23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ARNE BELLSTORF’TAN “ALMAN SEVGİLİ” Beatles’ın doğum sancıları Arne Bellstorf’un kaleminden çıkan “Alman Sevgili”, Hamburg’un soğuk atmosferinde, Alman gençliğinin yeni bir popüler kültür ikonuyla tanışma hikâyesini, siyah beyaz bir filmin içindeymişçesine solumanızı sağlıyor. gürer mut D ünya tarihine damga vurmuş, 1960’ların unutulmaz İngiliz rock grubu The Beatles’ın umut dolu yolculuğu, Arne Bellstorf’un kaleminden çıkan Alman SevgiliAstrid Kirchherr ve Stuart Sutcliffe’in Hikâyesi okurla buluştu. Kitap masalsı bir aşk hikâyesine, müziğin değişen soluğuna, hüzne ve kalıplarını kırmaya hazır gençliğin özgürlük tutkusunu anlatıyor. Öyle ki 1960’ların Almanyası’nda, siyah beyaz bir filmin içinde hissediyorsunuz kendinizi. Bellstor, okuruna, kabına sığmayan bir grup genç müzisyenin hisettiği doğum sancısını, Avrupa’nın alt kültür öznelerini, ‘Yeni Dalga’nın o dönemki etkilerini ve felsefi varoluşçuluğun pop kültürüne evrimini sunuyor. Bu, pastelsi hikâyenin içinde gezinirken zamanın ruhu içinde kaybolmanızı da sağlıyor. Şüphesiz Bellstorf’un günlük ve haftalık dergilerde yaptığı çalışmaların, mini hikâyelerin bu zengin çalışmayı beslediği ortada. STUART VE ASTRID’İN HİKÂYESİ Almanya’nın Hamburg kentinde, bar ve genelevler bölgesi olan St. Pauli’de John Lennon, Paul McCartney, George Harrison ve Stuart Sutcliffe’in Kaiserkeller Bar’da verdiği konserlere biraz çekinerek biraz da korkarak adım atan Klaus Vormann’ın grubu tanımasıyla hikâyeye giriş yapıyoruz. Rastlantısal bir şekilde gerçekleşen bu olay bir süre sonra farklı bir boyuta evrilerek grubun bas gitaristi Stuart Sutcliffe ile Klaus’un yakın arkadaşı Astrid Kirchherr’in aşk hikâyesine dönüşüyor. Almanya’nın soğuk atmosferinde ilerleyen roman, Sartre’ın gölgesinde, yönetmen Jean Cocteau’a hayran, kısacası Fransız kültürünün çekim alanında kalan Alman gençliğinin yeni kültür arayışını gözler önüne seriyor. Beatles’ın adını aldığı Beat Kuşağı da doğaçlamayı, özgürlüğü, açık cinselliği ve altkültürü temsil ettiğinden, hem Klaus hem Astrid hem de bu ikilinin arkadaş grubunu hızla etkisi altına alıyor. Hikâyenin gidişatında bir tür bohem hayatı yaşayan Beatles’ın şansının Klaus ve Astrid’le tanıştıktan sonra döndüğünü görüyoruz. İki arkadaş, içinde bulunduğu kapalı/cansız dünyayı değiştirmek, keşfettikleri ‘cevheri’ yaygınlaştırmak için mesai harcamaya başlıyor. Bir süre sonra The Beatles iki arkadaşın hayatının merkezine oturuyor. Klaus, hırpani ve özgür Lennon figürünü rol model alırken Astrid de grup üyeleri içinde James Dean’e benzettiği, entelektüel olarak diğerlerinden farklı olan Stuart’a âşık oluyor. Bu anlamıyla, simgesel olarak The Beatles ve tekil olarak onun üyeleri, bir jenerasyonun arayışının ve kaçışının nesnesi hâline geliyor. Grup bazıları için 1960’ların özgürlük havarilerini, bazıları için ise kalıplaşan aşk söyleminin yeni hâlini temsil ediyor. THE QUARRYMEN’DEN THE BEATLES’A Grubun Almanya’da geçirdiği döneme baktığımızda türlü zorluklarla, yol ayrılıklarıyla boğuştuğunu ve bu mücadele içinde, İngiltere’den The Quarrymen olarak çıktıkları yolda, Almanya’da kişiliklerini ve popülerliklerini kazanarak The Beatles hâline geldiğini görüyoruz. Arne Bellstorf bu dönemi başarılı şekilde resmederek popüler kültürün en büyük ikonlarından olan Beatles’ın kimlik inşası sürecini başarılı bir şekilde okura sunuyor. Hamburg basınında önemli ve özgün çalışmalara imza atan sanatçının, 2010’da yayımladığı ve en kapsamlı çalışması olan bu grafik roman, sekiz yıllık bir gecikmeyle de olsa okuma fırsatı bulduğumuz için şanslıyız. n Alman Sevgili / Arne Bellstorf / Çeviren: Tanıl Bora / İletişim Yayınları / 208 s. NICOLAS CASTELL VE OSCAR PANTOJA’DAN “BORGES” Bir başka ‘biyografi’ Borges’in, bu çizgi romanda somutlaşan hayatı da gerçek bir Borges okumasında olduğu gibi kurgu ve gerçeği bir araya getirerek bir başka gerçeklik alanı yaratan bir dünyadan sesleniyor okura. m. mehmet haktan “ Yazılan her şey otobiyografiktir” der Arjantinli efsane Jorge Luis Borges. Onun bu sözünden yola çıkarak yazdıklarına baktığımızda karşımıza da bugüne kadar gördüğümüzden çok farklı bir dünya çıkacağı açık. Çünkü kurgunun gerçeğe evrilişinin, dahası yeni bir gerçeklikle yeniden doğuşunun da ispatı niteliğindedir Borges’in bu sözü. Yazdıkları da zaten her ne kadar birer kurgu ürünü olsa da gerek yaşamıyla bağları gerek kendini yeniden yarattığı gerçekliğiyle farlı bir zemine oturur. Bu bağlamda Borges, yazdığı her kelimeyle hayal gücünün gerçek bir güce dönüşümünü ispatlayan bir yazar. Bu hayal dehasının kaleminde çıkanları okumak, dünyasını ve yazdıklarını keşfetmeye çalışmak ise okur açısından da yazarın kurguyla gerçeği yol ayrımına sokan dünyasında bir güç gösterisine dönüşür. Hasılı zordur. Bu nedenle olsa gerek Borges’le ilgili çalışmalara rastlasak da onun evrenini farklı bir alana taşıyan çalışmalara çok rastlayamayız. Yarattığı dünyanın biricikliği, pek çok kimseyi bu işten alıkor. Fakat Nicolas Castell ve Oscar Pantoja’nın çalışması bu zinciri çizgi roman alanında kıran bir hamle olarak geldi. İkili, Borges’in yaşamını, onun kitaplarına yansıyan imgeler üzerinden âdeta yeniden kuruyor. Borges’in yaşamı boyunca durmadan referans verdiği kimi imgelere olan derin takıntısının da kaynaklarına inmeye çalışıyor aynı zamanda. BorgesSonsuz Labirent bu yönüyle bir biyografi, evet ama bilinen ya da alışılmış biyografilerin çok dışında konumlandırmak gerekiyor bu kitabı. “BÜYÜLÜ” DÜNYALAR Borges’in, bu çizgi romanda somutlaşan hayatı da gerçek bir Borges okumasında olduğu gibi kurgu ve gerçeği bir araya getirerek bir başka gerçeklik alanı yaratan bir dünyadan sesleniyor okuruna. Tam da bu nedenle Castell ve Pantoja’nın çalışması klasik anlamda biryografinin sınırlarına yerleşebildiği gibi Borges’in dünyasına bakabilmek için buzlu bir cam hediye ediyor herkese aynı zamanda. Camın buzlu olmasının nedeni Borges’in dediği gibi gerçeği kurgunun sınırlarına yaklaştırma çabası. Böylelikle Borges’i, Borges’in istediği gibi görme fırsatı veriyor Castell ve Pantoja. Jorge Luis Borges’in çocukluğuna, gençliğine, hayal kırıklıklarına, kütüphanelerine, cennetine, rüyalarına, kaplanlarına açılan bir yolculuğa davet Castell ve Pantoja’nın çalışması. İkilinin, Borges’in kendi yazınına uzak sayılmayacak bir dünyadan çizgilerle bunu yapması daha da güzel. Arjantinli’nin biyografisi, Castell ve Pantoja’nın çalışmasında kendisinin de takıntılı imgelerinden olan “labirent” şeklinde kuruluyor. Böylelikle kitap tıpkı Borges gibi gündeğiliğin ve gerçek üstünün büyüsünü aynı anda verebilecek yeni bir kimlik kazanıyor. Her yönüye BorgesSonsuz Labirent, büyük yazarın kalemine aşina ya da hayran herkesin elini uzatması gereken bir kitap. Bengi Kıraçoğlu Paixao’nun İspanyolca aslından çevirisi ile ayrı bir değer kazanıyor. n BorgesSonsuz Labirent / Nicolas Castell, Oscar Pantoja / Çeviren: Bengi Kıraçoğlu Paixao / Flaneur Yayıncılık / 156 s. 32 15 Kasım 2018 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle