdı. Nc zaman fersiz gözleri çukura kaçnıış çelimsız bir kız çocuğu görsem, ablam gclır gözlcrimın önüne. Babamla annem yazgılanna şikâyetsizce boyun eğmışlerdı. Ama ben ve ağabeylerim ağadan nefret ederdik. Hep öfkeylc bakardık ona. Yaz boyu tarlada çalışan zavallı babam, ekmek parası kazanmak için kışın da büyük kentlere giderdi. Babamıçoközlerdım. Aylar sürerdi bu ayrı I ık. Döndüğünde ıse, dünyalarbenmı olurdu. Ağabeylerim büyüyünce, onlar da bu gurbet kervanına katıldılar Dur durak bilmeden yazın köyde, kışın da