08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

G ÜNLÜk Salâh Birsel Başı yıldız 30Mart1990 ötefan Zweig: "Gerçeği saklamayalım. Bir zamanlar yüzyılının en parlak ve büyük ününün taşıyıcısı olan Rotterdamlı Erasmus'un bugün yalnız adı biliniyor" derv Bizim memlekette, çok şUkür, durum değişiktir. Yazarların ne yaptıkları, ne içtikleri araya ölüm girmeden bile unutulur. Hele, hagaragort konuşmak gerekirse, ölümden sonra bir süt pişimi kadar zaman geçmişse incelemeciler ve tarihçiler taze mevtayı aladışappak rafa kaldırırlar. Laleş kaldıklan zamanlarda da işe kendi palavralannı kanştırırlar. Bunları, bugünkü gazetelerden birinde Halit Ziya Uşaklıgil üzerine yazılmış bir yazı okudum da dUşündüm. Yazının yazarı belli değil. Anlaşılan adını herkesin önüne çıkarmaktan utanmış. Gerçi yazı pek kötü değil, ama insanı harap ve yebap da etmiyor. Daha açıkçası, bir sürü kitaptan devşirilmiş düşüncelerle döktürülmüş. Bana en çok dokunan Halit Ziya'nın yapıtları sayılırken Sanata Dair adlı denemelerinin Uç cilt gösterilmesi oldu. Yanına da (19381955) tarihleri atılmış. Gerçekte, Sanata Dair dört cilttir. tlki 1938'de, ikincisi 1939'da Hilmi Kitabevi tarafından yayımlanmıştır. Uçüncü cilt ise 1955'i bekler. Bu kez yayıncı Maarif Vekaletidir (Milli Eğitim Bakanlığı). Dördüncü cilt ise 1963'te ortaya çıkar. Yine Milli Eğitim Yayınları arasında. Yanlışın nereden geldiğini anlamak için MeydanLarousse'a saldırdım. Orada da yanlış olduğu gibi duruyor: Sanata Dair(3 cilt, 19381955). • 1953 ocağında Varhk Yayınları "Türk Klasikleri" dizisinde L. Sami Akalın'ın Halit Ziya adlı bir monografisini yayımlamıştı. Ona baktım. Orada kitap iki cilt. Tarih 19381939. Yalnız Akalın'ın bunda bir kusuru olmamıştır. Uçüncü cilt kendi monografisinden iki yıl, dördüncü cilt de 10 yıl sonra yayımlanmıştır. Nedir, monografinin öbür yıllarda başka baskı yeyip yemediğini, öbür baskılarda bu eksiğin giderilip giderilmediğini saptayamadım. Sevgili Behçet Necatigil'in Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü'nde de sadece üç cilt anılmış. Sözlüğün bu yıl "yenıden gözden geçirilmiş 13. basımı" yapıldığı halde eksiklik yine gözden kaçmış. Durmadım, ŞUkran Kurdakul'un Şairler ve Yazarlar Söriügii'nU de (tkinci basım Mart 1973) karıştırdım. Orda da üç cilt ve yine 19381955. Yalnız kaynakları arasında Akalın'ın hem 1953, hem de 1963 tarihli monografisi var. Demek Akalın'ın öbür baskıları da yeni bir haber taşımıyor. Bilmiyorum, belki cilt sayısı üçe çıkarılmıştır. Sanata Dair benim tuttuğum bir yapıttır. Bunlarda Halit Ziya'nın denemeleri bir araya getirilmiştir. Ne bileyim, belki başkaları da vardır. Birinci ve ikinci ciltte Türk yazını ağırlıkta. Şiirin, romanın, çevirinin, sözlüğün, eleştirmenin ne olduğu, ne olmadığı gündeme getirilmiş. Aralık aralık, genç kuşak yazarlarına, şairlerine de (Necip Fazıl, Nurullah Ataç, Falih Rıfkı, Sabri Esat Siya laf ustaları vuşgil, Sabahattin Ali, Cevdct Kudret vb.) el atılıyor. Uçüncü cilt de aynı düzeyde. Bir de yazım ve Türk dilbilgisi sorunları konuşturulmuş. Dördüncü cilt ise Uşaklıgil'in Batı edebiyatına da ne kadar açık bir sanatçı olduğunu gösteriyor. Denemelerin tümü lngiliz, Fransız yazarları üzerine. Shakespeare'ler, Svvift'ler, Dickens'ler Wordsworth'lar, Baudelaire'ler, Rimbaud'lar, Mallermee'ler çok gelip çok gidiyor. Walter Scott üzerine yazarken de eski bir derdimize dokunuyor. Çevirilerin hiç değeri olmayan yapıtlardan seçildiğini söyleyerek bin hayıf yağdırıyor. 7 Nlsan 1990 wanırım XX. yuzyıhn sonlarına yaklaştığımız şu boynu bükük günlerde, eskilerin Mirikelâm adını verdikleri, güzel sözlü, hoş sesli kişiler, laf dostlan yavaş yavaş geçmişe mal olmaktadır. Ben bu ustalara, bu lafa laf yetiştirenlere "Mirikelâm" adh denememde de değinmiş ve kimi söz pehlivanlarını şanoya çıkarmıştım. Halit Ziya Uşaklıgil de "Konuşma Dili" adlı yazısında Hazreti Sanata Dair adıyla toplanan denemelerinden biridir bu çağın sarsıntılarıyla yıkıla yıkıla, devrile devrile kırılan, dökülen, bozulan, çarpılan bir Türkçenin yeni kuşağın ağzına düştüğü kaygısına kapılır. Ona göre yıllarca incele incele bugünlere erişen eski zaman kalıtı bir Türkçe de karanlıkların sığıntısına çekilmektedir. Fransa'da da Büyük Savaş'tan sonra, konuşma dili bir bayağılık çukuruna yuvarlanmıştır. Artık saatlerce türlü nükte, cinas, saraka türünden süslerle kıvılcımlar saçan Fransız ikiliklerine kolay kolay rastlanmamaktadır. Halit Ziya'nın bu yazısı XX. yuzyıhn ortalarına doğm, ölümünden (1945) önceki yıllarda kaleme alınmıştır. Bunları gündeme getirirken lzmir'dc Hizmet, lstanbul'da Servetifünun gazetesinde, Yeşilköy'deki evinde, ya da eş dost toplantılarında geçen ballı, pekmezli şakkışefeleri, söyleşileri df savsaklamaz. Bu katmerli, bu birinci iklim konuşmalarından, tartışmalardan biri de eşinin kuzeni (tezyeoğlu) Nâzım'ın evinde bir ramazan akşamı geçmişür. Nâzım, o aksam Unlü romancımızla tanışmak isteyen sınıf arkadaşlarını da çağırmıştır. Ycmekten sonra topluca Direklerarası'na gideceklerdir. Gelin görün ki, konuklar arasındaki fiskos çalçene o kadar iyi resim verir ki, herkes Direklerarası'nı, Arif'in Kıraathanesi'ndeki sazı, Vezneciler'deki Manakyan Tiyatrosu'nu hepten uslanndan çıkarır. Konuşmalar, lastik top gibi elden ele fırlıyordur. Biri onu kapınca, bir başkasına atmadan evirip çeviriyor, atıp yine tutuyordur. Bir ara, konuşma tapatap tapatap gelir musikiye yapışır. Nâzım, Türk musikisine evet diyen biridir. Ama Batı musikisine de "şiddetle" tapıyordur. öbür konuklar ise Batı musikisine karşıdırlar. Halit Ziya ise ken di tutumunu şöyle dile getirecektir: Ben de Nâzım gibi iki musikinin ikisine de tutkun olmakla birlikte gerçek musiki demek olan Batı musikisine aşırı derecede bağlıydım. Evet, insanı tor eden, zar eden, her yanını bağlayan laf ustaları, laf ebeleri, alifakalar, başı yıldız ormanı yiğitler artık ortalarda pek görünmüyor. Nerelere takıldılar? Nerelere kaçtılar? Şimdilerde çok çok cigara da içiliyor. Yoksa insanları çalçene denizlerinde ytlzmekten alakoyan cigaranın bombozuk bir manzara içine girmesi mi? Yüzsuzlüğü, utanmazlığı, şallamşopluğu yani görgüsüzlüğü mü? 9 Nlsan 1990 Teniden Halit Ziya. Yeniden musiki. Gençliğinde musiki düşkünlüğüyle, uzun bir süre piyano çalmış, ama bu vurgunluk, bu doğuştan tiryakilik onu bir türlü başarılı bir piyanist katına çıkaramamıştır. Kendi demesine göre öyle eksik bir yeteneği vardır ki bu, piyano tıngırdatırken bütün duygularumlarına top attırıyordur. Bir gün, çabasının sonuç vermesine engel olan bu hastalığı bir doktora danışmak ister. Zamanın, lstanbul'da ünlenmiş musiki ustaları ndan pinpirik Vicentini'yi evine çağırır. Ona birkaç parça döktürür. Konuk sabırla, gıkını çıkarmadan dinler. Sonra da bir sözcükle bu hastahktan kurtulmanın yolunu gösferir: 20
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle