Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
dolayısıyla bu değerlerin kontrolüne maruz kalmayı yaşadığınız bir yerdir. Evet, kardeşlik duygusunun yaşandığı bir yer olduğu kadar aldatmanın da sıfır düzeyinde yaşandığı bir yerdir. Aile, kişinin varlığıyla ilgili problemlerin tarihselleştiği bir yerdir. Türk şiirinde, aile meselesi, genellikle aile planlaması programının ideolojisi çerçevesi içinde ele alındığı için, benim yaklaşımım oldukça sert görülecektir. Evet, bu soruya, bu kadar yanıt verebileceğim. Daha ötesi, şiirin içeriğiyle alakalı... Ama bir problemin altını, bir kez daha özellikle çizmek istiyorum. İnancını yitirme veya inanma durumunun dışına çıkma meselesi, dinden bir kopuş gibi gelmiyor bana. Bir şekilde, söz konusu dinin sosyal ritüellerinin içinde, çevresinde yaşıyorsun; şu veya bu şekilde bu ritüellere katılıyorsun, Tanrı kavramının, senin geçmişinde kalmış da olsa, sendeki yerini hatırlıyorsun. Spinoza, dinin, teolojik ve düşünsel bir zeminde değil, ideolojik bir zeminde güçlendiğini analiz eder. Dinden kopuş, Tanrı ve din kavramını, sosyal ve iktisadi gündelik yaşamının ideolojik bir vasıtası, bir rehberi edinmiş bir insan grubundan kopuştur. Teolojiyi severim, ama ideolojiden her zaman nefret ettim. Belki de bu nedenle, “dinsel depresyon” saptaman, Son Akşam Yemeği için tabii çok önemli bir saptama. Ama bu konuda söyleyeceklerim bu kadar. “ŞİİR YAZMA HALİNİ DE BİR PROBLEM OLARAK GÖRÜYORUM” Kitabındaki “Spinoza Okumaları’ndan” adlı şiirini buradan hareketle mi değerlendirmek gerekir? Kuşkusuz ben bir okuma önerisi sunamam. Bir şekilde, bunu yapan şairler var. Benim de, bir metni nasıl okuduğum, nasıl didiklediğim biliniyor sanırım veya bilen biliyor. Her okur, kendi probleminden hareketle, probleminin kendisini şekillendirdiği düzeyden hareketle okuyacaktır. Hakikate okuyarak değil, okuduktan sonra karşılıklı konuşularak varılıyor. Bu arada, “Spinoza Okumaları’ndan” başlıklı şiirlerin, bana, tümel bir kitabın ilk emareleri gibi geldiğini, söylemekten de kendimi alamayacağım. Yeri gelmişken sorayım, Ulus Baker için yazdığın şiir, “Kutsal Kuş” neden bu kitapta yok? Sadece o değil, dergilerde yayımlamış olduğum başka şiirleri de bu kitaba almadım. Onlar bu kitaptan sonraki kitapta yer alacak. Bundan sonraki kitabın omurgası hazır o zaman? Hazır diyebiliriz. Adı da belli, ama şimdi söylemem mümkün değil. Son yıllarda verimliliğinde bir artış söz konusu, gerçi çok yazan bir şair değilsin sen ama? Gençlikten, şiirin gençlik dönemi ve sesi üzerine kurulmasından pek hazzetmediğimi her fırsatta söyledim. Sanırım ben yetişkinlik ve yaşlılık dönemi şairi olacağım. Pekâlâ, tekrar kitaba dönelim. Daha önceki kitaplarında başlayıp bu kitabındaki şiirlerinde de devam eden bir izlek daha var. “Beni Terk Eden Organ”, “apologia” ve “yarım kilo” şiirlerinden söz ediyorum. Sen şiir yazmanın kendisini de C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I bir izlek ediniyorsun. Şiir yazma eylemini bir problem olarak mı görüyorsun? Çok yerinde bir soru güzel bir keşif Coşkun. Evet, ben şiir yazma halini de bir problem olarak görüyorum. Tabii masa başında mesai yapılarak yazılan ve fikir aktarmaktan ibaret olan epistemik şiirden söz etmiyorum. Felsefi Şiir’i okuyan bilir; ben şiiri, insanın varlık durumuna ilişkin bir çıkışsızlık probleminin açığa çıkması olarak görürüm. Buna bir tür itiraf şiiri de diyebilirsiniz ama itiraf burada pek yeterli değil. İtiraf temelde hukuk ve ahlakla bağlantılı durumlar için söz konusu. Ama şiir aynı zamanda da kurgusal temeli olan kurmaca bir metin. Hem açığa çıkma hem de kurmaca. Bu sadece poetik bir sorun değil aynı zamanda şiir eleştirisi teorisinin de bir sorunu. “İLK ŞİİRLERİMDE SENTEZ GEREKTİREN BİR DURUM SÖZ KONUSUYDU” Bu kitabında, bazı şiir adları, anlamı pek bilinen kelimelerden oluşmuyor. “Ayşî dehruz’da”, “karamet”, “taun”, “hen kai pan”, “natura naturata”, “Atlas’taki ev”, “ronin”, “tarik”, “zen idi”, “apologia”, “prepoetika”, “zâhid”gibi... Neden bu kelimeler diye sormayacağım ama kitaba, bu gibi kelimelerin anlamına ilişkin bir sözlük eklem nasıl olurdu acaba, diye soracağım. Sormadığın soruya ben yine de yanıt vereceğim. Türkçenin düşünsel dağarı, sadece Türkçe kelimelerden oluşmuyor. Benden önceki kuşakta bu yönde bir çaba, bir gayret vardı. Benim şiirim, ilk kitabımdan beri, böyle bir dil dağarı üzerinden gelişti. Eskiden, sözünü ettiğin anlamda sözlükler kitaba eklenirdi; özellikle “karamet” gibi sözlükte bulunması zor kelimeler. “Karamet”, bazı bölgelerde kullanılan bir kelime ama bölgesel bir kelime değil, “çalgın” gibi, Türkçenin dil kültürüne ait bir kelime. Gelecekte bir kitabımın adı da olacak... Methetmenin negatif durumuna işaret eder karamet kelimesi; kötüleme, kara övgü demek. Diğer kelimelere gelince, onların anlamlarının ne olduğunu ulaşmak kolay. Dahası okuma etkinliğinin bir parçası. Önceki kitaplarında olduğu gibi bu kitabındaki şiirlerde de kendine özgü kelimelerin var; “herben”, “ilkbahçe”, “içimdeki oğlan”, “gözdağı”, “bedensiz tin”, “evsiz oda”, “elifbanun, “içderi” gibi. Bir şairin şiiri, buluş ve keşiflerle ilerler ve ayırıcı hale gelir. Buluş ve keşiflerin en önemlilerinden biri de kendine özgü, yani kendi varlık problemiyle bağlantılı halleri ve durumları işaret etmek için bulup keşfettiği kelimelerdir. Son soru, lirik mi epik mi? Orhan Koçak’ın, benim için söylediği bir tanımlama var, “liriğin imkânlarıyla epik yapıyor” demişti. Yıllar önce, ilk şiirlerimi yazarken aralarında bir seçim yapamadığım, kendi hikâyem bakımından bir sentezi gerektiren bir durum söz konusuydu. Koçak’ın tanımını, bu durumun, kendimdeki açıklaması olarak yorumladım. Bu kadar. n Son Akşam Yemeği/ Yücel Kayıran/ Metis Yayınları/ 144 s. 1287 Banka Soymuş Bir Devrimcinin Samimi İtiraf ları Yarabıçak hayli cüretkâr bir metin. Yol ’dan çıkmaya çağıran bir tür “yasak meyve” daveti de denebilir… İnsanoğlunun binlerce yıl önce başlamış olan yerleşikliğe geçme tarihini; sınır, duvar, kapı ve anahtarla, bir kod’ la yaşamayı seçme tercihini “göçebe düşünce” üzerinden tartışmayı deniyor. Özgürlük, eşitlik ve kardeşlikle anılan sol da bu tartışmadan üzerine düşen payı alıyor. Soruyor: İnsanoğlunun en büyük hatası yerleşikliğe geçmek olmasın! Soruyor: Bedenimiz neden parçalanıyor, kasıklarımızın coşkusu neden azalıyor? www.ithaki.com.tr facebook.com/ithakiyayin twitter.com/ithakiyayinlari 1 6 E K İ M 2 0 1 4 n S A Y F A 1 5