27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yücel Kayıran’la “Son Akşam Yemeği” üzerine ‘Sanırım yetişkinlik ve yaşlılık dönemi şairi olacağım’ Yücel Kayıran’ın son şiir kitabı “Çalgın” 2006’da yayımlamıştı. Kayıran, sekiz yıl aradan sonra, “Son Akşam Yemeği” adlı yeni şiir kitabıyla döndü. “Son Akşam Yemeği”, gerek dili ve imgeleri, gerek temaları ve meseleleri, gerekse gerçekliği algılayışı bakımından, muhalif şiir anlayışının yenilendiği bir kitap. Kayıran, hayatımızın gerçekliğindeki trajik durumun üzerine örtülmüş ideolojik pembe örtüyü indiriyor. r Coşkun ŞENOL itabın adından başlayalım… Kitabının adı neden Son Akşam Yemeği, bu adın, dinsel bir göndergesi yok mu, mesela Hıristiyanlığa, İsa’ya.. Hayır dinsel bir göndergesi yok. Kitabımın adının Hıristiyanlıkla ve genel olarak dinle alakası yok. Son akşam yemeği ifadesi, bir imge olarak, Hıristiyanlığa veya Hz. İsa’ya işaret etmez; dahası son akşam yemeği imgesi, Hıristiyanlığa değil, Rönesans’a, Yenidendoğuşa ait bir imgedir. Bir imge olarak, dinin veya teolojinin değil, sanat tarihinin, Rönesans sanatının bir keşfi, bir buluşudur son akşam yemeği. Anlamsal bakımdan, ihanete ve mahvoluşa hazır olmaya işaret ettiği kadar, ihanet ve mahvoluştan sonra yeniden varoluşu da dile getirir. Ama temel sorun, insanın aynı tür ilişkiler biçimiyle devam edemediği gerçeğidir. Dolayısıyla bu imge, aynı zamanda, insanın, kökleri ve geçmişine uzanan ilişkilerle kendini devam ettiremediği hakikatini de dile getirir. Kitabımın adının neden Son Akşam Yemeği olduğu sorusunun yanıtını, sanırım kitabı oluşturan şiirlerle ilgisinde aramak gerekir. Bu da, okuma etkinliğinin sahasına, okurun yetki alanına ait bir durum. Evet, ben şiir analizi yapıyorum, şiir anlayışım hakkında da yazdım ama kendi şiirimin içeriği hakkında hiçbir zaman konuşmadım. Beni Hiç Göremezsin’in S A Y F A 1 4 n 1 6 K Yücel Kayıran; “Bir şairin şiiri, buluş ve keşiflerle ilerler ve ayırıcı hale gelir,” diyor. de, adı bakımından böyle bir konumu vardı; Gökhan Cengizhan’ın, kitabın adını, kitabı oluşturan şiirlerle ilgisinde açıklayan, çok önemli bir analizi oldu. Cengizhan, 1990’ların önemli şiir eleştirmenlerinden biri. Keşke şimdi tekrar şiir eleştirisine geri dönse. Ama benim izlediğim kadarıyla sende din konusu, gerçi “din fenomeni” dersin sen buna, baştan beri ana temalarından biri gibi.. Belki ilk üç kitabında, Hayaline Firar Edemeyenlerin Afsunu, Beni Hiç Göremezsin ve Çalgın’da, çok yoğun bir tasavvufi atmosfer söz konusuydu... Biraz sert bir soru olacak ama bu yeni kitapta sanki dinle bir hesaplaşma mı var? Hesaplaşma değil de, ben şöyle ifade edeyim. Evet, din fenomeni, gerçekçilik gereği, benim için temel bir fenomen. Profan bir toplum değiliz çünkü. Gerçeklikte mevcut olan bir fenomen, benim şiirim için vazgeçilemez bir öğedir. Nihayetinde yaşadığım dünyanın tinsel evrenini kurmaya çalışıyorum. Şiir anlayışım bakımından, bu mevzu, Felsefi Şiir adlı kitabımda tartıştığım temel poetik problemlerden biriydi aslında. Şimdi, inançsızlık belki biraz epistemolojik bir hal ve bu ölçüde sonuca ilişkin bir durum gibi görünüyor. Fakat bir bireyin, Tanrı’ya olan inancını yitirmesi meselesi, ontolojik bir durumdur ve bu ölçüde, inançla inançsızlık arasındaki uzlaşmaz evreye ilişkin bir haldir. E K İ M 2 0 1 4 Haldir ama, bugünden yarına bir halde olup biten bir hal değil, içsel sorgulamalarla bir dönem devam eden bir hal. Bu duruma, ontolojik bakımdan bir tür dünyevileşme hali de denilebilir. Ama bu durum, hem tema hem de düşünüş hali bakımından şiir için vazgeçilmez bir durumdur. Ben, şiirin, hep bir içsel hesaplaşma, tinsel sorgulama biçiminde gerçekleştiğini düşünürüm. Ama bu mesele, Cumhuriyet dönemi şairlerinin, pek ilgilendiği bir problem olmamış; hem inanç meselesi hem de bir fenomen olarak din meselesi. Dolayısıyla bu sorunun şimdi sert görülmesinin nedenini de, tam olarak burada aramak gerekir bence. “MEVLİD, DİVAN ŞİİRİNİN EN ÖNEMLİ METİNLERİNDEN BİRİ” Asıl konumuzun dışına çıkacağız ama senin bu söylediklerin bana Tevfik Fikret’i hatırlattı. Aynı şeyi Tevfik Fikret için söyleyemeyiz sanırım. Ama Cumhuriyet dönemi Türk şiiri, ne Tevfik Fikret çizgisinde ne de onun solunda gelişmiştir. Cumhuriyet dönemi şairleri, genel olarak Tevfik Fikret ile Mehmet Akif arasında, bir yandan bir gerçeklik olan din fenomenini diğer yandan dünyevileşmenin bir biçimi olarak Tanrı’ya olan inancın yitimi meselesini göz ardı edebilecekleri, çatışmasız bir ara bölgede, profan olmakla tanımlayabileceğimiz bir ara bölgede yazagelmiş görünüyorlar. Bir realite olarak din yok, dolayısıyla inanç ve inançtan kopmaya ilişkin mevzular da yok gibi bir durum söz konusu. Bazı şair ve yazarlar, Fikret’in şiirlerini günümüz Türkçesine aktarmışlardır fakat onun yolundan gitmemişlerdir. Bugün bu durum çok daha net bir biçimde algılanıyor. Yani netice olarak, Türk şiiri, Tevfik Fikret’in sağından gelişmiştir. Yaygın olarak söylendiği gibi, siyaset bakımdan dünya geçen yüzyılın başına dönmüş ise bugün rahatsız olunacak tek kriter, bana öyle geliyor ki Tevfik Fikret ve onun poetikasının teorik mirasıdır. Ziya Gökalp’i de, bu bağlama eklememiz gerekiyor. Son Akşam Yemeği’nin yayınlandığı bugünlerde, kuşkusuz sözünü ettiğim bu temalar bakımından, kendime yakın hissettiğim iki şairin, Ziya Gökalp ile Tevfik Fikret olduğunu da söylemeliyim. Yani bu soru, benim için aslında isabetli bir soru oldu. Süleyman Çelebi’ye de atıflar söz konusu ama özellikle “Beni Terk Eden Organ” adlı şiirinde. Senin Süleyman Çelebi’ye olan ilgini bildiğim için, konuyu biraz açmak istedim... “Beni Terk Eden Organ” bir ağıttır aslında. Ama sadece içerik bakımından değil. Bir problem, varlıksal bakımdan köklü bir tema, sadece pozitif durumları dile getiren metinleri değil aynı zamanda negatif durumları dile getiren metinleri de kendi etrafında toplar. Bu durum, inanma meselesiyle ilgili metinler için de geçerlidir. Temaların dile getirdiği hakikat bakımından, problemi, negatif yönünden yaşayan ile pozitif yönünden yaşayan arasında, varlıksal bir karşıtlık yoktur aslında. Karşıtlıkları, neyi temsil ederse etsin, ideolojik yaklaşımlar üretir. Çelebi’nin Mevlid’i, şiir olma bakımından üzerinde pek durulmamıştır ama Divan şiirinin en önemli metinlerinden biridir, ve 1409 yılında yazılmış olmasına rağmen bugün hâlâ çok etkileyicidir. “Merhaba” bölümünün bırakın aşılmasını, modern bir versiyonunun bile yazılabileceğini sanmıyorum. Bir metin, takip ettiği bir metin var ise, takip ettiği metinin hakikatine bir tür ağıt olarak ortaya çıkar. O hakikatin, kendi gövdesinde devamlılığını yitirmiş olmasına, bir ağıt olarak... Diğerleri, onu temsilen, yani onun bir taklidi olarak ortaya çıkacaktır. Ama Son Akşam Yemeği’nin ana izleklerinden birini de aile konusu oluşturuyor. Kitabın “Seherin Evi” bölümünde yer alan şiirlerin hemen hemen hepsi aile konusuna odaklanmış. Baba meselesi, bu kitabın merkezindeki izlek… Burada “İki Tek” şiirini, özellikle anmak isterim. Çok sert şiirler. Dinden kopuş meselesine de aileden çıkıp geliyorsun gibi... Bir tür depresyon diyebilir miyiz buna, dinsel depresyon? Ontolojik nitelikli varlıksal problemlerin veludiyete dayalı, yani tarihi bir doğası var. Felsefi Şiir’de tartıştığım temel sorunlardan biri de bu konuydu. Bir kişinin varlıksal sorunlarının doğduğu yer, içinden geldiği ailedir. Öyle tarihsel, hatta sınıfsal temelleri olmayan bir varlıksal problem yok; insandan, insanla ilgili kavramlardan söz ediyorsak eğer. Aile, içsel gerilimlerimizin, öfkelerimizin nedenlerinin oluştuğu, inandığımız değerleri öğrendiğimiz, K İ T A P S A Y I 1287 C U M H U R İ Y E T Fotoğraf: Çerkes KARADAĞ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle