24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ielen kaplarda kayısı kompostosu ve üzümü kek ikram ederek bunları özel olarak kendisinin pişirdiğini belirtip özenle parasını topayan, inanılmaz büyüklükteki kalça ve gölüsleriyle, "işte lam bir Rus kadını" dediğiniz aşçı yardımcısı ve lokantanın diğer görevlileri... Daha Çin sınırını geçip Mançurya topraklarına bile girmeden genel istek üzerine yasak olmasına rağmen mutfaktan meyveli votkalar ve likörler servis yapılmaya başlanıyor. Her şeyin özel bir fiyatı var; ama akıl almaz bir fiyat: Koca bir tabak dana rostosu, patates püresi, sebzeli eorba, beraberinde kahverengi ekmek, minik bir tabak içinde kırmızı ya da siyah havyar, bir bardak votka ve kahve, ekmeğin yanında tereyağını da unutmayın; kaç para dersiniz? "Iki buçuk ya da üç ruble". Ve Pekin'de kaldığım otclde, Moskova'dan yeni gelen turistlerden aldığım cnformasyonu anımsıyorum: "Beş dolar bozdurun, yeter!.. Sekiz günlük trcn yolculuğu boyunca beş dolar mı? lnanıhr şey değil; ama gerçek! Çünkü bir Amerikan Doları, karaborsa fiyatıyla yirmi ruble. ÇinSovyet sınırındaki bankadan 'legal' bozdurursanız, yalnızea altı ruble. Trende daha ilk günden tanıştığımız dünyanın her yerinden gelen yolcularla öylesine sıcak bir atmosfer oluşuyor kı akıl almaz fiyatların da yaıdımıyla herkes birbirini yemeğe çağırıyor... Pekin'den Moskova ü'zeri Budapeşte'ye sekiz gün sürecek olan yol boyunca, trerumizdeki milliyetler kompozisyonumuz şöyle: Finlandiyalı ve Hollandalı iki çilt, Amerikalı bir gezgin, Polonyalı üç aile (Pekin'den Polonya'ya adam başı altışar tane dikiş makinesi taşıyorlar) ve altısı Sih, on kişilik Pencaplı Hintli, yolculuğumuzun en büyük sürprizini oluşturuyor. Çünkü vejetaryen olan Hindular, her yemektc dana bifteği görünce yılzlerini buruşturuyorlar: lnek, Hindularca kutsaldır ve incitmek bir yana, kızarmış olarak yan masada görmeye bile dayanamıyorlar. En yoğun sohbetleri, bir Alman hukukçu ve aynı kompartımanda kalan, Pekin'deki mühendislik görevi sona erip Moskova'ya kesin dönüş yapan bir Rus mühendisle yapıyoruz. Üçlü sohbetlere geçmeden önce yaptığımız ilk satranç turnuvasında Rus arkadaşımız her ikimizi de beşer dakikada yeniyor, ne ben ne Alman arkadaşım, yol boyu bir daha satranca heveslenmiyoruz. Trenimiz Mançurya'daki ÇinSovyet sınırında üç saat bekliyor. Sovyetler Birliği'nde demiryolu hat acıkhğı yaklaşık otuz santim daha geniş. Gümrük kontrolü ardından vagonlarımız birer birer dev hidrolik sistemlerle kaldırılarak tekerlekleri değiştiriliyor. Bu arada elimizde kanıeralar, istasyon çevresinde turluyoruz. Bir ara Alman avukat yanıma yaklaşıp soruyor: "Fotograf çekmeni engellemeye çalışan oldu mu h i ç ! " Hayır, diyorum ben de. "Neydi o geçmiş yıllardaki paranoya!" Sonra taş bloklardan yapılma eski istasyon binasınıgöstererek, "Kim yaşamak ister buralarda? Doğrusu Almanların tkinci Uiinya Savaşı'nı kaybetmelerine çok memnıınum, aksi halde şu islasyonun miidürü olabilirdim şu an; Maine Got! Yılın dokuz ayı karla kaplı bir ülkede yaşaınak istemezdim asla. Bizim hanımla çocuklar Filipinler'de denize giriyorlar şu a n ! " Yemekli vagondaki ilk tanışma seansında beni bir sürpriz bekliyor: Hintlilerden biri Türkçe konuşuyor hem de akıcı denecek kadar. "Rajastan'dan Kapalıçarsı'ya değerli taş götüriiyorum; çok Tiirk arkadasım var İstanbul'da. Beni her gidişimde haftalarca ağırlıyorlar!" Sonraki günlerde sohbetlerimize Bakülü bir Azeri de katılınca sohbetimiz koyulaşıyor, bu kez Avrupalı turist arkadaşlarımız daya namıyorlar: "Allahaşkına söyleyin, bir Tiirk, bir Hintli, bir Rus böyle hangi dili konuşuyorsunuz?" "Tabii ki, Türkçe!" diyorum, Alman avukatın kompartıman arkadaşı Rus mühendise bakıp gülerek "Rusya'nın yarısı Türkçe konuşur öyle değil m i ? " gülümsüyor... Doğrusu Sibirya'da, Pekin'den Moskova'ya giden bir trende Pencaplı bir Hintliyle Türkçe konuşacağımın kaderimde yazılı olduğunu söyleselerdi, bu kaderi yazanların, kendi aralarında garip kombinezasyonlar kurup dalga geçerek kahkahalarla güldüklerini düşünurdüm... Teleobjektif takılı fotograf makinelerimizle sürekli pencereden bakınıyoruz. Bu arada elimizde TransSibirya ekspresi yolculuğunun son olarak yayımlanmış rehberi var. Saate bakarak sözgelimi on sekiz dakika sonra hangi istasyona gireceğimizi en fazla bir iki dakika yanılma payıyla bilebiliyoruz. Rehberimiz gidiş yönümuze göre yolun hangi tarafında ne kadar mesafede görüntülenmeye değer bir şeyler olduğunu bütün açıklığıyla belirtiyor. Üç yüz yıllık bir soğan kubbeli katedral de olabilir bu, Stalin zamanında inşa edilmiş bir çimento fabrikası da... Bir büyük Sibirya nehrini geçeceğimizi de belirtebiliyor. Ya da kaç kilometre mesafeden bir nükleer santralı görebileceğimizi de!.. Batılıların keşif ruhunun nerelere kadar uzandığını görmek doğrusu bazen korkutucu bile oluyor... AsyaAvrupa sınırlarını işaretleyen anıtı fotoğraflama çabamız sonuçsuz kalıyor çünkü anıtı gece geçiyoruz. Yolculuğumuzun en heyecanlı süreci, İrkutsk kentinin 64 km. güneyinden Baykal gölünü dolaşarak geçmemiz oluyor. Baykal, 1600 metre derinliği ile dünyanın en çok tatlı su barındıran gölu. Üstelik içinde yaşayan bir tur yosun sayesinde, sürekli filtrelenerek içilebilir berraklığını surekli koruyan ve yuzlerce tur canlının görulebileceği yegâne doğal biyotop olan tarih öncesi bir göl, bir doğa harikası... Tatlı su hacmi, yirmi bin km. küp. Dunya tatlı su rezervinin yu/.de yirmisi yani. Civarına kurulmaya başlanan niteliksiz sanayi tesislerinin göl suyunu süratle kirletmeye baş PekinMoskova hattının yolcuları ıçin, 'son durak', soğan kulelı ünlü Saint Basil Katedralı TransSıbırya Ekspresı'nden daha inmeden her ulustan turist, bu ilgınç yapıyı gözluyor ve etkısınde kalıyor ladığı haberi tüm dünya yeşillerini ayağa kaldırdı geçen yıllarda. Türkçe konuşan ve Şaman geleneklere inanan Yakutlar, yörede ren geyiği yetiştirip kürkçülük ve balıkçılıkla geçinen Buryatlar ve Evenki Şamanları, bu gölün kutsal ruhlarla dolu olduğuna inanıyorlar. lnanca göre yeraltı Şaman tanrılanndan biri sayılan kötü ruh "Begdozi" de Baykal'da yaşıyor. İki saate yakın kıyısından geçtiğimiz göl, gerçekten de üzerinden gkan buharlarla, yer yer buz tutmuş kıyılarıyla ve söylendiğine göre sık sık yeraltı hareketleriyle, suların fışkırtması ve hatta yine bu hareketler sonucu, zaman zaman garip sesler çıkartmasıyla yörede yaşayan ve çoğu Türkçe konuşan Şamanları çok etkilemekteymiş... Neredeyse doğa ötesi guçler taşıyan bir gol kıyısından geçmekte olduğumuzu düşünerek hipnotize olmuş gibi bakışlarımızı Baykal'dan ayıramıyoruz... Bu efsanevi demiryolu hattının tarihi, geçen yüzyılın başlarına kadar uzanır. Rusya'da ilk tren yolu, Çar I. Nikola zamanında kıırulmuş. 1836'da eski başkent Petersburg'dan 10 km. uzaklıktaki "yazlık saray"a uzanan bir mini hat. Çar, Avrupa'da geliştirilen demiryolu taşımacılığından ve kömurlü lokomotiflerden öyle çok etkilenmiş ki ilk 10 km.'lik başlangıçtan sonra butun Rusya'da demiryolları inşaatını hızlandırmış... Dönemin çarları ve zengin aristokraılar kışlık kürk ihtiyaçlarını geleneksel ulaşım yollarıyla, pek çok atın aynı anda çektiği posta arabalarıylaicarşılıyorlardı. Zamanla keşfedilen altın madenleri Sibirya'nın önemini arttırmış ve daha köklü ulaşım olanakları yaratmak istemiş, ancak Sibirya'ya demiryolu döşeme fikri, ilk ke/ Batı'dan gelmiş Pek çok tarih kitabı, lngiliz muhendis Mr. Duff'tan bahseder. Mr. Duff, Sibirya'ya doşenecek demiryolunda vagonları çekmek için Sibirya'da on binlcrcesi bulunan vahşi atlardan yararlanılmasını onerir, ama onerisi çar tarafından reddedilir. Ancak yıllar sonra Çar III. Aleksandr 1886'da demiryolu inşaatını baslatır. Tarihi kayıtlara göre başlangıçta ltalya ve Türkiye'den bile işçiler gider. Zamanla Sibirya hapishanelerindeki sürgünler de ray döşeme işinde çalıştırılır. Seki/ ay çalışanın cezasından bir yıl silinir. Yıllar önce Çar Nikola, Petersburg ve Moskova arasına nasıl bir hat döşeyelim diye soran mühendislere bir kalem ve kâğıt alarak iki nokta koymuş ve arasına dünıdüz bir çizgi çekerek "lşle böyle bir hat istiyorum!" demiş. Gerçekten de dümdüz bir demiryolu döşenmiş. Bütün kasaba ve köyleri pas geçen bu hat, geçen yıllarda genç Alman pilot Mathias Rulh'un minicik uçağıyla üzerinden uçarak Kızıl Meydan'a inerken takip ettiği hattır. TransSibirya hattını döşeyen Çar Aleksandr ise 9001 km.'lik yol için gereken rakamı duyunca öfkelencrek " E n az emekle en ucuza mal olacak bir hat istiyorum" deyince mühendisler tünel ka/maktansa bütün dağ ve tepelerin etrafını dolanmayı yeğlemişler, hatta bazı durumlarda trenler geri döner gibi manevralar yapmaktaymış. 1900 yılı Paris Fuan'nda, özenle hazırlanan bir 'TransSibirya ekspresi' sergilenerek bu görkemli yolculuk, Batılılara tanıtılmış. Bu örnek treni ise o zamanlar bizim 'Şark Ekspresi'ni de işleten 'Vagon Litkumpanyası' organize etnıiş. Yazınıızın başında güncesinden bir alıntı yaptığımız Annette Meakin, bu sergiyi gezince, annesiyle birlikte Japonya'ya gemiyle gitmektense, TransSibirya ekspresini yeğlemiş... Bize bu konuda gezi gunceleri kalan ilk Batılı yolcular ise Meakin'den önce, 1897'de R. L. Jefferson, daha sonı 17
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle