06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Sinemamızın yüzüncü yaşının kutlandığı şu günlerde gerek kuramcılarımız gerekse eylemcilerimiz arasında bu alandaki arayışların sürüyor olması işin en sevindirici yanı. rancesco Rosi, Kırmızı Pazartesi’yi filme çekebilmek için Gabriel García Márquez’i ikna ediyor ama Márquez sonradan şöyle diyor yine de: “Kötü bir film değilse de pek iyi bir film de değil. Bu deneyimimden sonra ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ı film olarak çekmelerine izin vermedim. Bir film oyuncuların ve yönetmenin süzgecinden geçer. Bir kitap ise doğrudan okurların hayal gücüne ulaşır. Karakterler, okurun kafasında imajlara dönüşür.” (Cumhuriyet, 13.12.1992) Márquez, film ile roman gerçekliği arasına ayrım koyuyor. 1117 Ekim tarihlerinde gerçekleşecek Filmekimi günlerinde gelin bu ayrımdan kalkarak “imge” üzerine gelgitlerle seyir yapalım… Bir geri dönüşle Walter Benjamin’e (18921940) geçip 1930’larda Pasajlar’daki (Çev., Yay. Haz.: Ahmet Cemal, YKY, 1993) yaklaşımına bakalım onun… GÖRSEL DÜŞÜNCE, KAVRAMSAL AÇILIM… Benjamin, “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı” denemesinde şunları söylüyor… “…[S]anat yapıtının teknik aracılığıyla yenidenüretilmesi yeni bir olgudur. (…) Fotoğrafla birlikte insan eli, resmin yenidenüretim süreci içersinde ilk kez en önemli sanatsal yükümlerinden kurtuldu… Gözün algılaması, elin çizmesinden çok daha az zaman aldığından, resim aracılığıyla yenidenüretme süreci, konuşmayla atbaşı gidebilecek hıza erişti. Stüdyoda çalışan film operatörü, görüntüleri oyuncunun konuşmasıyla eşzamanlı yakalayabilecek konuma geldi.” (47) Walter Benjamin sürdürüyor: “Filmin yanılsamacı doğası, ikincil bir doğadır; montajın sonucudur.” (61) Benjamin, bu noktada insanın, “kendini bir sanat eserine dahil edilmiş olarak” görmesine değinerek “gerçekliğin film yoluyla betimlenmesi”ne (62) yöneliyor. S A Y F A 2 2 n 1 6 itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] Sinema; büyü sanatı mı uyku dükkânı mı? F Sonuçta sinemacının, “olgunun dokusunun derinliklerine girer(ek)” (61) gerçekliğin bozunumunda doğrudan rol oynadığı sonucuna ulaşıyor. John Berger, “fikirlerin çoğu(nun)… Walter Benjamin’den alın(dığını),” belirterek giriyor. Görme Biçimleri’ne (Çev.: Yurdanur Salman, Metis, On Dokuzuncu Basım, 2013, 34): “Görme konuşmadan önce gelmiştir” diyor. “Yalnızca baktığımız şeyleri görürüz. Bakmak bir seçme edimidir.” (7, 8) “Her imgede bir görme biçimi yatar” “Zamanla imgenin canlandırdığı şeyden daha kalıcı olduğu anlaşıldı.” (10) “Perspektifin içinde yatan çelişki perspektifin tüm gerçeklik imgelerini bir tek seyircinin göreceği biçimde dizmesidir.” “Fotoğraf makinesinin bulunmasından sonra bu çelişki daha da belirginleşmiştir.” (16, 17) “Geçmişin sanatı, eskiden olduğu gibi değildir artık bugün. Yetkesini yitirmiştir. Onun yerine bir imgeler dili oluşmuştur. Şimdi önemli olan bu dili kimin, ne amaçla kullandığıdır.” (33) Berger, Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar (Çev.: Bülent Somay, Beşinci Basım, 2011) adlı denemesinde ne diyor: “Günümüzde her yanda bol miktarda imge var. (…) Her an, gezegenin ya da ayın öte yüzünde nesnelerin nasıl göründüğüne bir göz atabiliyoruz. Görüntüler şimşek hızıyla kaydedilip aktarılıyor./ (…) Eskiden görüntüler elle tutulur gövdelere ait olduklarından bunlara fiziksel görüntü derdik. Şimdi her şey uçucu. Teknolojik yenilikler görüneni varolandan ayırmayı kolaylaştırdı. Ve bu tam da yürürlükteki sistemin efsanesinin sürekli olarak sömürmesi gereken şey.” “… [G]övde, ortadan kayboluyor. Bir içi boş elbiseler ve arkası boş maskeler seyirliğinde yaşıyoruz.” (26) “Geriye kalan paylaşılabilecek tek şey, seyirlik; kimsenin oynamadığı, herkesin seyrettiği oyun.” (27) İNSANI GÖRÜNTÜ GEZEĞİNDE GÜTMEK… Susan BuckMorss, “Walter Benjamin ve Pasajlar Projesi” alt başlığı ile kaleme aldığı Görmenin Diyalektiği’nde (Çev.: Ferit Burak Aydar, Metis, 2010) “Kitle Kültürünün Rüya Âlemi” bölümünde Benjamin’in “sanayileşmenin toplumsal dünyada bir yenidenbüyülenme yarattığı” görüşüne dayanarak kitlelerin, “bilinçdışı bir ‘rüya’ düzleminde,” “yeniden büyülen(diğini)” dile getiriyor. (279, 280) Bu yaklaşımlar, nasıl bir çağda yaE K İ M 2 0 1 4 şadığımızı algılamanın önünü açıyor elbette. Jean Baudrillard (19292007) için Oğuz Adanır’a uğramanın sırası geldi. Adanır, Simülasyon Kuramı Üzerine Notlar ve Söyleşiler (Hayal Et, 2008) başlıklı derlemesinde hem konuya yönelik açılım getiriyor hem Baudrillard’ın yaklaşımlarıyla konuyu bütünlüyor. Jean Baudrillard’ın 1980 başlarında kavramdan kalkarak geliştirdiği “simülasyon kuramı”na değgin Adanır metninden ya da çevirilerinden alıntılarla sürdürelim… “En yalın tanımıyla simülasyon, olmayan bir şeyi var gibi göstermektir. Simülasyon gerçeğin tüm göstergelerine sahip olduğu halde, gerçeğin kendisi olmayandır. (…) Baudrillard’ın sözünü ettiği simülasyon…; toplumsal, politik, kültürel ve ekonomik olanı kapsamaktadır.” (14) “Baudrillard’a göre gerçekliğini yitirmiş bir ‘üretim’ düzeninde yaşanmaktadır ve bu düzene bir ‘yenidenüretim’ düzeni (…) demek daha doğru olacaktır.” “Bugün Batı için sorun bir ütopyayı gerçekleştirmiş olmak değil, sahip olduklarını yitirmemektir.” (15); (…) …[T]elevizyon ekranı…, yeniden üretim aracıdır. (…) Bir simülasyon evreni oluşturmaktan başka bir işe yaramayan kitle iletişim araçları işte bu yüzden tüm anlam ve içerikleri nötralize etmekten başka bir işe yarayamamaktadırlar. Çünkü televizyon ekranındaki görüntüler hangi içeriği ya da anlamı taşıyor görünürlerse görünsünler, gerçekte hiçbir anlam taşımamaktadırlar.” (16, 17); “Simülasyon evreninin nesnesi bir tür yaşayan ölü numarası yapmaktadır.” (17); “İnsan ölmüş yerini (en azından düşsel bir evrende gerçekleştirilebilen) terminatorlar, robocoplar, cybermanlar vb. almıştır. İnsanın tüm özelliklerine sahip ama insan olmayan şeyler.” (22) Jean Baudrillard’ın ardından aykırı bir başka çağdaşına, Guy Debord’a (19311994) uğramakta yarar var. Sinemacı yazar, Gösteri Toplumu’nun (Çev.: Ayşen EkmekçiOkşan Taşkent, Ayrıntı, Dördüncü Basım, 2012) “Önsöz”ünde, “gösteri gücünün kullanılmasının tıpkı hükümet etme tekniklerinde olduğu gibi, endüstriyel üretimin doğasında da yol açtığı fiili değişiklikler(i)” ele aldığını belirtiyor. Bu arada kitabı, zaten “gösteri toplumuna bilinçli bir şekilde zarar vermek amacıyla yaz(.)dığını” dile getiriyor. Bir sonraki kuşaktan Jonathan Crary, Gözlemcinin Teknikleri (Çev.: Elif Daldeniz, Metis, İkinci Basım, 2010) ile dikkatimizi gözlemci olgusuna çekiyor: “Gözlemci kuşkusuz görendir; ancak bundan daha önemlisi, önceden belirlenmiş olanaklar dizisi içinde gören, belirli bir gelenek ve sınırlama sistemi içine yerleşmiş birisi olmasıdır.” (18) “Hem dünyayı tüm şeffaflığı içinde kavrayabilen hem kendi bu dünya içinde yer alan bir gözlemci olmamıştır ve olmayacaktır da.” (18, 19) Kevin Robins, İmaj’da (Çev.: Nurçay Türkoğlu, Ayrıntı, İkinci Basım, 2013) alt başlık olarak “Görmenin Kültür ve Politikası”na yoğunlaşıp “imajların bizi dünya olaylarıyla nasıl bir ilişkiye soktuğunu irdel(i)yor.” (11) Bunun sonucunda “imajların ve imaj teknolojilerinin dünyayı bilme, yaşama, hissetme ve cevap verme biçimlerimizle ne kadar yakından ilgili olduğunu ortaya çıkarmaya çalış(tığını)”, (25) günümüzdeki “imaj kültürü(nün) soyut bir alanda… değil, gerçek dünyanın düzensizliği içinde yayıl(dığını)” söylüyor. “Seyirlik” sunumlar halinde üstelik. (27) İMGEDEN KALKARAK HİÇLİĞE SAVRULMAK MI… Yukarıda görüntü, imge, düşünme, görsel sanatlar, sinema, görsellik, iletişim araçları vb. alanlarda üretilmiş kimi düşünceler üzerinden uçarak geçerken, bunlara eklenebilecek pek çok görüş var kuşkusuz. Öyleyse Filmekimi günlerinde film izlerken alana özgü farklı yayınlara da uzanılabilir… Andığım kitaplar, yine de ayna tutarcasına bir distopya çağında yol aldığımızı gösteriyor bize. Örneğin genç sinemabilimci Ufuk Güral, bütünsel kavrayışla, üstelik güncelleyip yenileyerek kaleme aldığı Sinema Tarihi (Destek, 2013) adlı çalışmasında yukarıdaki verileri destekleyici nitelikte “Yönetim Hedef Alıyor, Hollywood Filmini Yapıyor” (117 vd.) ara başlığıyla hem tek tek örnekliyor verileri hem de yargısını pekiştiriyor. Nitekim Derviş Zaim, bir söyleşisinde, Ceren Çıplak’ı yanıtlarken yukarıdaki görüşlerle örtüşüyor görece: “Beyazperdede sadece ve sadece her şeyin boş, beyhude olduğu bir dünyanın temsili yapılıyor, dolayısıyla nihilizmin Türk sinemasında yaygın ve olumsuz bir etkisi olduğunu düşünüyorum./ Oysa bir sinemanın değer üretme gayreti göstermesi gerekir.” (Cumhuriyet, 26.9.2014) Yine de sinemamızın yüzüncü yaşının kutlandığı şu günlerde gerek kuramcılarımız gerekse eylemcilerimiz arasında bu alandaki arayışların sürüyor olması işin en sevindirici yanı elbette… Bunca lafın ardından, hadi öyleyse Filmekimine, beyazperden sonra da kitapçıların sinema sergenlerine! n K İ T A P S A Y I 1 2 8 7 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle