Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SEVGİCAN YAĞCI AKSEL’DEN “KAPIYA NOT BIRAKTIM” ‘Onayladığımız kadar seviliyoruz’ Sevgican Yağcı Aksel’in ilk öykü kitabı “Kapıya Not Bıraktım” okur karşısında. Özyaşam öykülerinden de parçalar taşıyan kitap, bugünden geçmişe, hatta 12 Eylül’e uzanan bir köprü aynı zamanda. Hüzün ve coşkunun bir arada bulunduğu öykülerde, durumdan yola çıkan gülünçlük ve yer yer yazarın muzipliğini görmek mümkün. Sevgican Yağcı Aksel’le kitabı üzerine konuştuk. eren aysan S eni uzaktan bilenler için sürpriz sayılabilecek bir kitap bu. Oysa yakından tanıyanlar, uzun zamandır öykülerini yayımlamanı bekliyordu. Nasıl oldu da öykülerini bir kitap hâline getirmeye karar verdin? n Aslında ufak ufak birikiyorlardı. Bunların on yıllık bir geçmişi var ama baştan böyle küçük öyküler olarak var oldular ve bir kitabı dolduracak kadar kadar çoğalmaları zaman aldı. Bu arada bildiğin gibi Macar edebiyatından çeviriler yapıyordum. Her biri hayatıma doğrudan dokunan, birbirinden güzel yapıtlardı ve çeviriyle uğraştıkça yazmayı öteledim. Çevirmek yazma hazzını fazlasıyla yaşattı bana. Bir yandan fakültede Jale Özata Dirlikyapan ile yürüttüğümüz eleştirel okumayazma dersleri, bu konuda öğrencilerin karşısına geçip ahkâm kesmek de beni biraz durdurdu. Kendim için belirlediğim çıta yükseldikçe yükseldi sanırım. Ta ki bu hisle devam edersem hiçbir zaman yazdığım kurmaca bir kitabı yayımlama cesareti gösteremeyeceğimi, ulaşamayacağım “en iyi”nin hep olacağını ve artık kırk yaşımı geçtiğimi anlayana kadar... Bu süreçte Funda Cantek’in iteklemesiyle bir iki öyküm yayımlandı, derken kitap kendi serüvenine doğru usul usul yola koyuldu. n Okur fonda yer yer ince kabuklu bir hayvanla; salyangozla karşılaşıyor. Yazarı salyangozla bu kadar özdeşleştiren duygu nedir? n Ne güzel söyledin. Kabuğu var ama incecik ya da tersinden söylersem, incecik de olsa varlığı ile dünya arasına çizebildiği bir sınırı, onu her şeyden yalıtan bir kabuğu var. Tek başınalık çok değerli bir hâl. Giderek kendimizle kalamaz olduk. Çekiştiriliyoruz, yetişmeye, tatmin etmeye ve ikna etmeye çalışıyoruz. Tükettikçe itibar görüyoruz. Onayladığımız kadar seviliyoruz. Bunları yapmazsak ödeyeceğimiz bedelden ürküyoruz. Terk edilmekten ödümüz patlıyor. Bu hisler, bu endişeler her türlü aidiyetimiz için geçerli. Salyangozun o ince kabuğundan hepimize birer tane gerekiyor bence. Maddi kültürden, evden barktan değil, varlığımıza ait kabuklardan söz ediyorum ve gerçekçi bir şekilde kırılmazlık peşine düşmeden bu kabuğu taşımaktan... “Azıcık öte git!” ve “Herkes kendi kabuğuna!” diye bağırası geliyor insanın bazen. Benim geliyor. Senin de gelmiyor mu? Diğer yandan zamanla ilişkisi büyülüyor beni. Gidebildiği hızla ilerliyor, karınını sürte sürte parıltılı izler bırakıyor. Biz insanlar gibi ömründen bırakıyor o izleri. İzlemişsindir, “Mikrocosmos” belgeselinde bu miniklerin bir sevişme sahneleri vardır. Öyle güzel, aylak aylak ve sukünet içinde… Nasıl naif, nasıl telaşsız... “12 EYLÜL BİR MİHENK TAŞI” n Öykülerin çoğunlukla özyaşamınla birleşiyor. Bir yazar olarak otobiyografinin kurmacayla bütünleşmesine nasıl bakıyorsun? n Bir okur olarak cevap vereyim önce; bu ikisinin nasıl bütünleştiğine bakıyorum. Bir de neden bütünleştiğine... Bu iki soruya cevap bulmayı seviyo rum. Yazarın fark etmeden kaleminden dökülenlerle bilip isteyerek o kurmaca dünyada yeniden can verdiklerine başka başka gözlerle bakıyorum. Yazar, gerçeklerden koparıp aldıklarıyla bir dünya kurar; ne gerçekliği bütünüyle yansıtabilir ne de ondan kurtulabilir. n 12 Eylül’ün darmadağın ettiği çocukluğunun izlerini kitapta da duyumsuyoruz. Bugünden nasıl bakıyorsun o kahredici günlere? n Biraz şehla bakıyorum. Şehla bakışlarımı yakından tanıdığın için bu cevap seni gülümsetecektir. “Ne gülümsemesi” diyenler olabilir; bizler birlikte inadına gülebildiğimiz için ayakta kalabildik; acıyı bal eylemek çok kıymetli bir beceri. Birbirimizden, ailelerimizden bunu öğrenerek büyüdük. Soruna dönersem; tek tek sıralamaya kalkmayacağım, herhangi birini atlarsam üzülürüm ama bu toplumda adalet duygumuzu sarsan, bizi yere seren, isyan ettiren ve canımızdan can koparan her kıyım, katliam ve faili meçhul cinayet, 12 Eylül’ü öncesiyle ve sonrasıyla bir mihenk taşı olarak belirlemeden anlamaya çalıştığımızda eksik kalıyor. Eylem ve Özlem Delikanlı kardeşlerin hazırladığı bir kitap var: Keşke Bir Öpüp Koklasaydım. 12 Eylül deneyimlerine ilişkin bir sözlü tarih kitabı. Bence son zamanda akademik olarak konuya bakan çok değerli çalışmalardan biri. Dilerim bu tür ürünler çoğalır. Özellikle tarih bizden uzaklaştıkça ona yeniden bakmak, daha sonraki kuşakların, sor mayı akıl edemediğimiz sorularla bu anlama çabasına girişmesi çok önemli. “KARŞILAŞMAK HER ZAMAN MÜMKÜN OLMAZ” n Aynı zamanda István Örkény’den Attila Bartis’e ve Finy Petra’ya dek Orta Avrupa’nın usta kalemlerini dilimize kazandırdın. Çevirmenliğinin yazarlığına katkısı oldu mu? n István Örkény’nin öykülerini ilk okuduğumda, “İşte benim yazarım!” diyerek zıplamıştım. Böyle lirik tarifler, bu karşılaşma doğru zamanda olmuşsa insanın ruhundan fışkırıveriyor. O küçücük metinlerin hayran bırakan yoğunluğu ve ironisi öykü yazmaya elbette yöneltti beni. Bir Dakikalık Öyküler Türkiye’de çok sevildi; Kapıya Not Bıraktım’ın büyükbabasıdır bence. Örkény yaşasa bu cümlem için ne derdi bilmem. Belki cüretkâr bulurdu ama “Okur aptal olamaz, olsa olsa öyküler kötüdür” diyebilen bir yazarın hoşgörüsüyle belki de güler geçerdi. Attila Bartis, Günter Grass ve Yaşar Kemal’le birlikte seneler önce Türkiye’ye gelmişti. Goethe Enstitüsü’nün bir edebiyat etkinliğinde birlikteydik. Onlarla aynı masada sohbet ettik. Petra Finy ile ise başka bir çakışma yaşadık; romanındaki başkarakterin bazı deneyimleri benim yaşantıma benziyordu. Beni tanıyan birçok kişi bu ortaklığı fark edip “Yahu sen bunu nasıl çevirebildin?” diye sordu. Ne kadar iyi yapıtlar olduğu zaten ortada ama çevirmenlik bana bu örnekler gibi başka birçok yaşantı da kazandırdı. Her şeyime katkısı oldu... n Uzun süre kaldığın Budapeşte hayatına ne kattı? n Koca bir edebiyatın kapısını aralayabilmeyi... Nehirlerde saçlarını yıkayan söğütlerin gerçek olduğunu yani Nâzım Hikmet şiirini “görebilmeyi”... Köprülerden sulara bakmayı... Ömrümde gördüğüm ilk metroyu, toplu taşıma kullanmaya alışmış başıboş köpekleri, anladığım bir dilde yabancı olmayı, yabancı olsam da anlamayı. Zor bir yirminci yüzyılın duvarlardaki tank izlerine dokunmayı. Rejim değişimi denen şeyin sıradan insanlar üzerindeki etkisini. Nefis çorbaları. Beni ben yapan, büyümemi sağlayan yaşama biçimine hayran olduğum birçok insanı. n “Radula” öykünde Orta Avrupa’nın tanınmış bir yazarıyla kitabın yazarının ortak hayat noktalarının birleştiğini görüyoruz. Dünyanın her yerinde baskıya uğrayan, acı çeken bireyler bir gün çok ütopik de olsa yan yana gelebilir mi? n Hep yan yanadır zaten. Karşılaşmak başka bir şey... O her zaman mümkün olmayabiliyor Erenim. n Kapıya Not Bıraktım / Sevgican Yağcı Aksel / Ayizi Kitap / 164 s. 4 15 Kasım 2018 KItap