Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
takım metaforik karşılıklara denk geliyor. Ya Avcıatmaca? Nasıl bir yaban? Herkesin öyküsüne tırnak takıyor. En ilgimi çeken yanı vaat ettiğini bir türlü vermiyor olması. Metni okurken başlangıçta tekinsiz bir adam izlenimi bırakıyor. Her an Tarık ve Filiz’e bir şeyler yapacakmış gibi tedirgin oluyoruz. Fakat o vaat ettiğini vermiyor çünkü esasında bizim ülkemizin de başına gelen bütün zorbalar gibi korkak. Bir kere daha başta ölesiye dövdüğü Murat direnince daha tüfeğine bile sahip çıkamıyor. İşte elinde bir fener var, fenerin pili bitiyor. Tehditler yağdırıyor ama bir yere varamıyor. Sonra yalvarıyor, kızıyor yine yalvarıyor. Sonunda onu perişan halde görüyoruz. Son halde bile tıpkı tüm korkak diktatörler gibi Murat’ın eline düşünce “beni kulübeye götürme, öldür” diyor. Çünkü esasında diktanın görünümüne, kendi yarattığı o içi kof zorbalığa, imaja tapan bir orman diktatörü. Sevdim onu yazmayı. “BİR ŞEYİ YAZARKEN SEVERSEM ÜZERİNE GİDİYORUM” oldu, Tarık değil. Kara Zühre ise kocasının şiddetini ve zorbalığını benimsemiyor ve belki biraz da kabulleniş içindeymiş gibi görünüyor. Ama aslında içten içe hep Avcıatmaca’dan kurtulmayı istiyor, bir kurtuluş ümidi, bir Hızır bekliyor. Aslında insanımızın hali de bu değil mi? “BİRİLERİ BİZİ VE DOĞAYI SAKAT BIRAKARAK YÖNETİYOR” Romanın köpekleri olaylara, insanlara nasıl eşlik ediyor? Bu romanı yazmamın en önemli nedenlerinden biri gördüğüm bir ortam olması. Şile ormanlarında bir sakat köpekleri bakım yeri gördüm ve çok etkilendim. Bir iki sene sonra da aklımda kalan o sahnelerden bu romanın ilk kıvılcımları çıktı. Buradaki simgesellikte biz de kendimizi biraz onlara benzetebiliriz. Birileri bizi ve doğayı dayak atarak besliyor, sakat bırakarak yönetiyor. Romandaki köpekler de aynı kaderi paylaşıyor. Gece müziği de öyle, acı bir ses! Evet. Avcıatmaca, küçük bir çocuk olan Murat’a işkence eder, çocuk bağırır, sürekli aç bırakılmış ve dayak yemiş köpekler de o sesten beslenir. O ses onlar için et gibidir, yani o sesleri duyduklarında birisi ölecek ve biz de onu yiyeceğiz diye beklerler. O sesler onlara bir süre sonra bir müzik gibi gelmeye başlar. Biraz kaba olabilir ama kitabın adı oradan çıktı. Hazin öykülü cahil ve saf Deli Fahri... Hızır Aleyhisselam’ın kendisine söz verdiğine ve bir gün gelip yanına alacağına inanıyor. Annesi ise yarı kör, odasından yıllardır çıkmamış, arada bir kurt gibi uluyan bir kadın. Romanın söylenceye en yaklaştığı bölüm. Bu masal öğelerini kullanmayı çok sevmemden kaynaklanıyor. Masal öğelerini doğa anlatılarına özellikle benim yazmayı sevdiğim şeylere çok yakıştırıyorum. Yeni kitap projeni sorarak bitirelim söyleşimizi? Uzun vadede öykülerimle ilgili bir tasarım var. Belki biraz daha doğrudan bazı masalları öyküleştirebilirim.n gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Köpekler İçin Gece Müziği/ Faruk Duman/ Can Yayınları/ 132 s. Doğa dışında romanın bir başkahramanı yok. Herkes eşit! Roman başlarken Tarık ile Filiz gibidir mesela. Romanın belli bir noktasına kadar ana kahramanlar olduklarını düşündürürler ama öyle sürmez. Her gelen kendini koyar ortaya. Avcıatmaca esas kahraman zannedilirken Murat ortaya çıkar, sonra Kara Zühre ortaya çıkar. Hepsi bir kulübenin içerisinde bir nevi Nuh’un gemisinde mahsur kalır. Benim yazma ritüelimde de biraz öyledir; bir şeyi seversem onun üzerine gidiyorum. Romanın sonunda ne olacağını bilmiyorum, bilseydim yazamazdım. Bu şekilde ilerlemeyi, yazmayı seviyorum. Avcıatmaca gibi yazarken Murat’ı da çok sevdiğimi ve üzerine gittiğimi fark ettim. Yağmur da öyle, sonradan ortaya çıkan müsveddenin durumuna göre yazar ve okur olarak sevdiğim yerlerde daha da güçlendi. Bir şey, bir karakter neyi temsil edecekse onun biricik olması benim için önemli. Kadın karakterler daha bir derleyici toplayıcı çizili. Öyle. Daha yumuşak karakterli, barışçı. Bunu ikinci okumada fark ettim. Ortama uyum sağlayan Filiz Faruk Duman, “Birileri bizi ve doğayı dayak atarak besliyor,” diyor. Üstte Gamze Akdemir ile... C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1287 1 6 E K İ M 2 0 1 4 n S A Y F A 9