Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
20 IŞIK KANSU Yurtta Bağımsızlık, Meslekte Bağımsızlık 978 yılının Haziran ayı. Evin telefonu çaldı. Tok bir ses, “Ben Yılmaz Gümüşbaş” dedi, “Işık Kansu, Cumhuriyet’te polisadliye muhabirliği yapar mısın?” Cumhuriyet’te çalışmak. Tek hedefimdi: “Onur duyarım” dedim, Yılmaz Gümüşbaş da, “O zaman gel başla” dedi. O günlerde hemen her gün bir kaç olay çıkıyor, siyasi cinayetler birbirini izliyordu. Cumhuriyet’in Ankara Bürosu’nda bu tür olayları izlemek için bir gazeteci adayı aramışlar, Hürriyet’ten İbrahim Hitay beni Rüzgârlı Sokak’ta çalıştığım gazetelerden tanırdı, Yılmaz Ağabey’e adımı önermiş. Cumhuriyet’e giriş, o giriş; 33 yıl doldu. 6 Haziran 1978. Bir tek takım elbisem vardı, onu giydim, kravatı taktım, Atatürk Bulvarı’nda Talip Mağazası’nın üstündeki bürodan içeri süzüldüm. Yazılarını, haberlerini yakından izlediğim Fikret Otyam, Mustafa Ekmekçi, sabahları yazılarını bırakmaya gelen Uğur Mumcu, ekonomi muhabiri Yalçın Doğan, meclis muhabirleri Füsun Özbilgen ve Engin Karadeniz, Başbakanlık muhabiri Ahmet Tan ve büronun en eskilerinden Yılmaz Gümüşbaş. Ka 6 Mayıs 2011 Cuma 357 1 pının hemen arkasındaki odasında İdare Müdürü Sofu Tuğrul, Camel sigarasını yakmış, gözlükleri takmış Cumhuriyet okuyor. “Ben” dedim, “Yeni muhabiriniz Işık Kansu.” Kafalarını kaldırıp gülümsediler, sonra daktilolarına gömüldüler yine. Yılmaz Ağabey, Ahmet Tan’ın masasına oturttu beni çünkü başka masa yoktu “Emniyete ve adliyeye bakacaksın” dedi. Tam Emniyet’in basın bürosunun telefon numarasını çeviriyordum ki, içeriye “N’oluyor Fikret” silcisi Kemal Aydar’dı. İnanır mısınız, yaklaşık 67 ay benimle hiç konuşmadı. Onun gözünde ben var mıydım, yok muydum belli değildi. Behiçbey’de bir tren kazası olmuştu. Olayı iyi izlemiştim doğmaya karşı bir zırh gibi, ilişkilere konan hem düz, hem de düzeyli bir cetvel gibi... Bağımsızlığını yitiren gazeteci yön duygusunu yitirir. Eleştiri olanağını elinden düşürüp tuzla buz eder. Gördüklerini saklar, duyduklarını unutur, gerçekleri örter. O ilk büroda Kemal Ağabey’den gözlemi, Uğur Ağabey’den araştırmacılığın bir anlamda sürek avı olduğunu, Yalçın Doğan’dan disiplinli çalışmayı, Ahmet Tan’dan her olayın ardında gülünecek, güldürülecek yanlar bulunabileceğini, Mustafa Ekmekçi’den bir gazetecinin ne kadar insan tanırsa o kadar çok habere ulaşabileceğini, Fikret Otyam’dan mesleğin edebiyatla olan kardeşliğini, Yılmaz Ağabey’den de ilkeli duruşu öğrendim, içselleştirdim. Yıllar geçti. Hasan Cemal temsilci olduğunda büro gençleşti. Sedat Ergin, Ufuk Güldemir ile habercilikte acar nasıl olunurmuş, o tadı tattım. Yalçın Doğan’ın temsilciliğinde istihbarat şefliğinin omuzlara nasıl bir yük bindirdiğini öğrendim. O dönemde aynı büroda çalıştığım meslektaşlarımdan Hasan Cemal, Yalçın Doğan, Sedat Ergin, Ufuk Güldemir, Serdar Turgut, Enis Berberoğlu ilerideki yıllarda çeşitli gazetelerde genel yayın yönetmenliğine değin yükseldiler. Bu da, Cumhuriyet’in bir okul olduğunun en somut kanıtıydı. Bilmek, görmek, içinde olmak çok hoş: O okulun zili bugün de çalıyor. diye bağırarak birisi girdi. Benden tarafa şöyle bir baktı, selam filan vermedi, ama baştan aşağı süzdüğünü anladım. Ankara tem rusu. Cumhuriyet’teki ilk imzalı haberim o tren kazası ile ilgiliydi. Haberin yayımlandığı gün Kemal Aydar, “Günaydın Işık” diye seslendi bana. Anladım ki, o gün gerçekten Cumhuriyet muhabiri olarak kabul edilme olasılığım çok yüksek. Kemal Ağabey, selam bile vermediği 67 ay boyunca ölçüp biçmişti beni. Haberlerimi, telefonla konuşmamı, haber kaynakları ile ilişkimi, bürodaki büyüklerime yönelik davranışlarımı izlemiş ve notu nu vermişti: “Günaydın Işık.” Diyeceğim şu ki, nereden mezun olursanız olun, ne denli birikimli olursanız olun, gazetecilik ustaçırak ilişkisine dayalı bir zanaattır. Kendi içinde bir disiplini, ahlâkı barındırır. Cumhuriyet de, bu çerçevede Türkiye’de gazetecilik için gerçek okuldur. O okuldan geçenler, unutamazlar Cumhuriyet’i, yadsıyamazlar yaşadıklarını. Bakmayın siz, kimilerinin Cumhuriyet’ten ayrıldıktan sonra nefret sözleri etmesine, hatta sövmesine. O bile bir bağımlılık duygusunu aşamamanın dışavurumudur. Bağımlılık deyince... Cumhuriyet bağımlılık yaratır, ama bağımsızlığı ilke edinir. Hem yurtta, hem meslekte bağımsızlık. Yurtta bağımsızlık, Cumhuriyet devriminden gelen bir gelenek. Meslekte bağımsızlık ise, haber kaynakları ile belli bir “ara” koyma ilkesi. Kullanıl