Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Antonio Negri'den "Sanat ve Çokluk” Çokluk, özgürleşme ve kolektif üretim malumun ilanıdır. Ancak güzel kavramının yeni konumu çerçevesinde her defasında yeniden “icat” edilen sanatı nasıl tanımlayacağız? Sanat, her defasında, dönemin sosyal ve kültürel yapısıyla uyumlu olarak gerçekten de icat ediliyor. Çünkü sanatın kendisi, bizatihi bir “icat”tır, arkada bıraktığı birikimi kullanma yoluna sapsa da kendini yeniden var eder, yaratır, yeni bir kullanım alanı açar kendine. Yazar, bir anlamda kitaba da isim olarak seçilen “çokluk” (pluralité) kavramını bu noktada dile getiriyor ve güzel kavramının “imgeleme edimi” değil, ama “eylem yaratan bir imgeleme” olduğunu belirtiyor. Sanatta “çokluk” bu anlamdadır (s. 17). Bir başka açıdan “işaretler”in icadı ve yeni bir “inşa” tekniği demektir bu. O halde nedir “inşa”? 18 Aralık 1988 tarihli mektubunda, bu kavrama “büyük gerçekçilik” üzerinden bakıyor yazar. “Soyut deneyim” olarak yorumladığı gerçekçilik, günümüzde, “soyutun değişikliğe uğramış doğasına başvurarak yeniden dönüşüme uğramış” olmaktadır. Daha doğrudan bir deyişle, dünyayı taklit etmeyen, fakat onu yeniden inşa eden bir poetikadır gerçekçilik (s. 69). Dünyayı yeniden inşa etme imkânı bize aittir. Onu yapısöküme uğratma olanağına ne kadar sahipsek, inşa etme olanağına da o kadar sahibiz. Yazar, öncelik tanıdığı şiir de dahil olmak üzere bütün sanat disiplinlerinin “pratik bir projenin birliği” altında yeniden birleştirilmesinden yanadır. “Punk”un kutsallığı tasfiye eden muhalif tavrı da buna dahil edilecek midir? Negri, bu konuda kesin bir yorumda bulunmaktan kaçınıyor. PİYASA VE YARATICILIK Özgürleşmiş kolektif emeğin yeniden keşfi ise sanatı bir kez daha etkin hale getirecektir. Söz konusu emek, ancak bir özgürleşme sürecinin içinde yaşayabilir çünkü; “çokluk” bu deneyimin doğal ve gerekli bir koşuludur. Yazarın birçok yerde vurgu yaptığı “kolektif özgürleşme” ise ayrıca inşası gereken bir husustur. Heidegger’de olduğu gibi Marx’ta da varlık, üretim yoluyla inşa edildiğine göre, yaratmak, “yüceleştirmek” değildir. Aksine, insanların üretken yaşamlarına bağlı bir şeydir (s. 100). Sanatın özünde saklı olan yaratma eylemi, sanat yapıtı yoluyla ve ona bağlı olarak estetik değerler bağ2 0 1 3 çıktığı yerde “ahlak” haline gelmiştir. Alçalıp yükselen borsadan yarısaydam piyasa haz duymaktadır günümüzde. Bu açıdan sanat borsasında tavana çıkan ya da dibe vuran parasal değerler, toplum çoğunluğunun benimsediği ahlaki ilkelerle uyuşmamaktadır kuşkusuz, ancak sanat söz konusu olduğunda bu türden parametreler, çağdaş sanat normları açısından “olağan” görülebilmekte ve bu konudaki grafiğin seyri, çağdaş sanat mantığıyla izah edilebilmektedir. “BAŞKALAŞIMLAR” Sanat, bütün bu olgularla iç içedir ve öyle olması da doğaldır. Sorunun yanıtı kesin olmasa da bu olgular karşısında “kültürel karşı çıkış” radikal anlam eksikliğine, boşluğa, mutlak kayıtsızlığa doğru kaymaktadır. Canavarlarla dolu bu dünya, umutları ve beklentileri boşa çıkardığına göre bu “kökensel ilişki”yi tersine çevirmekten başka çıkar yol kalmamıştır. Antonio Negri, olumsuz gelişmeler karşısında bu ölçüde kötümser bir dil kullanırken, sanatın bu bağlamda ontolojisinin bugün olanaklı olduğu kanısını da saklı tutmaktadır (s. 67). Her sanatsal ifade, günümüzde ancak “soyut ve inşa edici” olabildiği ölçüde, söz konusu ontoloji de mümkün olabilecektir. Ancak çağdaş yaratıma ilişkin “yeni bir okuma”nın oluşturulması koşuluyla.. Çünkü yaşamın kendisini ürettiği her yerde sanat, yaşamı kuşatacaktır. Sanat yapıtının okunurluğu da yapısı ve içeriği gereği yorumsallığı gerektiriyor. Yapıtı okuma uğraşını yüklenen her “okur”, oradan kendi görüşüne göre bir yorum üretecek ve bu yorumlar üst üste geldikçe sanatın anlaşılırlığı daha da artacaktır. Kitabın odaklandığı görüşler ve yorumlar, mektupların arkasından, sanatın ve maddi olmayan emek kavramının ele alındığı “başkalaşımlar”da bir kez daha irdeleniyor. Bu terim, aynı isimdeki Ovidius’un eserinden kaynaklanıyor. Orada “emek”in “maddi olmayan niteliği” onun, “tarihin mutlak öncüsü” olma misyonunu ortadan kaldırmıyor. Yazar, burada sanatın izlenimci estetikten bu yana geçirdiği aşamalara değiniyor ve bu aşamaların tarihsel olgularla bağlantısı üzerinde duruyor. Yazara göre, sanatsal gelişim “içlerine hapsolduğumuz toplumsal ilişkilenmelerin soyutlanışını bedensel figürlere dönüştürmüştür.” Her şey “ontolojik derinlik”in izlendiği yol üzerinde biçimleniyor. Hayatın “durağan” hale geldiği bir dönemde, artık postmoderne doğru gitmiyoruz. Çağdaşlık, emeğin dönüşümünü daha da derinleştirmiştir. Postmodernizm yanlıları, varlıklar hakkında doğru inançlara sahip olamayacağımızı öne sürerek özellikle de siyasal açıdan yıkıcı sonuçların doğmasında etken olmuşlardı. Ne var ki bu görüş, postmodernizm arkasından gelecek başka “post” düşüncelere de kucak açmış olmaktadır. Bu bağlamda Negri’nin yaklaşımı, en azından sanattaki çokluk kavramına da doğal bir perspektifle bakmamızda özendirici olabilmektedir. n Sanat ve Çokluk/ Antonio Negri/ Çeviren: Serkan Sönmezgil/ Monokl Yayıncılık/ 128 s. K İ T A P S A Y I 1231 Sanat sorunsalı üzerine görüş ve yorumları kapsayan bir kitabı, bu tür yayınlara özgü bir akış içinde okumaya alışık olanlar için, İtalyan asıllı Padua’lı Marksist yazar Antonio Negri’nin, konuları tasnife tabi tutarak ilgili dostlarına mektuplar halinde kaleme aldığı kitap, belki daha anlaşılır bir yazım tekniğini akla getirecektir. Sanat üzerine dokuz mektubu içeren kitap, böyle olmasına rağmen dönüşümlü fikirleri, yeri geldikçe yeniden açıyor, böylece Marksist bir terminoloji içinde ele aldığı sorunları hep gündemde tutmuş oluyor. r Kaya ÖZSEZGİN lamında “güzel” kavramını biçimlendirirken, kuşkusuz ona “yüce” sıfatını da katmış olur ama, Negri’nin burada Marksist terminoloji üzerinden yorumda bulunurken, burjuva idealizmine karşıt bir tavır almış olması şaşırtıcı değil. Çokluk, özgürleşme ve kolektif üretim... Bu kavramların gerçek konuma getirildiği bir aşamada, sanatın da günümüz dünyasına özgü değerler skalası üzerine oturacağına dair inancı, Antonio Negri’yi modern kavramının kendini süreç olarak değil, öz olarak gerçekleştireceği inancına götürüyor. 1929’da tek estetik boyut olarak kendini gösteren “kitle sanatı”, 1968’e kadar devam eden “alternatif soyut dönem”iyle yeni bir aşamaya ulaşmıştır. Bu bağlamda, gerek Wittgenstein gerekse Heidegger’i postmodern düşünürler olarak görüyor yazar. Düşüncemizin değil, duyarlığımızın, felsefenin değil, varoluşun ve şiir yapmamızın temelini onlarda buluyor. Yaratıcılığın kabuğuna çekildiği postmodern dönemde sanatın piyasa ile ilişkilerini yeniden gözden geçirirken, piyasanın yaratıcılığı yok ettiği bir ortamda, bunun bile felaketleri ve “nihai bir içe doğru patlama”yı belirlemeye yetmediğine ilişkin vurgusu, umutsuzluğun ifadesi olabilir mi? Negri’nin deyimiyle “vahşi televizyon kumandası” yalnızca görüntüyü değil, hayal gücünü de yok etmiştir. İhanet de sahtecilik de bellek yokluğunun ortaya arx, Foucault, Spinoza ve DeleuzeGuattari ikilisiyle yakınlıklar kuran Negri, 1988’de yazıp Sanat ve Çokluk başlığı altında bir araya getirdiği mektuplarına, kitabın sonunda 2008’de “Métamorphoses” adıyla verdiği bir konferans metnini de “postcriptum” olarak eklemiş kitabın editörü. Yazar, kapitalist üretim tarzı tarafından ezilmiş görünen bir toplum algısından yola çıkarak asıl mesele üzerinde yoğunlaşıyor. Asıl mesele şudur: Tamamıyla “şeyleşmiş” ve “soyut” hale gelmiş bir dünyada sanatın işlevi ne olabilir? Böyle bir durumda sanat, hangi anlama sahip çıkabilir? Aslında bu soru, özellikle 1980’li yıllardan bu yana sık sık gündeme çekilen bir soru olarak yeni değildir ve birçok kez farklı açılardan ele alınmıştır. Sanatın bu bağlamda figüratiften soyuta dönüşmesi, gene yazarın da ifade ettiği gibi S A Y F A 1 2 n 1 9 E Y L Ü L M Negri’nin deyimiyle “vahşi televizyon kumandası” yalnızca görüntüyü değil, hayal gücünü de yok etmiştir. C U M H U R İ Y E T