Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Emel Kayın’dan kısa öyküler: “Mekân Hikâyeleri” ‘Kaygım bir kitap yazmak değildi’ Zamanı, kenti, evi, insanı birbirini anlamlandıran birer mekân olarak algılayan ve kendisini her yere ait yersiz biri gibi hisseden yazar Emel Kayın, yazma ve var olma serüvenini “Benim uzun bir öyküm hiç olmadı. Herkesin öyküsünün kısa bir parçasıydım” cümleleriyle ifade ediyor. r Hamdi YILDIRIM iz “Uzun Öykü, Kısa Öykü ve Ben” isimli öyküsünü “Benim uzun bir öyküm hiç olmadı. Herkesin öyküsünün kısa bir parçasıydım” cümleleriyle sınırlamış bir yazarsınız. Öykü, şiir, deneme, makale, belgesel metni gibi türlerle çeşitlenen yazın hayatınızın yirmi yılında kısa, imgesel, deneysel öyküler yazmakla uğraştığınızı biliyoruz. Neden böyle bir yazma biçimine yönlendiniz? Ben aslında kısa öyküyle uğraşmadım; öykü ile uğraştım; hatta sadece “yazmakla” uğraştım. Bir gün yazdığım öykülerin o dönem için genel olana göre “kısa” sayıldığını kavradım. Gerçekte her dönemin kısalık kavramı farklı olduğu için “kısa öykü” olarak adlandırılabilecek bir öykü türü olduğundan emin değilim. Modern dünyanın her durumu tanımlama ve bireyleri aynı çerçevede düşündürme arzusu huzursuz ediyor beni. Yine de “kısa öykü” kavramını kullanıyorum ve bu türün yaygınlaştığı yakın döneme geldiğimizde yazarken durduğum yeri zihnimde belirginleştirme ihtiyacını duydum. Kısa öyküyle uğraşma nedenlerimden birincisi, mesleğim olan mimarlık gibi edebiyatta da modern, yalın bir gerçekliğe ulaşmayı istemekte olmam. İkincisi, kısa öykü yazara büyük olanaklar açan bir yönelim. Üçüncü ve en önemli neden ise şu: Kısa öykü benim için “Dünya yüzünde zulüm, haksızlık, sömürü, savaş, korku, acı var ve bunları durdurmak için fazla vaktimiz yok.” derken mücadele umudunu da canlı tutmanın en kısa yolu. “KISA YAZMA VE UZUN KONUŞMA HAKKI” İlk baskısı 2008, ikinci baskısı ise 2013’te yayımlanan ve içinde mekân temalı kısa, deneysel, imgesel öykülerinizin yer aldığı “Mekân Hikâyeleri” adlı kitabınız tam olarak işaretlediğiniz yerde duruyor. Dört bölümlü kitabın “Zaman Hikâyeleri” bölümünde yitik bir çocukluğun düşsel mekânı, “Kent Hikâyeleri” bölümünde yalnızlık, yabancılaşma, ötekileştirme, iletişimsizlik, yapılaşma, çatışma girdabında bireyi yorgun düşüren metropol, “Ev Hikâyeleri” bölümünde S A Y F A 18 n 16 S bilinçaltıyla yer değiştirebilen ve oradaki korkuları, kötülükleri açığa çıkarabilen ev, “İnsan Hikâyeleri” bölümünde ise kendisinin de zihinsel ve bedensel olarak bir mekân olduğunu öne sürdüğünüz insanın bu anlamda teşkil ettiği yer konu ediliyor. Zamanın, kentin, evin, insanın, birbirini biçimlendiren mekânlar olması hali üzerinden kurguladığınız kitabınızda, psikolojik bir altyapı gözleniyor. Bu kitabı nasıl bir algı içinde yazdınız? Yaşamımın yarısını doğduğum kent olan Gaziantep’te diğer yarısını ise mimarlık ve restorasyon eğitimi aldığım, ayrıca bilimsel araştırmalarıma konu ettiğim İzmir kentinde geçirdim. Bu ikilik, farklı coğrafyaların, kültürlerin, zamanların ayrıksı gibi görünen bütünlüklü hikâyelerini kavramamı sağladı. On bir yaşımdan beri anlamlıanlamsız cümleler yazdığımı, evleri, sokakları gözlemlediğimi hatırlıyorum. Okumayı teşvik eden bir ailem olduğu için farklı kültürlere ait edebiyat yapıtlarıyla erken tanıştım. Mimarlık ve restorasyon eğitimi almak ise mekâna, zamana, insana dair kavrayışımı zenginleştirdi. Bir gün kendimi, zaman, kent, ev, insan arasındaki döngüsel ilişkiyi ele alan öyküler yazarken buldum. Sizin yayımlanan ilk kitabınız, konaklama yapılarının “otel” kurumunun tesis edilmesiyle gerçekleşen modernleşme serüvenini Endüstri Devrimi’nin yaşandığı Avrupa’da, Osmanlı İmparatorluğu’nda ve İzmir kentinde araştırdığınız “İzmir Oteller Tarihi”. “Mekân Hikâyeleri” kitabını “İzmir Oteller Tarihi” kitabından önce yazmaya başladığınızı biliyoruz. Kitabı tamamlamanız neden bu kadar uzun sürdü? Kaygım bir kitap yazmak değildi; “mekânı kavramak” ve “öykü yazmakla ilgili sınırları anlamak” istiyordum. Kısa öykünün yaygın olmadığı dönemlerden bu yana yazdığım öyküleri “İzmir İzmir” dergisinde yayımladım. Kimisi bir buçuk sayfa, kimisi iki cümleden oluşan, kimisi tek kelimenin çözünmesiyle varlık bulan, diyalog ve bilinen adlar kullanılmayan, masal, şiir, görselleştirme tekniklerinden yararlanılan, labirentte yaşayan adamların, yıkılan duvarların her an yeniden örüldüğü ülkelerin, içinde hikâye anlatıcılarının yaşadığı evlerin yer aldığı öykülerimi önemseyenler kadar onları reddedenlerle de karşılaştım. Bu süreçte “kısa yazma ve uzun konuşma hakkı” söylemini geliştirdim. Kendi kendime, benim başkalarına, başkalarının bana sorduğu soruların küçük bir bölümü cevaplandığında ise kitabı tamamlamaya karar verdim. Yazdığınız öykülerde yoğun biçimde korku duygusuyla uğraşıyorsunuz. Korkuyu anlamak neden bu kadar önemli sizin için? Zamaninsan, mekâninsan, mekânmekân, insaninsan gibi unsurlar arasındaki bariyerlerin temel nedeni korku. İnsan zihni ile toplum arasında durmadan çoğalan korku kültürünün yarattığı bariyerler aşıldığında ve zamanlar, mekânlar, insanlar arasında olması gereken akışlar sağlandığında dünya yüzündeki pek çok çözümsüzlüğün aşılabileceğine inanıyorum. Kitabınızda mekânları, hayvanları, nesneleri insanlaştırdığınızı görüyoruz. “Yorgun Kediler İçin de Bir Şarkı Söyle” isimli öyküde çöpleri karıştırdıkları için kentin ve insanın tüm sırlarını bilen kedilerle, “Büyük Dağ” isimli öyküde dikbaşlı, hırçın, yalnız ruhu yüzünden kendisiyle arkadaş olmak için kayalıklarına tırmanan çocuğu aşağıya atan bir dağla, “Düş Evi” isimli öyküde sonunda insan zihni olduğunu anladığımız bir evle karşılaşıyoruz. Onları neden insanlaştırıyorsunuz? İnsanın mekânla, hayvanla, nesneyle ilişkisi çok karmaşık. İnsan, mekâna ve içindeki diğer canlılarla nesnelere müdahale ederken ötekiler de onun duygularını, düşüncelerini, yaşantısını dönüştürüyor. Kentlerin, evlerin, ormanların, göllerin canlı birer mekanizma olduklarına, devingen bir hayat sürdürdüklerine ve ruh taşıdıklarına inanıyorum. “YERSİZLİK DUYGUSU DÜNYANIN GERÇEKLİĞİ” Kitabınızda zaman, mekân ve insan sürekli ellerimizden kayıp gidiyor. “Çörekler, Ulu Ağaçlar ve Gizemli Orman Hikâyeleri” öyküsünde anlattığınız çocukluk evi gibi uzakta kalıyor her şey. Sanki kitap boyunca bir yolda ilerliyorsunuz da yolun sonuna yaklaştıkça sözleriniz iyice kısalıyor ve mekân kayganlaşıyor. İki cümlelik bir öykü olan “Terkedememek” öyküsünde “Gitmedim. Ama kalmadım da” diyorsunuz. Bu durumun gerçek hayatta bir karşılığı var mı? Sanırım var. Çağımızda kimse gitmiyor; ama kalmıyor da. Yersizlik duygusu dünyanın en önemli gerçekliği artık ve zaman, mekân, insan ilişkisi sürekli sarsılıyor. Öykünün ya da uğraştığınız kısa öykünün geleceğini nasıl görüyorsunuz? Her yazma türünün kendi yolundan gideceğini ve bazı türlerin ütopyalara inanan herkesin umut edebileceği gibi gerektiğinde kendi varlığını iptal edeceğini düşünüyorum. Benim için kısa öykünün yaşamsal ve mekânsal anlamdaki en temel meseleleri, doğruluk, adalet, özgürlük. Birkaç yıl önce Akköy dergisinde yayımlanan “Öykünün Geleceği ve Kısa Öykü: Özgürlük, Popülarite, Kötücüllük” başlıklı makalemde de ifade ettiğim gibi kısa öykü belki gün gelip sanat tarihindeki birçok arayışçı hareket gibi iktidar mücadelesi / popülerleşme / biçimsel indirgeyicilik gibi olguların kıskacında sıkıştığında, yani temellendiğinde ve yerleşik hale geldiğinde kendi kendisini ortadan kaldıracak. O zaman insan uygarlığının “Özgürlük eğer özgürlük bir şey ise temellendirildiğinde kendini iptal eden şeydir” diyen J. L. Nancy ile süregelen görkemli özgürlük literatürünün edebiyat açısından gerçek bir anlamı olacak. n Mekân Hikâyeleri/ Emel Kayın/ Kanguru Yayınları/ 94 s. Emel Kayın; “İnsanın mekânla, hayvanla, nesneyle ilişkisi çok karmaşık. İnsan, mekâna ve içindeki diğer canlılarla nesnelere müdahale ederken ötekiler de onun duygularını, düşüncelerini, yaşantısını dönüştürüyor,” diyor. EKİM 2014 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1287