25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

17 ENERJİ hakkında yeterli bilgi birikimi var mı? Yeterli bilgi birikimine ve kapasiteye sahip, konusunda uzmanlaşmış ve güçlü müzakere heyeti/heyetleri kısa sürede oluşturulabilecek mi? Tüm bu soru işaretlerinin yanı sıra Türkiye’nin sera gazlarının artmasına ne kadar katkıda bulunduğu da düşünülmelidir. Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan 2004 verilerine göre, sera gazlarınının artışında yüzde 72’lik bir artışla Türkiye’nin birinci sırada yer aldığı çok konuşuldu, medyada yer aldı. Ancak Türkiye’nin 2004 yılı karbondioksit emisyon miktarlarına bakıldığında, dünya toplamının yüzde 0.79’unu, OECD ülkeleri toplamının ise yüzde 1.62’sini oluşturduğu görülmektedir. Yani dünya toplamı ve OECD toplamı dikkate alındığında Türkiye’nin atmosfere verdiği emisyon çok küçük miktarda kalmaktadır. Yani Türkiye’nin hiç emisyonu olmasa bile dünya emisyonlarında sadece yüzde 1 dahi olmayan bir azalma sağlayabilecektir. Tek başına Çin bile dünyanın yaklaşık yüzde 18’i kadar sera gazı emisyonuna sahiptir ve gelişmekte olan ülke olduğu için de emisyon azaltma yükümlülüğü bulunmamaktadır. önemli ölçüde artış olacaktır. Bu planlamaya göre önümüzdeki yıllarda karbondioksit emisyonlarında artış olacağı açıkça görülmektedir. Karbondioksit emisyonlarının azaltılmasında hemen akla gelen, başta rüzgar enerjisi olmak üzere, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasıdır. Ancak kapımızda olan enerji açığının rüzgar enerjisi ile kapatılması teknik açıdan mümkün olamayacaktır. Ayrıca rüzgar enerjisinde elektrik üretim maliyeti yüksektir. Nükleer enerji de yakın bir gelecekte üretim sistemine dahil edilecektir. Ancak nükleer enerjinin de maliyetinin çok yüksek olduğu unutulmamalıdır. Diğer taraftan gelişmiş ve verimliliği yüksek teknolojilerin uygulanması fosil yakıt kullanımında emisyonları azaltan bir çözüm olabilecektir. Ancak bu teknolojilerin maliyetlerinin yüksek olduğu ve bu maliyetlerin elektrik fiyatlarına yansıtılacağı unutulmamalıdır. Kyoto Protokolü’nde yer alan esneklik mekanizmaları büyük bir olasılıkla 2012 sonrasında da devam edecektir. Bu durumda, karbondioksit emisyonlarının azaltılmasında emisyon ticareti yapmak ilk bakışta bir çözüm gibi görünebilecektir. Ancak bu mekanizmalarda taahhüt edilen emisyon miktarlarının sağlanamaması durumunda, emisyon değerinin çok üstünde parasal cezaların ödenmesi söz konusu olacaktır. Türkiye’nin Kyoto Protokolü’ne taraf olması konusunda karar verilirken çok yönlü düşünmekte yarar vardır. Özellikle 2012 sonrasının çok belirsiz olduğu dikkate alınmalıdır. Müzakerelerde yer almak ilk bakışta yarar sağlayacak gibi görünmekle birlikte, görüşmeler için çok hazırlıklı olmak gerekmektedir. Ayrıca ülke çıkarlarının çok iyi savunulması gerekir. Gelişmiş ülkelerin bile, protokole taraf olma konusunda nasıl çekinceli davrandıkları ve dolayısıyla ancak 8 yıl sonra yürürlüğe girebildiği, hala kendi çıkarlarını nasıl kıyasıya savundukları unutulmamalıdır. Ülkenin “özel koşulları” bir an önce belirlenmeli, artılar/eksiler çok iyi değerlendirilmeli ve ülke çıkarları doğrultusunda bir karara varılmalıdır. Aksi taktirde gelecekte, bazı hataların veya yanlış/eksik değerlendirmelerin faturası ağır olabilecektir. ? Kyoto, 2012 sonrası ve enerji Kyoto Protokolü açısından çok iyi irdelenmesi gereken sektörlerden başta geleni enerji sektörüdür. Türkiye sosyoekonomik kalkınma ve sanayileşme sürecinde bir ülke olup, enerjiye olan talep hızla artmaktadır. Diğer gelişmekte olan ülkelerde de olduğu gibi, birinci öncelik enerji arzının sağlanmasıdır. Dolayısıyla ülkemizin enerji politikaları sera gazlarının azaltılmasına katkı sağlayabilecek şekilde, bazı prensipler (enerji verimliliğinin artırılması, verimli ve gelişmiş enerji teknolojilerinin uygulanmasına ağırlık verilmesi, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının artırılması, vb.) içermesine karşılık, doğrudan iklim değişikliğine yönelik herhangi bir politika ve strateji bulunmamaktadır. Bu nedenle enerji politikalarında köklü değişiklikler yapılması, strateji, plan ve programların hazırlanması gerekmektedir. Ancak enerji politikalarında yapılacak köklü değişikliklerin maliyeti çok yüksek olacaktır. Ayrıca enerji yatırımlarının uzun bir sürede gerçekleştirilebildiği dikkate alındığında politika değişikliklerinin sera gazları emisyonlarının azaltılmasına yansıması da uzun bir zaman alacaktır. Ayrıca alınması gereken önlemlerin maliyetleri de düşünülmelidir. Aslında Türkiye için en az maliyetle en fazla emisyon azaltan çözüm enerji verimliliğinin artırılmasıdır. Özellikle talep tarafında sağlanabilecek verimlilik, aynı zamanda kazankazan çözüm olmaktadır. Kyoto Protokolü açısından çok iyi irdelenmesi gereken sektörlerden başta geleni enerji sektörüdür. Türkiye sosyoekonomik kalkınma ve sanayileşme sürecinde bir ülke olup, enerjiye olan talep hızla artmaktadır. Diğer gelişmekte olan ülkelerde de olduğu gibi, birinci öncelik enerji arzının sağlanmasıdır. Dolayısıyla ülkemizin enerji politikaları sera gazlarının azaltılmasına katkı sağlayabilecek şekilde, doğrudan iklim değişikliğine yönelik herhangi bir politika ve strateji bulunmamaktadır. olabileceğini tahmin etmek hiç de zor değildir. Ayrıca yükümlülüklerin yerine getirilememesi durumunda finansal yaptırımlarla karşı karşıya kalınacaktır. Bu nedenle, mümkün olduğu kadar sayısal hedef içeren bir yükümlülük almaktan kaçınılmalıdır. Sayısal hedef belirlenmek durumunda kalınsa bile bazı göstergelere (kişi başına düşen emisyon miktarının azaltılması, enerji yoğunluğunun azaltılması, v.b.) dayanan ve enerji arzını riske sokmayan bazı hedeflerin belirlenmesi daha uygun olabilecektir. Günümüzde elektrik enerjisi sektörü alarm vermeye başlamıştır. Elektrik enerjisinde üretimin talebi karşılamakta zorlanmaya başladığı, 2009 yılından itibaren arz güvenirliğinin riske gireceği ve daha sonra da darboğazın yaşanmaya başlayacağı, durumun daha da kötüleşerek gelecekteki yıllarda da devam edeceği dile getirilmektedir. Üretimtüketim dengesinin negatif yönde bozulmasının kısa süreli bir sıkıntı olmayacağı TEİAŞ tarafından yapılan Elektrik Üretim Planlaması çalışmasında da açıkça görülmektedir. Kyoto Protokolü’ne taraf olunması ve bazı emisyon indirim taahhütlerinin altına girilmesi durumunda, enerji arzı sıkıntısı yaşanırken elektrik sektöründe bu taahhütlere nasıl uyulabileceği bir soru işaretidir. Diğer taraftan, elektrik sektöründe yaşanacak olan darboğaz sanayi sektörünü de etkileyebilecektir. olabilecektir. Böylece, karbondioksit emisyonu vermeyen hidrolik kaynakların kullanımı azalabilecek ve termik üretime ağırlık verilmek durumunda kalınabilecektir. Elektrik üretiminde linyit, kömür, doğalgaz gibi fosil yakıtların ne kadar önemli olduğu da unutulmamalıdır. TEİAŞ tarafından inşaatı başlamış olan ve Temmuz 2004 tarihinde lisans almış olan üretim tesisleri dikkate alınarak hazırlanan elektrik üretim planlamasına göre, 2020 yılında kurulu gücün ilave kapasite ile 96 bin 348 megavata ulaşacağı tahmin edilmektedir. Bu ilave kapasitede 4 bin 500 megavatlık nükleer, 3 bin megavat civarında rüzgar + jeotermal öngörülmektedir. Ancak doğalgaz ağırlıklı olmak üzere, termik kurulu güçte de Arz sıkıntısı ve emisyon indirim açmazı Protokol kapsamında 1990 yılını baz alan herhangi bir sayısal emisyon indirim taahhütü enerji sektörünü önemli ölçüde etkileyecektir. 1990 yılından günümüze kadar Türkiye’nin toplam sera gazı emisyonlarının yüzde 70’den fazla arttığı düşünüldüğünde böyle bir emisyon indirim hedefinin yerine getirilmesinin ne kadar mümkün ENERJİ ENERJİ ENERJİ İklim değişikliğinin etkisi Ayrıca elektrik sektörü iklim değişikliğinden etkilenebilecek bir sektördür. Özellikle küresel ısınmadan kaynaklanabilecek yağışlarda azalma, kuraklık ve buharlaşma hidrolik kaynaklarda azalmaya neden ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ ENERJİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle