23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ birisi haline gelebiliyor. Nasıl bir süreçten geçiyorsa o, “Bu çocuktan bu büyüğü nasıl yaptınız?” diye sorası geliyor insanın. Okunan edebi eserlerin de, bu süreçte önemli bir payı olduğunu düşünüyorum. “ÇOCUK EDEBİYATININ GELİŞİMİ EDİTÖRE DE BAĞLI” Bu noktada, okunan bu edebi eserin yayımlanışından, editörlük kurumundan ve editörle çalışma deneyiminden de söz edelim mi? Özellikle çocuk kitapları yayıncılığında bu çok önemli. Önceleri, çocuk edebiyatında editörler pek önemli değildi. Bir düzeltmen gibi algılanırlardı. “Ben şöyle bir hikâye yazmak istiyorum,” diye bir editöre önermezdiniz. Önerseniz de, o gidip yayınevinin sahibine sorardı, “Böyle bir şey yapmak istiyorlar, nasıl?” diye. Yayınevi sahibinin olumlu ya da olumsuz kararına göre editör, metnin düzeltilerini yapardı. Editörlük deneyimini ben ilk kez, bundan yıllar önce, Japonlarla çalışırken tanıdım. Japonya’daki çocuk edebiyatı yayıncılığında, yaptığınız işle doğrudan editöre yönelirsiniz. Hatta kontratı da, yayınevi adına editörle yaparsınız. Bu aslında çok doğru bir sistem. Çünkü editör, yayınevinde o kitabın sorumluluğunu, yayınevi adına almış olan kişidir. Bizde bu faaliyet tam olarak gelişmediği için, psikolojik vaziyet ya da sorunsal durumlar düşünülmeden –ya da bilinmediği için düşünülmediğinden– editörü ahlakçı bir kimse, editörlüğü de ahlak bekçiliği sanan tiplerle doluydu ortalık... Toplumdaki klasik birçok yanlışın nedeni olan, insanı kendi bedenine, doğasına yabancılaştıran yanlış bir ahlak anlayışının koruyucusu olan kişiler, çocuk edebiyatının editörleri olarak ortaya çıkmışlardı bir dönem. O korkunç ahlakçı bakışlarını çocuk edebiyatına da sıvaştırmaya çalışıyorlardı. Neyse ki onlar, bizim çalıştığımız yayınevlerinde bulunmuyorlar artık. Kaliteli editörler çıkmaya başladı. Yine de bizim toplumumuzda liyakata dayalı şöyle yanlış bir örgütlenme var: Sorumluluğu olmayan kişinin yetkisi vardır, sorumluluğu olan kişinin yetkisi yoktur. Birçok alanda iyi bir şeyler çıkmasının önündeki engel de, kalitesizliğin nedeni de biraz bu. Gazetecilikte de bu böyle. Editörün hem sorumlu hem yetkili olması gerekiyor. Aslında bütün yönetim biçimlerinde böyle olmalı. Editör yazarın rakibi değildir, işi kitabı yazmak ya da değiştirmek değildir. Editör bir kitabı kabul eder, bir çalışmanın kitaplaşabileceğiyle ilgili fikre sahip olur, o çalışmaya inanır. Bu anlamda da o kitabın sorumlusu olur aslında ki, çok ciddi bir şey bu. Yazar tabii ki kendi kitabından sorumludur, her zaman ama editörün hem yazara hem de yayınevine karşı bir sorumluluğu vardır. Kitabın çocukla buluşmasında çıkabilecek problemleri önceden bilen, “Endüstri faaliyetleri, çocuğu ortamından koparıyor. O yüzden bütün çocuk öykülerim mahallelerde geçsin istiyorum. o problemlerle ilgili yazarı Çocukların sokaklarda, deniz kenarlarında, suların içinde, uyarabilen biridir editör. vapurda, trende oldukları; çevreleriyle toplumla bütünleşKavramların anlaşılırlıkları, tikleri hikâyeler yazmak istiyorum.” CUMHURİYET KİTAP SAYI 1195 cümlelerin uzunlukları konusunda yazara birtakım uyarılar getirebilir. Böyle bir paslaşma, kitap için de son derece geliştiricidir. Mesela Müren (Beykan), bu anlamda işini çok iyi yapan bir editör. Çocuk edebiyatının gelişebilmesi, bu editörlerin hem sorumlu hem de yetkili olabilen kişiler olabilmesiyle mümkün. Şöyle durumlar da yaşıyoruz: Herhangi bir yayınevindeki bir editör, sizin kitaplarınızı basmaya kendi yayınevini ikna etmiş olabiliyor. Ama bir süre sonra bir bakıyorsunuz, editör o yayınevinden ayrılmış, hatta sizin kitabınız başka bir yayınevinden çıkmış. Kendinizi kitaplarınızla bu şekilde, baş başa bulabiliyorsunuz. Oysa bir kitap, kendini güvende hissetmek zorunda. Editörlük bu anlamda kalıcı bir müessese olmalı, sürekliliğini sağlamalı, kişilerin değişimine kalmamalı. Bunlar kurumsallaşmış toplumların özellikleridir. Şöyle bir soruyla bitirelim mi: Yıllardır çocuklarla buluşuyor, birlikte tartışıyorsunuz. Sizleri hâlâ şaşırtıyorlar mı? Çocuklar beni şaşırtıyor, fakat son yıllarda çocuklarla ilgili bir endüstri oluşmaya başladı ve çocuklar bu “çocuk endüstrisi” tarafından neredeyse bir kuşatılma halindeler, bundan ürkmeye başladım. Ciddi bir tüketici kitlesi olarak görülüyor çocuklar ve bu yüzden de rahat bırakılmıyorlar. Eğitimde de aşırı bir paralılaşma var. Çocuklar sürekli bir yerden bir yere taşınan paketler haline gelmeye başladı; mahallelerinden, çevrelerinden koparıldılar. Hikâyelerimde, çocukla mahalle hayatını buluşturmaya çalışmamın nedeni bu. Mahalleden kopartılmış bir çocuk, çocukluğunu yaşayamaz bence. Çocukları istediğiniz kadar kurstan kursa dolaştırın, çocuk kendini taşınan bir paket gibi hissetmeye başladığı anda yaratıcılığı zarar görür; dünyanın en iyi piyanisti olacağı varsa bile olamaz. Çocuğu yeniden sokakla, mahalleyle bütünleştirmeli. Çünkü tüm bu endüstri faaliyetleri, çocuğu ortamından koparıyor. O yüzden bütün çocuk öykülerim mahallelerde geçsin istiyorum. Çocukların sokaklarda, deniz kenarlarında, suların içinde, vapurda, trende oldukları; çevreleriyle toplumla bütünleştikleri hikâyeler yazmak istiyorum. ? 10 OCAK 2013 ? SAYFA 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle