Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kitaplar cenneti... “Ada”sı olur da “cennet”i olmaz mı kitapların? Neresi peki? Fuarlar tabii. Her kitap fuarı bir cennet. Hayat nasıl kaynıyor, nasıl da canlı kitap fuarlarında, değil mi? Üstelik öylesine kalabalık ama kimi kitaplar görünemeden kalabiliyor yine de… K itap arayıp ortalarda görünmeyen kitap için eşeleye çabalaya onu gün yüzüne çıkarmanın, onunla buluşmanın heyecanı, coşkusu az mutluluk mu? Ne var ki kimi kitaplar kör kör parmağım gözüne havasında orada burada görünürlük çalımıyla dirsek atarken kimi kitaplar da üzerlerine uyku tulumu çekmişçesine görünmezlik kisvesiyle varlıklarını unutturuyorlar neredeyse. Son yıllarda kitapçı sergenlerinde gezinirken, kendi payıma tanıdığım ya da benim için görece yeni imzaların farklı kitaplarıyla karşılaştığımda yazarını sobelemiş okur havasında pek bir seviniyorum doğrusu. Bu yarımayın yazısını gecikmeyle buluştuğum Esra Pekin’in iki romanına ayırıyorum. ESRA PEKİN ROMANLARI… Yaşamöyküsüne göre “yazmaya üniversite yıllarında başlayan” Esra, arka arkaya Sel Yayıncılık’tan çıkan iki romanıyla farklı bir yerden seslenmeye çalışıyor: Lilith (2012), Babaannemin Usturası (2013). Lilith adlı romanında söylensel, dinsel figürlerden kalkarak kadınerkek ilişkilerine yoğunlaşan yazar, “tüm zamanların en pasifist aktivisti” biçiminde nitelediği “Âdem’in ilk karısı”, “Tanrı’ya başkaldıran ilk kadın” (s. 12) Lilith’le açılış yapıyor. Sonradan bunu anlatının ana karakteri Lamia’yla örtüştürüyor. Lamia’nın barda, ikiz olduklarını öğreneceği kardeşlerden biriyle başlayan ilişkisi, onu “birbirine benzemeyen tek yanı” (s. 71) kokuları olan ötekisiyle buluşturur. Bu girift ilişkileniş genç kadının dünyasını allak bullak ederken onu derin düşünce ilmekleriyle de kuşatır: “Bir kez Esra Pekin daha inanmayı seçmiş ve aldanmıştım. Âdemoğlu yine yapacağını yapmıştı”(s. 75). Yapıt, söz konusu üç karakteri zorunluluk bağlarıyla yerine oturtuyor denebilir. Ama Lamia’nın, birbiri yerine geçen ÖYKÜDENLİK... Uğur Nazlıcan; “Bir Dükkânı Beklemek” Ö yküsel değeriyle basılı nesne yanını alabildiğine aşan bir ilk kitap; Bir Dükkânı Beklemek (YKY, 2018), Uğur Nazlıcan’dan. Yazarı yenice tanıyorum. Şaşırtıcı. İlk kitabı aşar nitelikte sergilediği düzeyiyle parlıyor kabaca bakıldığında bile. Çünkü tek bir olayı anlatmanın görece yaklaşımlarıyla büyülü halkalar eşliğinde öyküyü harlandıran bir yazarla tanışıyoruz bu ilk kitapta. Hoş şimdilerde özellikle öyküde, dikkat çekici ilk kitaplarla ortaya çıkan yazar azımsanmayacak sayıda. Ancak yenilenmiş haliyle öyküyü toplumsal yaşamla, sınıfsal çelişkilerle, bu anlamda geniş yelpazeye yayılmış bir oluntu düzeneğiyle işleyip geliştiren öykücüye de pek rastlanmıyor doğrusu. msaslankara@hotmail.com www.sadikaslankara.com ikizlerle ilişkisi, farklı bir aksta kayıyor sonradan. Erkekler için “kılıf” ayrıntısı önem taşısa da (s. 34 ve s. 109) apansız zincirleme rastlantı, romandaki gerçektenlik duygusunu köreltiyor. Kadın, HIV’le kendisini zehirli engereğe dönüştürürken ikizler için de âdeta “Habil ile Kabil” (s. 114) hikâyesine geri gidiyor. Bu tür yaklaşımı Babaannemin Usturası’nda da sergiliyor Esra. Barlar eksik değil ama kadınerkek ana karakterlerini mevsim dışı filmler oynatan az seyircili salaş bir sinema salonunun karanlığında buluşturup Lilith’tekine benzer farklı bir cinsel ilişkilenişle açılış yapıyor. Romanın ana karakteri, kendi ifadesiyle “mitoman(lığını) inkâr eden” (s. 49) bir “psikopat”tır ( s. 70). Plazalarda iş dünyasına geçmekteyken yazarlığa soyunmuştur. Esra, her iki yapıtında da sevgisizliği ana sorunsal bağlamında alıyor. Tek başına yaşama alışkanlığı olanların kendi uçurumlarındaki boğuntu bu. Esra Pekin, karakterlerinin iç seslerini Uğurcan Nazlıcan Orhan Pamuk, Hasan Ali Toptaş vb. yazarların anlatılarında karşımıza çıkan çoklu katmanlaştırma, bunlar arasında iskeleler kurarak birbirine sıçrayan anlam çoğulluğuyla yapılandırma, “Kısacık bir an için kendine yükselmiş, sonra gerisin geri kendine inmiş” (s. 15) kişiler, Uğur’un öykülerinde de karşımıza çıkıyor. Söylenden masala, hikâyeden öyküye, Velásquez’den Borges’e sonsuz bakışımlı yansımalarla her tür anlatı biçiminin yanılsama, yankıma, sanrı, hayal karmaşasına varan büyülü sar de içine alan alaycı senlibenlilikle ama dengeli dış anlatıcı aracılığıyla sürdürüyor genelde romanlarını. İlkinde özöyküsel ya da kadınerkek dolayımlı anlatıcıyla ötekinde ikinci tekil kişiyle sürdürüyor. Farklılık taşıyan sözdizimleriyle köpürtülü, kışkırtılı dil huzmeleri yansıtırken, dikkatsiz, özensiz tümceler, sözcüklerle de karşılaşılıyor. İki romanda da karakterlerin iş değişikliği yapması, birbirini bütünleyen babaanneler dikkati çekmiyor değil. Ayrıca anlatılar, aforizma esinli söyleyişleri ne ölçüde gereksiniyor, bu da düşünülmeli. KADIN YAZARLARIMIZIN CİNSELLİĞE YAKLAŞIMI… Esra, kadınerkek ilişkisi bağlamında gitgide derinleşen, ürkütücü iç çöküntüsüne dikkatimizi çekerken bireydeki bilinmez uçurumlarla, bu arada insanı kıskıvrak yakalayıp bağlayan cinsellik, erosallık temelinde tutkularla, yaşamsal libidoyla, güdülerle yüzleştiriyor okuru. Öykü, roman türlerinde bugüne dek birkaç yüz kadın yazarımızın yapıtları arasında gezinen değerlendirmelerim oldu, hatta erosallık ya da cinsellik konularına dönük bu anlatılardaki yaklaşıma özgülediğim örneklemeli yazılar da kaleme aldım. Esra Pekin, bu bağlamda hemcinsleri arasında cesur, atak bir imza olarak göründü bana. Bunu, konuya değgin tutumundaki berraklık kadar, yanı sıra aktarım biçimi, dile yansıyan ataklığı için de söylemiş olayım. Ama Esra’nın saltık açıdan “kadın yazarı” olarak alınmasını öne sürecek hiçbir yan bulunmadığını belirteyim. Tam tersine karakterleri aracılığıyla kadınerkek varlığa dayalı bir psikolojik roman örüntüleme çabası içinde görünüyor yazar. Bunun altından ne ölçüde kalktığı tartışılabilir. Hafife alınmamalı ama. Arka arkaya iki romanla kapımızı çalıyor Esra Pekin. Kimler duydu sesini? Gören, görünür kılan okur biliyor da, ötekiler, geniş okur kitleleri? n mal yarattığı biliniyor zaten. İşte Uğur, öykülerini böyle bir evren üzerine oturtup işliyor. Bu anlamda Ferit Edgü’ye daha yakın o. Ne ki bütün bunları fantastik düzlem dışına çıkarmaya pek de gönül indirmeyen öteki yazarların dışında çok boyutluluğun olası bütün kanallarını açmaya çalışan Uğur, dağlardan kentlere, kıyıdan merkeze küçük, yoksul insanlar, onlara paydaş sayılabilecek hayvanlarla, iş araç gereçleriyle örülü dış gerçekliği prizmatik bakışla bir izlenimler geçidi şeklinde sunabiliyor yine de. Öykü kişileri dış dünyaya karşı değil, kendi varlıklarına karşı da tedirgin, ikircikli. Yeni bir toplumsal bakış kazanıyor böylece öyküler. Bu güzel öyküleriyle kapımızı çalıyor ilk kitabında Uğur Nazlıcan. Duyan var mı peki? Ya gören, onu görünür kılan? n www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. 38 15 Kasım 2018 KItap