Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com ROMANCILARIMIZ ARASINDA5 Romancının ürettiği benzerlik, benzemezlik... K.Türker, kendi üzerine dönüp de kapanan silindirik yapıya yüz vermiyor, tam tersine dramatik aksları yerli yerinde düz açılımlı, açık kuruluşlu anlatıyı yeğliyor. Tıpkı Ayfer Tunç’ta, Aslı Erdoğan’da, Sema Kaygusuz’da görüldüğünce. Ama onlardan farklı olarak bir şair yazar konumu sergileyerek hep… Ancak Ayfer Tunç’la Aslı Erdoğan’ın veya Sema Kaygusuz’un şiirle ilişki kurmamış olduğu çıkarılmamalı bundan. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla deyişi şiire ilgi göstermeyen yazarlar için anımsatılabilir ancak. Geçmişte Fethi Naci, romanlarına değindiği bir yazısında, anımsıyorum, ünü dünyayı tutmuş bir yazara, şiirle daha yakından ilişki kurmasını önermişti. Fethi Naci, Sibel K.Türker’i okusaydı eğer, herhalde bu tür uyarıya gerek duymazdı… EVRENLERİYLE SİBEL K. TÜRKER ROMANLARI... Yazarın, Benim Bütün Günahlarım dışındaki üç romanında da hikâye bütünleyicisi olarak anlatıcılar hep kadın. Türker, romanlarını özöyküsel anlatımla kuran kadın yazar konumuyla, yalnızca bu romanında erkek anlatıcının bakışıyla yüz yüze getiriyor bizi. Yazarın gösterdiği özgüvene aşağıda yer açacağım. Burada romanlarını bütünsel payda çerçevesinde evrenleri yönüyle yerine oturtup notlamak istiyorum daha çok. Benim Bütün Günahlarım, Kafkaesk öğeler taşıyan roman evreniyle ötekilerine oranla daha karmaşıkmış gibi görülebilir bir ölçüde. Ancak öteki üçünün buna oranla yalın yapılandırıldığı anlamına gelmemeli bu. Nitekim Meryem’in Biricik Hayatı, farklı kurgusu, mikrokosmostan makrokosmosa uzanan karmaşık evreniyle bu yönde yaklaşım sergiliyor. Yine de kadın anlatıcıların özküsel anlatımıyla kurulan roman evrenlerinde belirgin bir simetri uygulandığı görülüyor. Nedir bu? Anlatıcılarla anlatmaya koyuldukları hedef kişilerin hep kadın oluşu bu ikililer aracılığıyla ortaya çıkan artalan, kişiler arasında kurulan ilişki ağının, olay örgüsünün temel izlekler yönünde roman evrenine sızıp yayılması, sonuçta roman evreninin tüm karmaşaya karşın belirgin özdeşlik sergilemesi… Dış dünyanın etkisini bire bir yaşarken değerler çatışması altında kilitlenmiş, kendisini bir türlü ortaya koyup gerçekleştiremeyen, bu yüzden eksiklik duygusuyla kıvranan, sonuçta mutsuzluğu adeta kronik mustaripliğe dönüşmüş kişiler yayıldıkları roman evrenlerinde bizi okur olarak hemen hemen aynı sorunsalların kucağına taşıyor denebilir. O halde Sibel K.Türker roman evrenlerini bu karakterlerin bizi sürüklediği ortak izlekler yönünde kuruyor. Ortaklık sergileyen konular ezgin kişilik, aile ortamında yaşanan baskı ile ebeveynçocuk çatışması, bunun kuşaklar boyu sürmesi, kardeşler, arkadaşlar arasındaki çekemezlik, ailelerin veya çevrenin uyguladığı ayrımcı tutum, dinsel baskı, taassup, dogmaların insan üzerinde yol açtığı tahripkâr etki, bunun yol açtığı yarılma, inançla bunun gereklerini uygulamaya dönük baskı görüldüğü olgusu veya bununla laisizm arasında yaşanan çelişkili davranış, yaşamda başkalarının konumuna duyulan özlem, sağlıklı aşk ilişkisi kuramama, bunu yürütememe, hep yanlış kişilerle yanlış ilişkiler içine girme, istenmeyen olayların kahramanı konumuna dönüşme, bunlara bağlı olarak kendini geliştirememe, içe kapanma, gizeme bel bağlama, ölme isteği, intihar eğilimi vb. başlıklar altında toplanabilir… Kabaca bu şekilde özetlenebilecek konular, romanlarda bütünsel payda oluşturup daha sonra temel izlekler yönünde yerleştiriliyor. Şimdi de bunların roman evrenlerine öbekler halinde kurguya dayalı yayılışında karakterlerin tutumuna, bu yönde artalanların nasıl oluşturulduğuna göz atabiliriz… KİŞİLERİYLE SİBEL K. TÜRKER ROMANLARI... Sibel K. Türker’in Toros adlı otuz iki yaşında erkeğin bakışıyla yapılandırdığı Benim Bütün Günahlarım adlı romanı üzerinde durayım istiyorum ilkin karakter bağlamında. Bir kadının, erkek karakter yaratarak onun ağzından roman evreni kurarken sergilediği yazarlık zanaatını masaya yatırmak olası elbette. Ne yalan söylemeli, Sibel K.Türker, bunun altından başarıya kalkıyor. Nasıl mı? Dişinin seçen, erkeğin seçilen olması, karakterlerin yapılandırılışında önemli bir ölçüt. Buna göre kadının içe dönük, erkeğinse dışa dönük yapı yansıtacağı kestirilebilir. Romancılar, kadınla erkeği yaratırken bunu dikkate alarak verimliyor yapıtını. Örneğin cinsellik yansıtılırken kadınlar utangaçlığı, erkeklerse açık saçıklığı ile sergileniyor. Kadın da erkek de kaleme alsa değişmiyor bu. Erkek yazar, gerçektenlik duygusunu tartmadan kadını gelişigüzel edepsiz, kadın yazar da cinselliğe geldiğinde sıra, yineleyerek söyleyeyim gerçektenlik duygusunu tam anlamıyla tartmadan erkeği içe kapanık, mahcup karakter olarak yapılandırıyorsa eğer, romanın sahicilik temeli zedeleniyor çaresiz… Sibel K.Türker’in bunu aştığı söylenebilir; çünkü Toros’u edilgen erkek göstermekle birlikte bir eril karakter olarak onu dışa açık kişi bağlamında koymaktan geri durmuyor. Hoş, cinsel organları için erkeklere “benimki”, “ufaklık” vb. dedirtmek dururken o, Toros’a “organım” (64) gibi daha mahcup deyişler kullandırsa da belirgin düzey tutturmayı başarıyor. Şair Öldü adlı romanında da, adıyla uyumlu edilgin kadın anlatıcıyla tanıştırıyor yazar bizi: Ersin. Ersin’in özöyküsel anlatısı eşliğinde, ablası Yeşim’i tanıyıp çevrelerindeki karakterler aracılığıyla bu evrenin artalanına bakarak romanı alımlayabiliyoruz… Aynı şekilde Hayatı Sevme Hastalığı’nda da seslendirmeci anlatıcı Ayda aracılığıyla da Neşe’yi tanıyoruz. Ersin’le Meryem’in Biricik Hayatı’ndaki gazeteci anlatıcı Ela’yı, Yeşim’le de Neşe’yi eşleyerek konuyu geliştirmek olası. Ersin’le Ela kendi dışlarına doğru çözümleyici yaklaşım sergiliyor. Yeşim’le Neşe ise tıpkı Aslı Erdoğan’ın “mugata” dediği Latin kadınlarına benzer biçimde bir Akdeniz erosallığı yansıtıyor. Hem şaşırtıcı biçimde cinsel çağrıya sahip bu toplu veya şişman iki kadın hem de aynı zamanda dışa açıklığın bütün pişmanlığıyla kendilerinden öç almak istiyorlar adeta… Diyelim bunlar, romanlardaki anlatıcı kadınlarla onların temel karakter aldığı öteki kadınlar bir bakıma. Ancak bütün romanlarında birer karakter bahçesi sergilediği göz önüne alınabilir yazarın. Sözgelimi Meryem’in Biricik Hayatı’nda reenkarnasyonla da ilişkilendirerek bu çerçevede ustalıklı odak kaydırmalarıyla farklı çağıltılar yakalayıp farklı coğrafyalardan ilginç kişilikler yaratıyor. Ancak yazarın, bu karakter bahçesinde gezinirken, bunları zaman zaman çıkmaz sokaklarda dolaştırarak romanları yorduğunu söylemekten de çekinmeyeceğim. Çünkü kişiler öylesine can alıcı, parlak hikâyelerle buyur ediliyor ki yapıtlara, ne yazık ki romanın kapsayıcı dil mantığı içinde, bu evrende bir araya gelip romanı bütünleyemiyor bir türlü. Örnekse Hayatı Sevme Hastalığı’nda anlatıcının güzel sesli annesiyle muhabbet kuşları eğretilemesi, Meryem’in Biricik Hayatı’nda Meryem’in köyünden kasabaya gelişi, kasabadan en uzak kente açılışı, bunların yıllar sonrasının gazetesinde fotoğraftan kalkılarak yansıtılışı nefis birer öykü gereci iken andığım romanlarda bunlara eklenivermiş birer hikâye olarak kalıyor ne yazık ki… Bu doğrultuda estetik eklektizm, romanlarda bir kavramsallaştırmanın önüne de engeller koyuyor bana göre. Tıpkı anlatıdaki tadın, kitaplardaki kavramsallık tortusunu gölgelediği gibi. Bu bağlamda şu söylenebilir sanırım: romanın dili dizeyi şunu bunu değil ille kendi mantığını gereksiniyor. SİBEL K. TÜRKER ROMANCILIĞI... Sibel K.Türker, gerek bizde gerekse dünyada pek çok yazarda görüldüğünce, temele aldığı kendi ana izlekleri yönünde romanlarını birbiri içinden geçirerek yapılandırıyor. Onun romanları, temel yapısıyla şöyle bir sacayağının üzerine oturuyormuş izlenimi uyandırıyor bende: 1.Romanlar anlatıcı aracılığıyla, özöyküsel anlatımla kuruluyor, 2.Romanların anlatıcıları başka kişileri alarak karşı açılar oluşturuyor, 3.Yazar, aynı izlekler çevresinde dönenerek bizi bir kavramsallık tortusuyla yüz yüze getirmeyi amaçlıyor. Şiirler de yayımlamış bir yazar Sibel K.Türker. Şair Öldü’de anlatıcı Ersin, şiirler yazar. Sonra, “O aptal şiirleri, ilk talep edene okutmak gibi iğrenç bir zaafım var” (Doğan, 55) der. Anlatıcı Ela da, “Bilmediğim bir şiir yakama yapışmıştı sanki” diye söylenir, (Meryem’in Biricik Hayatı, Can, 2012, 20); Kitapçılık da yapan Toros ise, “Peki insan neyle doyardı? Şiirler? Yok canım; şiir ebedi açlık demekti” (Benim Bütün Günahlarım, Turkuvaz, 50) diye düşünür. Yazar için şiirin güç bir “eylem biçimi” olduğunu çıkarmak olası. Şiir kadar aşk da yazarda başat bir kavramsallık alanı olarak alınabilir sanıyorum. Hayatı Sevme Hastalığı’nda Ayda şöyle der örneğin: “Bir erkeği sevmenin ne anlama geldiğini kurcalayıp duruyorum.”; “…[S]evdiğimizi zannettiğimiz nedir?” (113, 114) Bu, “hayatı sevme hastalığı”nın önüne çıkarır onu. Romanların öteki kadın anlatıcıları için de öngörülebilir bu… “Sevmek,yalnızca sevmek, akıllar(a) takılan budur.” (Meryem’in Biricik Hayatı, 90) Kaldı ki aşk, “devrimcilerin mücadele gücü gibi hâlâ kalbi(n)de duruyor”dur (157) Toros’un bile. Üçü öykü, dördü roman; andığım yedi yapıtıyla başarılı bir yazar elbette Sibel K.Türker. Bunlardan hangisi çıtanın durduğu en yüksek yeri imliyor onda? Bu soru, yazar tüm verimlemesini tamamladığında yanıtlanabilir ancak. Çünkü çıtanın en yüksekte durduğu yer, her verimle birlikte değişebilir. Sanatçılar, bilimciler, düşünücüler en yüksek eşikleriyle anılır, düşük ya da ortalama düzey sergiledikleri yere bağlı olarak değil. Sibel K.Türker’i gerek öyküde gerekse romanda başarılı ürünler veren, verimleyişindeki zengin çağıltıyla dikkati çeken bir yazar olarak ilgiyle izlemeyi sürdüreceğim. Size de hararetle önerebilirim bunu… Romanda, “anlatı”nın tadını damaklarında şaklatmak isteyenlere hele, özellikle… ? S ibel K.Türker’i gerek öyküde gerekse romanda başarılı ürünler veren, verimleyişindeki zengin çağıltıyla dikkati çeken bir yazar olarak ilgiyle izlemeyi sürdüreceğim. Size de hararetle önerebilirim bunu… Sibel K.Türker, 2006’dan 2012’ye dört roman yayımlamış: Şair Öldü (Doğan, 2006), Meryem’in Biricik Hayatı (Doğan, 2008), Benim Bütün Günahlarım (Turkuvaz, 2010), Hayatı Sevme Hastalığı (Can, 2012). Yazarın şimdiki yayıncısı Can gönderdi de, ikinci romanından öyle haberim oldu. Bu dört romanın dışında üç de öykü kitabı görünüyor Türker’in: Öykü Sersemi, Ağula, Kalp(y)azan. On yıla kalmadan yedi kitap yayımlamak, hem öyküde hem de romanda, “Ben de varım” diyebilmek ciddi iş. Yazarın verim gücünü gösteriyor elbette bu. Yazar, eğer gücü, isteği varsa bunu yapabilir tabii. Nitekim bir bölük yazar, böylesi tutumla durmadan yazıp yayımlıyor, kimileriyse daha ağırdan yol alıyor. Yazardan yazara değişen bir durumla karşı karşıyayız. Kimileri bir yazar için “aşırı hız” sayabilir bunu, oysa kimilerine göre de tembelliktir bu. Çünkü yaşamına yüzlerce roman, oyun sığdırmış yazarlar var dünyada… Türker’in öyküleri üzerinde daha önce durmuş, ayrıca Şair Öldü adlı romanını da konuk almıştım “Kitaplar Adası”na. Bu kez Sibel K.Türker’in romancılığına yönelik bütünsel açıya dayalı kimi saptamalar getireyim istiyorum… Şunu hemen işin başında söylemek olanaklı… Bir yazarın şiirle ilişkisi metnine yansıyabiliyor. Türker’in de şiire dönük ilgisini, şairliğinin izlerini sürebilmek olanaklı anlatısında. Bu çerçevede şair, öykücü, romancı Hasan Ali Toptaş’ın bir ardılı bağlamında alınabilir Türker. Şu farkla: Toptaş romanlarında helozonik yapıya dayalı anlatımı yeğliyor sürekli; bunun sonucunda içbükey bir evren kuruyor hep… Oysa Sibel SAYFA 18 ? 10 OCAK Sibel K. Türker 2013 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1195