22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Gerçek de olabilir fantezi de hiç önemli değil. Benim için önemli olan ama fantezi ile gerçek arasında bir karşılaştırma ya da onları yan yana getirmekti ve insanın hayatında hayalgücünün ne kadar önemli, belirleyici olduğunu, ne kadar dönüştürücü bir etkisi olduğunu göstermekti. Çok önemli bir şey hayalgücü, o olmadan yaşayamıyoruz. Yakınımızdaki insanlarla olan ilişkilerimizde bile hayalgücünü kullanmak zorundayız. İşte salt çoluk çocukla, evlilikle, arkadaşla hayatını zenginleştiremez insan onun için sarat giriyor hayatımıza. kültür hep bir şeyin parçası olmak istiyoruz. O aidiyet duygusuyla kuşatılmışız. Fakat parçası olmak istediğimiz o ilişkiler ve bağlantılar zaman zaman bizi farklı ölçülerde içlerine alıyor, bazen bizi dışlayabiliyorlar. Toplum bizi dışlayabiliyor, kültür dışlayabiliyor, bir aşk ilişkisi beklediğimiz gibi olmayıp dışlayabiliyor. Bu parçası olmak, bir şeye ait olmak, o bağlantı kurmak isteğinin gücünü de dışlandığımız zaman idrak ediyorsunuz. Acı çekiyorsunuz, içinize kapanıyorsunuz ya da tepki veriyorsunuz. “DİL, HİKÂYEDEN DAHA ÇOK İŞ GÖRSÜN İSTEDİM” Şirin de dışlandığını düşünüyor. Çok, mesela resimleri çok iyi satmayınca demek ki toplum resimlerimi dolayısıyla beni sevmiyor diye düşünüyor. Sevilmeye çok ihtiyaç duyuyor, sevgi arsızı resmen. Evliliğinin niteliği değişiyor yaşla, kocam beni eskisi kadar arzulamıyor diye de dışlanmış hissediyor. Çünkü kendinizi hep dışlanmaya kodlarsanız sonu yok bunun, mutlaka bulursunuz. Şirin bardağın önce boş tarafına bakarak panikliyor sonra dolu tarafları görmeye başlıyor. Aynı zamanda bizde bazı şeylerin çok parçası olmak istemeyip uzaklaşabiliyoruz aileden, toplumdan, belli politikalardan veya kültürel baskıdan veya iyi gitmeyen bir ilişkiden. Şimdi bu içerilme ve dışlanma, parçası olma isteme ve içine kapanma, bu dinamiği de biraz işlemek istedim aslında. Bir amacım da oydu. Eskizlerle donatılı roman.. Roman boyunca çizdiği o eskizleri de dolu dolu yaşıyor Şirin. Resimler, imgeler, o anlar benim için güzel bir oyun oldu. İki şey çok önemliydi benim için romanda, bir dil ki çok dil iş görsün istedim hatta hikâyeden daha çok, dil iş görsün istedim. İkincisi de sadece C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I sanatçı bir kahraman seçtiğim için değil ama çok görsel bir şey yazmak istedim. Dolayısıyla iyi yakaladınız, roman bir büyük resmin yapılışı gibi, zihinsel, ruhsal resimlerle dolu. “ARZULADIĞIMIZ SÜRECE VARIZ!” “Arzu”… Romanın ana duygusu… Şirin’in yücelttiği ve yücelterek dönüştürmeye azmettiği, ölümü ve doğumu çağrıştırdığını imlediği, hem mantığının hem kalbinin pusulası kıldığı, küstümçiçeği gibi “Arzu.” Sadece cinsel arzu değil bizi biz yapan. Arzulardan yapılı yaratıklarız, hep bir şeyi arzuluyoruz. Arzuladığımız sürece varız, kaç yaşında olursak olalım. Romandaki Şirin, kadınlığını yaşamanın sonuna geldiğini düşünüyor. Tam bir cehennem onun için, daha doğrusu bir kadın için bir daha arzulanmayacağını düşünmesi. Bir de çok dişi bir duyguymuş gibi varsayılıyor ama aynısı erkek için de geçerli olabilir, bunu da belirtelim. Siyasi bir metin değil ama siyaset yok da değil... Sosyal ve politik iç düğümleri fazla göstermemeyi özellikle tercih ettim ama öğretilmişler, tabular üzerinden özellikle rastlıyoruz yine de. İşte toplumsal koşullanmışlık, kadın orada kocasının kendisini aldattığını öğrenip de ben şimdi ne yapacağım, şikâyetçi bir mağdura mı dönüşeyim yoksa alelacele kocamı baştan mı çıkarayım diye düşünüp, çekmecelerini açıp uzun zamandır kullanmadığı, o toplumun bize öğrettiği acayip giysilere bakması... Hepsi eskimiş, yırtılmış.. Jartiyerler, büstiyerler, kendini arzulanır kılmak için o öğretilmişlikler çerçevesinde girilen manasız o çaba… Orada eleştirdim, ti ye aldım öğretilmiş şeyleri. Öğretilmişliklerin sonunda, eğer çok kapılırsanız, o kodların sizi tanımlamasına izin verirseniz, bir kadın için artık bir arzu nesnesi olmadığı bir yaşa gelmesi çok büyük bir felaket olsa gerek. Eyvah bitti hayat! Ne yapacak bu kadın buna göre, hayır işleriyle uğraşacak, torunlarıyla ilgilenecek! Halbuki arzular bitmiyor. Onları başka bir şeye dönüştürebilirsiniz belki orada biraz onu da işledim. Arzu sanki çok böyle utanılacak, aşağılanacak bir şeymiş gibi süblime ediyoruz, yüceltiyoruz, başka bir şeye dönüştürüyoruz ama arzu bazen gelip bizi yücelmişiz zannettiğimiz yerden alıp çok kötü bir yere, bir gülünçlüğe, zavallılığa da birdenbire düşürebiliyor. O serbest düşüş temasıyla, yükselme ve düşmeyle onun için oynamak istedim. “DEVRİM İLE ARZU PARALELDİR VE MÜTHİŞTİR!” Dönüşüm metin içinde de geçerli. 15 sayfa varılan sonuçtan 15 sayfa sonra emin olunamıyor. Bunu söylemenize çok sevindim, bunu istedim çünkü. Şu anlamda çok doğru şimdi cinsel arzuda da aslında ölüm korkusuna yakın bir korku var. Alışkanlıktan bunları yaşamıyoruz, bunu hissetmemize her zaman izin vermiyoruz ama aslında orada kendini tam vermek bir tür metamorfoz, bir başkalaşım, dönüşüm. Çünkü iki insan birbirini birbirine verdiği zaman hayat bir daha asla aynı olmuyor. O karşılaşma anı ya da bir olma anı aslında çok riskli bir şey. Çünkü kendiniz olmaktan çıkıyorsunuz o an. Bir yandan kendinizsiniz tabi ama başka bir şey olmaya da açıyorsunuz. Devrim ile arzu arasındaki o paralellik ve gelgit de böyledir, müthiştir! Kendini bir şeye veriyorsun, başka bir insan olmak istiyorsun, O eski kodlar, baskılardan sıyrılıp, daha başka bir insan olayım kendini bir şeye veriyorsun, adıyorsun tam olarak. Şirin’in durumu da bu. Bir, uzun sürememe, bitişe gelme, bir şeylerin tükenmesi durumuna karşı tetikte olmaya çalışma hali de var kalbinin pususunda. Hep ama hep. Çalınmış dakikalara razı olma var. Nasıl olmasın? Şirin de Bruno gibi ölümden dönmüş, böyle bir deneyim yaşamış. Hayatın nasıl pamuk ipliğine bağlı olduğunu biliyor. Bir andan diğerine güvendiğiniz, inandığınız, beklediğiniz her şeyin yok olabileceğinin farkına iyiden iyiye varmış. Sonra çocukluğundan gelen hayatla ilgili bir güvensizlik duygusu da var. Ne kadar sevildiğinden emin olmadığı bir çocukluğu da olmuş. “FELAKETLER UYANDIRIR!” Romanda felaketler ya başlarına geliyor kahramanların ya da yanı başlarında cereyan ediyor! Oğulları Rüstem… Tokyo’daydı, Fukuşima patlıyor. Sonra tsunami… Kızları Ela. New York’ta. Bruno da 11 Eylül’den sağ kurtulmuş. Şirin kendisi son elli yılın en feci tren kazasını yaşamış. Doğal olan/ olmayan afetler, felaketler, travmalar ve ölümlülük idrakiyle bu iç içeliğini anlatır mısınız son soruda ve bu idrak şükürleri, keşkeleriyle roman kişilerinde karışık ve yerleşik duygular yaratıyor? Evet, hatta Bruno diyor Şirin’e bende bir felaket ihtiyacı var, bende bir felaket ihtiyacına karşılık geldi bu İkiz Kuleler’deki olaya yakalanmam diyor. Oradan kasıt şu; uyanmak. O sizi uyandırıyor. Çünkü normalde gündelik hayatımızı yaşamak için bir şeylerin farkında olmamak zorundayız yani devamlı ölümü ya da her an her şey bitecek diye düşünerek yaşayamazsınız. Gelecek tasavvuruyla, yarın şunu, öbür gün şunu yapacağım diye yaşıyoruz. O akışın, doğanın birdenbire durabileceği düşüncesi, bilinci ya da korkusu insanı çok paralize eden bir şey. Onun bilinciyle yaşayan bir insan Şirin. Onun için bir an yakaladı mı, sonsuzmuş gibi çok dolu yaşamak istiyor. Ona çabalıyor yapamasa bile. n gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Serbest Düşüş/ Nilüfer Kuyaş/ Can Yayınları/ 248 s. 1235 1 7 E K İ M 2 0 1 3 n S A Y F A 1 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle