05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

G ÜNLÜK Salâh Birsel Lady Bristol'e yazdığı mektup: Bugüne değin Istanbul'u anlatan gezginler ya yanlış söylemişler ya da yan tutmuşlar. Birçoklarının tstanbul'u görmeden sadece Beyoğlu'nda vakit geçirdiklerine inanıyorum. Yine de Istanbul'u betimlemekten çekinmiyorlar. Montagü, kimi zaman da Türkleri Ingilizlerle karşılaştırıp Türkleri yükseltmeyi, Tngilizleri de yerin dibine geçirmeyi savsaklamaz: • Ingiltere'de yabancılar yaptıklarıyla övünürler. Burda ise insanların yalan söylediğine inanıldığı zaman alınlarına kızgın demir basılıyor. Bu yasa bizde uygulanacak olsa, ne kadar güzel yüzün bozulduğu, ne kadar kibar sınıfından kişilerin kaşlarına değin inen perukalarla dolaşmak zorunda kaldıkları görülür. G. Valvert de 1877 yılında La Revue Des Deux Mondes dergisinde şu açıklamayı yapar: Devlet düşüncesi Türkün içine işlemiştir. Onda siyasal adını verebileceğimiz bir erdem vardır. 1906'da da Revue Du Monde Musulman dergisinde, Popescu Ciocanel imzası altında şunlar okunur: Fatih bir ulus olan Türkler yönetimleri altındaki çeşitli ulusları Türkleştirmeye çalışmamış, onların din ve göreneklerine saygı göstermişlerdir. 18 Haziran 1989 yiirdcn düzyazıya geçen şairler başarılı oluyor da düzyazıdan şiire atlamak isteyenler aklara değil karalara hampalanıyor. Resim, heykel, musiki dünyasından başını çıkarıp uzatanlar da öyle. Bu gibiler az sözle çok şey anlatmak ve de gereksiz gıdıgıdıları şiire yaklaştırmamak işine yabancı düşenler ya da av avlamak için birkaç saati yeterli görenlerdir. Gelgelelim, bunu kimselere anlatamazsınız. Sait Faik'in Şimdi Sevişme Vakti adı altında yayımladığı perişan gönüllü sözcükleri şiir sayanlar bulunduğu gibi Bedri Rahmi Eyuboğlu'nun şiir karalamaları karşısında ayılıp bayılanlar da vardır. Oysa Eyuboğlu'nun "önde Zeytin Dalları'* gibi gerçekten güzel iki, üç şiirinden başka hiçbir şeyi yoktur. Düzyazıları bile bol gıcıklı ve bol kılçıklidır. ömer Seyfettin'in şiirleri ise söz götürmez bir pejmürdeliktedir. Hamam tokmağı gibi ense kökünc iner. Yalnız o, onları öyküye el attıktan sonra değil, atmadan yazmıştır. Gerçi aralık aralık, kendini tutamayıp yine şiire saldırır, ama tüm yaşamı boyunca kendini şair saymak gibi bir hoppalığa da kalkışmamıştır. Kaldı ki o, yazdıklarının şiir olmadığını yektahtada belli edecek bütün düzeni de yanı başında getirir: BüyUkada o gece bir cennetti Ay doğunca her larafı nur etti. 25 Hazlran 1989 İki sayfa, ağız ağıza, okur şiirleriyle dolu: Tam yirmi tlç tane. Aynca 24 şairin şiirlerinin alındığı da bildiriliyor. Yine ayrıca bir ilan: Gazetemizde yayımlanmasını istediğiniz şiirlerinizi daktilo kâğıdına yazarak bize gönderebilirsiniz. Baktım yayımlanan şiirlerin topu da "sevgilinin çılgınca sevildiğini", "özlem rüzgârları eserken mevsimlerin avuçlarda tükendiğini", "sevginin gece gündüz sokaklarda arandığını", "Leyla'nın da, Mecnun'un da aşklarının bedellerini ödeyeceklerini, yani borç takmayacaklarını" anlatıyor. Arada bir "Uyanın ki tüm çirkinlikleri yok edin" ya da "Durdurun artık şu dünyayı, niye dönüyor sanki?" diye vayvillim atanlar da var, ama bunlar hayhaylar, vayvaylar arasında yitip gidiyor. Doğrusu her Ulkede ay yenileri böyledir. Arabeske yönelik şiirler döktürürler. Sonra da bunları yayımlayacak yer ararlar. Alman şair ve denemecisi Gottfried Benn bir yazısında şöyle diyecektir: Bizim memlekette kendini şiir yazmaya, yazdıklarını da gazetelere göndermeye adamış bir sürü insan var. Gazeteler de okurların bu şiirleri istediğine inandıkları için onları bol keseden yayımlıyorlar. Gottfried Benn, bu dizecilerin çokluk tanınmadan kaldıklarına ve bir sUre sonra da ortadan silindiklerine de inanır. Bir başka Alman yazarı (Ernst Robert Curtius) de aşağı yukarı aynı düşüncededir: Ah şu delikanlılar! Tıpkı kuşlara benzerler. llkyazda öterler, yaz gelince de sus pus olurlar. Doğrusu, gazetelerle dergileri bu kuşların elinden kurtaramazsınız. Ama ne var, yarının Bedehşan yakutları da bu gençler arasından çıkarsa çıkar. Bunun başka yolu yoktur. D Bedehşan yakutu 12 Hazlnn 1989 yiirler arasında en bacaloşka yeri ben yergilere ayırırım. Yergiler toplumun ah ile vahını bütün geleneği, bütün cilvesi, bütün şekermandesiyle verir. Bir başka deyişle yergiler uyuşmuş ve ciğeri donmuş ulusları uykularından uyandırmak için insanların suratına indirilen şamarlardır. Gerçi tek tek tepeden inmelerin sesi pek duyulmaz, ama tokadı yiyip de şımşırak bir iklime yuvarlanan kişi kendi kendıne şunu sormak zorunda kalır: Eyvah, dünyanın haritası mı yırtılıyor, yoksa piyasa mı fırladı? Yergilerin çoğu yazıldıkları dilde kalır. Fransa'da, 16481653 yıllarında krallık yönetimine ve de Kardinal Mazarin hükümetine karşı girişilen ayaklanmalarda (La Fronde denilen lıölhöt helvasında) çok yergi saçılmış, çok taşlama dövülmüştür. Bunlar, genel olarak Mazarin'i hedef aldığı için de mazarinade diye anılır. Bu dönemde Retz Kardinali Paul de Gondi'ye varınca, büyük bir kalaba yergilere el açmıştır. Bunların en guçlüsü de ozan Scarron'un (16101660) yazdığı mazarinade'lardır: Bir başkaldırı üfürügü Bu sabah birden esti Mazarin'in sanırım Elini ayagını kesti Osmanlıların son günlerinde yaşamış olan şair Deli Hikmet de çarliston marka bir yergicidir. "Yıldız" sözcüğünün ağza alınmadığı günlerde bile o, Gömlekçi Kostaki'nin Abdülhamit'ten daha insan olduğunu söylemekten çekinmez. Hele Hersekli Arif Hikmet'le bir araya geldiği vakit, onunla Sadrazam Sait Paşa'dan tutun da Damat Mahmut Celalettin Paşa'ya, Saffet Paşa'ya değin herkesi şehit edip meydana bırakır. EşrePle Neyzen'in yergilerinde de akıl işportası yerli yerindedir. Eşref sıkılmasa kendini de taşa tutacaktır: Sarkıtmam ölsem de yalana selflm Dogruyu soyler gezer bir şairim Bir giizel deyiş bulunca Eşrefa Kendi kendimi yerme/.sem kâfirim Metin Eloğlu ise ciğerdelenini tek dizeye bile sıkıştırır: Yeni adresim şöyle: Çocuksuz tek ev / İstanbul Çukurbostan. 16 Hazlran 1989 llazeteler Bulgaristan'ın, Türklere karşı giriştiği zorunlu göç uygulaması haberleriyle dolup taşıyor. Belçika Televizyonu durumu dün, birinci haber olarak vermiş. Pakistan Hükümeti de Türklere yapılan baskı ve zorbalığı kınamış. Buna karşılık GUmUlcine'de 1.500 Yunanlı: "Bulgaristan'ın Türklere yaptıklarını biz de yapalım" diye sloganlar atıyormuş. Gerçekte yabancılar, yüzyıilar boyunca, Türkiye'yi kabukSuz bir yumurta durumuna sokmaya çalışır. Onları durduran, Türkiye top toplam ortadan kaldırılınca ya da gelmiş ol duğu yere (Orta Asya'ya) gerisin geri gönderilince dünyanın ne olacağı, büyük devletlerin çıkarlarının yitip yitmeyeceğidir. Bencesi bu, Türklerin, çoğu ulusu önlerinde diz çöktürmesinden, yüzyıilar yüzyılı onları egemenliği altında tutmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Avrupalı, Türklere barbar ve kan dökücü gözüyle bakmakla ondan intikam aldığını sanır. Polonyalı gezgin Ossendowski'nin bak şu edepsizen Rusya gezisinde, yanından hiç ayırmadığı köpeğine "Osman" adını vermiş olması (Bunu Asya'nın İnsanı ve Gizemi' adlı Utabında okuyabilirsiniz) Batı'nın Türkler Uzerine düşüncelerini açık ve seçik bir biçimde ortaya koyar. Türk düşmanlığı aklı evvel Batılı yazarlarda bile görülür. Dostoyevski, tüm yaşamı boyunca Istanbul'a bir kez adım atmadığı halde, Rusların Istanbul'u ele geçirmesi saatinin geldiğini hesaplayarak sevinç çığlıklan atar. Günlüğünde şu sözlere yer verecektir: Evet, Haliç de İstanbul da bizim olacak. Rusya, başkentini Istanbul'a taşımadan oraya başbuğ kesilecek. Irlandalı ya/.ar Brendan Behan da Benim Dublin'im adlı kitabında lrlandalıların, daha çok da eli maşalı Dublinlilerin, Çanakkale Savaşı'nda kıyıya çıktıkları vakit: "TürkIeri boğazlayın, tüm Gelibolu'yu ateşe verin" diye bağırdıklarını açığa vurur. Jean Jacques Rousseau'nun Itiraflar'ında şu tümceye rastlayanlar da şarmaşaşkın olmamalıdırlar. Çünkü bu, yalnlz Rousseau'nun değil, çoğu Fransızın önyargısıdır: Matmazel Goton'un bana yaptığının aynını bir başkasına yapabilmesini sadece düşümden geçirmiş bulunsaydım, bir Türk gibi, azgın bir deli gibi kıskanç olurdum. Görüyorsunuz ya en sevdiğimiz, en saygı duyduğumuz yazarlar da Türkler konusunda birtakım önyargılarla Leyladır. Amerikan yazarı Henry Miller bile Manısi Anıtı adlı kitabında Doğululara ve Türklere düşnıankıran gülleler savurur. Ne ki, Batılıların içlerinde Türklere dost duygularla yaklaşanlar da vardır. 1717 yılında Türkiye'ye gelmiş olan Lady Montagü, Istanbul'dan bir dostuna yazdığı mektupta şöyle diyecektir: Genellikle yalan yulan dolu Doğu gezi kitaplarını okumak bana garip bir tat veriyor. Bu yazarlar ömürlerinde hiç kadın görmedikleri halde onların ahlakından açanlardır. tçlerine bir delikten olsun bakmayı göze alamadıkları camileri büyük bir pervasızlıkla anlatıyorlar. Lady, kimi zaman bunların yanlışlannı gün ışığına çıkarmaktan da çekinmez. Rahip Conti'ye yazdığı bir mektupta da şunlan söyler: Cemelli'nin kitabında gördüğüm bir yanlışı düzeltmeden geçemeyeceğim. Yine de öbür gezginler arasında en değer verdiğim odur. "Eski Kadıköy'den hiç eser kalmamış" demekle yanılıyor. Dün oraya bir kayıkla gittim. Kadıköy şimdiler çok büyük, birkaç tane de cami var. Sanırım Cemelli'nin yanılgısı kılavuzunu iyi seçememiş olmasından geliyor. Bir gazetenin pazar eki. lir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle