Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SEVİN OKYAY’DAN “ARA SIRA VE DAİMA” ‘İnsanlara mektup yazıyor gibi düşünüyorum’ Yazar, çevirmen, radyo programcısı ve eleştirmen Sevin Okyay, yaşamında iz bırakan dostlarını, çalışma arkadaşlarını ve aile üyelerini samimi ve neşeli üslubuyla anlatıyor. Okyay’la kitabını konuştuk. sibel oral Ö ncelikle kendinizi nasıl hissettiğinizden başlayalım Sevin Hanım... n Yeni kitap evvela bir şaşkınlık uyandırıyor, biz nasıl bitirdik bunu diye. Çünkü gerçekten bu Müren Beykan’ın teşvikiyle ve ısrarıyla çıkan bir kitap oldu. Gerçi çoğu eski yazılardı ama onları da güncelleştirmek gerekiyor, bir tür değişiklik gerekiyordu. n Neden güncelleştirme ihtiyacı doğdu? n Çünkü çok değişmişti her şey ama açıkçası o insanların bugünkü hâlini anlatan yeni yazılar yazmak istemedim çünkü ben bu portreleri severim. Bunlar çok normal portrelerdir. Meşhur insan da pek yoktu. Tanıdığım insanlar; ailemden insanlar, asistanlarım, temizlikçilerim filan... Zaten hayatımda bir dönem daima böyle kızım, oğlum, Mehmet Atak, Can Side ve Rıfat olmak üzere üç tane arkadaşım annem, babam zaten vefat etmişti daha önce bakkal ve temizlikçi vardı. Hatta bir ara Kutlukhan’a sordum, “Kutlukhan yahu, ben asosyal miyim?” diye. “E asosyalsin anne ama söyleyince de kızıyorsun,” dedi. Demek ki böyle bir şeyim varmış. n Geçen haftalarda Haluk Kalafat’ın yazısını okumuştum kitapla ilgili. Onun tanımı çok hoşuma gitti. “Bu aslında otobiyografik bir kitap,” diyor. Siz buna katılıyor musunuz? n Evet, ben daha çok o insanların hayatımda bıraktıkları izlere dair yazmıştım, doğrudan bir portre sayılmaz. Sanki portre olunca o duracak da ben çizece ğim gibi geliyor, öyle değil yani. n Sizin, portreler kitabını hazırladığı nızı duyduğumda; Cemal Süreya’nın 99 Yüzü ya da Levent Yılmaz’ın Paralel Hayatlar adlı portreler kitabı vardı, acaba bunlara benzeyen portreler mi diye düşünmüştüm ama kitabı okuyunca bambaşka, çok farklı yazılarla karşılaştım. n Yapı Kredi’den çıkan iki portre kitabı vardır; Ümit Bayazoğlu’nun, onları da çok severim. Demek herkes kendi mizacınca yazıyor bu portreleri ki çok dikkat ettim bunları yazarken, yani kendimden mi bahsediyorum, kendime çok mu bağlıyorum diye. Çoğu şeyi de silip attım. Ama hiç fark etmedi, yine öyle zannedildi... “ÇALIŞMAK İYİDİR” n Peki, yazmaktan pişman olduğunuz var mı? n Yok hayır, yazmaktan hiç pişman olmadım. Meramımı anlatamadığım bir portre yok. n Doğan Hızlan “72 milleti anlatıyor gibi” demiş kitap için. Sizin için “Edebiyatımızın ırgatlarından biridir” demiş ayın zamanda, çok da haklı... n Bunu iyi niyetle yazdığını düşünüyorum. Çünkü bu yazı Doğan Bey’e göre “Sevildiğini bil” yazısı. Ben o fikirdeyim. Zaten beni gördüğünde de çok muhabbetlidir. Bana telefonla ilk konuşmamızda “Sevin Hanım aldım kitabı fakat size şunu söyleyeyim, hakkında birtakım sırları faş edenlerin hiçbir jüride yerleri yoktur” dedi. Onunla Talât Halman jürisinde birlikteyiz ya... Beni de gülme tuttu, yani şaka ederek başladı, şaka ederek devam etti. Müteşekkirim kendisine. n Selahattin Hilav yazınızda “ölümü ardından daha fazla eğitilme ihtimalimiz Sevin OkyaySibel Oral. suya düştü “demişsiniz. Bununla ilgili konuşalım. Bugünkü kuşak, hem kültür sanat gazetecileri için diyorum hem de o dünyadan insanlar için, böyle bir eksiklik olduğunu düşünüyor musunuz? n Evet, düşünüyorum. Çok büyük bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Bir şey öğrenmek isteyen, bir şey kapmak isteyen daha evvel gelir onunla konuşurdu. Gelsinler de ben onlara ilim irfan vereyim diyen biri değildi ama sorularına cevap verirdi, sahiden bilgili insandı. Bana mesela çok faydası oldu; çeviri konusunda olsun, okuma ve okuduğunu anlama konusunda olsun. Hatta bana Osmanlıcayı ilk öğreten odur... n Hâlâ yoğun bir tempoda çalışıyorsunuz. Bıktım yeter artık dediğiniz olmuyor mu? n Tabii ki oluyor. Bir defa Manguel’in Hayali Şehirler Sözlüğü’nü çevirirken basbayağı çeviriden de her şeyden de nefret ediyorum, şeklinde düşünüyordum. Sonra en iftihar ettiğim çevirilerden oldu. Kitaplık dergisinde “Tembellik” sayısı yapmışlardı. Ben de “Çalışmak iyidir” diye bir yazı yazdım. Nasıl alay ettiler benimle ve ne kadar uzun bir süre anlatamam sana. Çalışmak iyi yani, boş oturup duvara bakmak yetmiyor bana, yün örmek de yetmiyor, sadece televizyon izlemek de yetmiyor. Ancak bir şeyin yanı sıra... O orada açıkta durabilir yani. “OKURLAR ÇOK DEĞİŞTİ” n Bir şeyi mutlaka yazıya dökme ihtiyacı var sizde ama değil mi? İhtiyaç demeyeyim de hâli... İzlediğiniz filmi, izlediğiniz spor müsabakasını ya da bir konseri vs. n Var galiba, doğ ru söylüyorsun, haklısın. Şimdi o kadar var mı bilemiyorum ama vardı. Evet, yazmak istiyordum. n Ama bu yazmak, sadece yazmak için değil. Niye yazıyorsunuz, paylaşmak için yazıyorsunuz... n Kaç kişiyle paylaşmak istediğine göre değişir. Ben daha çok anlayacağını ya da karşı çıkacağını ama niye karşı çıktığını da bana izah edecek insanlara mektup yazıyor gibi düşünüyorum kendimi. Onlara mektup yazıyorum, kaç kişiden cevap gelecek diye. Radikal’de yazdığım dönemde Kızılderili gibi uzun saçlarımı kestirmiştim. Salı günkü yazım da her zamankinden çok daha ciddi bir yazı olmuştı. İftihar etmiştim kendimle iyi bir yazı yazdım diye. İnsanlar mutlaka buna tepki gösterecek diye düşündüm. Yazının en altına da bunların arasında kaynayıp kaybolsun diye “Ha bu arada saçımı da kestirdim” yazdım. Bir Allah’ın kulu yazıdan söz etmedi, herkes nasıl kestirdiniz saçınızı, nasıl kıydınız saçlarınıza diye sorup durdu. O yüzden bilemiyorum mektup yazma işinde ne kadar başarılı olduğumu. n Merak ediyorum, Türkiye’deki kültür sanat mecralarında, gazeteler olsun, dergiler olsun, nasıl bir değişim, dönüşüm geçirdi siz başladığınızdan bu yana? n Tabii ki okurlar çok değişti, başka şeyler istiyorlar artık. Ama dergiler de değişti, onlar da artık başka şeyler sunuyor. Bir defa kesinlikle daha çok sansür olduğunu söyleyebilirim. Sansürden en az rahatsız olan biziz, yani kültür sanat yazanlar ya da radyoda program yapanlar ama artık her şey çok farklı. n Sansürden bahsettiniz; yeni yazılan oyunlar, yeni çekilen filmler de sansür ya da otosansür canavarından nasibini alıyor mu sizce? n Alıyorlar tabii, alıyorlar ama bence bundan kaçmanın yolları var. Yanlış anlaşılma ihtimaline rağmen bunları bulmak gerek. Tabii hâlâ karşı çıkan, cesaret gösteren, ortaya atılan yayınlara ve insanlara da çok büyük saygım var. n Kitapla ilgili son sorum kendi hakkınızda yazdığınız portre üzerine. Çok matrak. Kendinizi yazmak nasıl bir duygu? n Eğlenerek yazdım yani kendinle de kafa bulabildiğini ve bunun kötü bir şey olmadığını göstermek, yazdıklarımı fazla mizahi bulan portre sahipleri kendimi daha mizahi yazdığımı gördükleri zaman, kızdılarsa belki kendime yazdıklarımı görünce kızmaktan vazgeçeceklerini düşünmüş olabilir. n Ara Sıra ve Daima / Sevin Okyay / On8 Kitap / 376 s. 10 15 Kasım 2018 KItap