02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Behiç Ak’la çocuk kitaplarına dair Mahal(le)lerinden koparılan çocuklar... Behiç Ak’ın “Gülümseten Öyküler” dizisi on kitaba ulaştı: Güneşi Bile Tamir Eden Adam, Alaaddin’in Geveze Su Boruları, Kedilerin Kaybolma Mevsimi, Vapurları Seven Çocuk, Havva ile Kaplumbağa, Pat Karikatür Okulu, Galata’nın Tembel Martısı, Akvaryumdaki Tiyatro ve Buzdolabındaki Köpek derken son olarak Geçmişe Tırmanan Merdiven de kısa süre önce okurlarla buluştu. Yazar, karikatürist, illüstratör ve oyun yazarı –oyunu ve oynamayı unutanlara bir çift sözü olan sanatçı– Behiç Ak’la gülümsediklerimiz ve gülümsemeyi ihmal ettiklerimiz, çocuğa sığınarak da neleri hatırladığımız üzerine konuştuk. Ë Mehmet ERKURT azıp resimlediğiniz “Gülümseten Öyküler” dizisinde toplumsal meselelere dikkat çektiniz, her kitapta farklı bir duyarlığa dokundunuz. Nihayetinde, hepimiz için “gülümseten” öyküler oldu bunlar. Bununla başlayalım isterseniz. “Gülümseten Öyküler”in en önemli amaçlarından biri –bir hikâyeyi bir amaç için yazmış olmak mümkünse eğer– çocukların okurken bu kitaplardan zevk alması, keyif duymasıydı. Bu çok önemli çünkü büyümek eğitimi dediğimiz şey, insanların keyif almadıkları şeyleri de yapabilme eğitimidir. İş arasında sırf karnını doyurmak için, hiçbir keyif duymadan, lezzetsiz yemekler yiyebilmeyi öğrenmek de insanın büyümesine işaret eder. Bir anlamda insanın kendini sıfırlayabilme yeteneğinin artmasına büyüme deniyor. Çocukluktan itibaren böyle korkunç bir eğitimin içine itiliyoruz. İstemediğin, zevk almadığın metinleri okuyabilme becerisi de buna dahil ve aynı eğitimin parçası. Bir metni okurken ondan nasıl zevk alındığını unutuyoruz. Marguerite Duras bir söyleşisinde, yıllardır bir metni zevk alarak okumadığını, neredeyse sadece işiyle ilgili metinleri okuyabilir hale geldiğini ya da devamlı eleştirel bir üst dille ve üst bilinçle okuduğunu söyler. Sırf zevk almak için bir şey okuma yeteneğini kaybettiği için de çok üzüldüğünü ekler. Aslında bu, birçok insan için geçerli ve buna büyüme deniyor. Bu yüzden, çocukları keyif duyarak okuma pratiğinden koparmamak için zevkli metinler yazmak istedim. Hedefine ulaşan bir dizi de oldu, çocuklar çok sıcak ilişki kurdu. Ama ne mutlu ki bu dizinin tek okuru çocuklar değil… Bu öykülerdeki “gizli” amaçlardan biri de, büyüklerin de bunları okurken zevk almalarını ve çocukların okudukları bir metinle ilişki kurmalarını sağlamaktı. Bunu özellikle okulöncesi kitaplarımda yapmaya çalıştım çünkü okulöncesi kitaplar zaten büyüğün ve çocuğun birlikte okuduğu kitaplardır. Hatta SAYFA 14 ? 10 OCAK Y büyük ve çocuk, biraz da zorunlu bir şekilde, yalnızca okulöncesi kitaplarda bir araya gelebiliyor. Çocuk okuma yazma öğrenince bu bağlantı, bu entelektüel ilişki kopuyor ve çocuk kendi kitabına dönüyor. Büyük de başka bir kitaba geçiyor ve çocukla, çocuğun metniyle ilgilenmiyor. Aralarındaki bu entelektüel ilişkinin sekiz, hatta on dört yaşında da sürdürülebileceğini düşünüyorum. “ÇOCUK KİTABI ÇOK KATMANLI OLMALI” Öykülerinizde de kuruluyor bu ilişki. O öykülerde, sürekli çocuğu merkez alma eğilimi gösteren çocuk edebiyatının aksine, yetişkinler de başkahraman olabiliyor mesela. Bunu özellikle istedim. “Alaaddin’in Geveze Su Boruları”nda başkahraman, su borularındaki kaçakları arayan Alaaddin adında bir adamdır ve kitap, çocukların onunla kurduğu ilişkiyi anlatır. “Güneşi Bile Tamir Eden Adam”da da 2013 bir tamirci, öykünün en önemli karakterlerinden biridir. Zaten yan karakter ve ana karakter ayrımı yaptığınızda, bizde yan karakterlerin genellikle tip olduğunu, sadece ana karakterlerin gerçek birer karakter olmaya çalıştıklarını görürsünüz. Öykülerimde, herkesin birer karakter olmasını istiyorum. Çünkü karakter, kendi içinde çelişkileri olan insanı canlandırır. Tiplerinse nasıl davranacağını bilirsiniz. Bana kahramanlarımla ilgili, “Bu niye böyle davrandı şimdi?” diye soran çocuklar oluyor. Bu güzel bir soru çünkü anlatmak istediğim şey tam da bu: İnsanlar her zaman tutarlı bireyler değildir. Hatta tiple birey arasında gidip gelirler ve bundan doğan bir mizah vardır; işte o mizahı çok önemsiyorum ben. Büyükler için yazdığım tiyatro oyunlarında da bunu çok sık yaparım. Tek bir insan üzerinde, tip ve birey olma arasındaki çatışmayı, oradaki ironiyi ya da mizahi durumları ele almak çok hoştur. Üstelik, bir çocuk kitabında hi kâyenin hem iyi olması hem de farklı düzeyleri barındırması yani çok katmanlı olması gerekir. Seçtiğiniz konular, değindiğiniz meseleler de çoğunlukla günümüzden… Biz bugünü çok az eleştiriyoruz aslında ya da çok az konu ediyoruz. Tuhaf bir şekilde geçmişi yeniden yorumlayan, tekrar kurmaya çalışan, gelecekle ilgili kurmaca bir şeyler söyleyen ama günümüze ait çok az şeye değinen bir edebiyat dünyamız var. Hikâyelerin güncel olması gerekiyor çünkü biz onları yaşıyoruz. Mesela hayvanların kendi ortamlarından kopartılıp başka ülkelerde satılması, bir Sibirya kurdunu ülkesinden alıp evimizde beslememiz aynı “Buzdolabındaki Köpek”teki gibi. Burada müthiş, çok güncel bir hikâye var aslında. Bu hikâyeyi fark etmemiz lazım. Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, hikâye anlatan insanların hikâyelerini anlatıyoruz ya da mizah yapan insanlarla ilgili mizah yapıyoruz. Bu anlattığımız insanlar öyle kapalı çevrelerin insanları değiller. Bir şey üzerine düşünüyor, konuşuyorlar. En az yazar kadar anlatacak şeyleri var. O yüzden hikâyelerimin içine giren kişiler, karakterler bugünün insanları, günümüzün insanları oluyor aynı zamanda. Masallar ve hikâyeler anlatabiliyorlar, olaylar üzerine yorum yapabiliyorlar, çelişkiye düşüyor ya da düşmüyorlar. Bugünün insanlarının güncel hikâyelerini oluşturmaya çalışıyorum. Çünkü bugün çok farklı sınıflardan insanlar birbirlerini görmüyorlar. Belli kompartımanlar içinde yaşayıp düşünmeye başlıyorlar. Belli sınıf veya kültür grubundaki insanlar sadece birbirleriyle görüşüyorlar, bu da hayatın müthiş bir şekilde kurulaşması anlamına geliyor. Oysaki, edebiyatın böyle bir sorunu yok. Edebiyat bütün insanlara aynı değeri vererek, onların bütün hikâyelerini önemseyerek bakar. Sanatın statü farkına yer vermeyen bu demokratik yönü önemli. Çocuklukta ise bu ayrımlar zaten yok. O yüzden çocuk edebiyatında bunu yapmak daha kolay. Daha da gerekli, belki de. O halde çocuğa, toplumun kendisine tanımaktan çekindiği o “bir şeyleri değiştirebilme” gücünü, öykülerinizde biraz olsun vermeye çalıştığınızı söyleyebilir miyiz? Tabii bir moral olarak en azından. Çünkü insanlar dünyayı değiştirebilir, çok zor bir şey değil bu ama büyümek dediğimiz şey, aynı zamanda hiçbir şeyi değiştiremediğimiz fikriyle donatılmaktır. Bu aslında çocuklukta edinilmiş eğitime, büyükle çocuk arasındaki ilişkiye kadar uzanıyor. Çocuklara genelde ne yapmamaları gerektiği öğretiliyor. Neyi yapmazsan, ileride hayal kırıklığına uğramazsın! Oysa çocuğun dünyasında çok fazla soru ve çok fazla şeyi değiştirilebilir görme isteği var. Ben bu isteği, özellikle de bu büyükleri gördüğüm zaman, moral olarak önemsiyorum. Dünyada da Türkiye’de de birçok kuşak böyle bir morali kaybetti. Belki ben de o kuşaklardan biriyim. Bizim çocuk kitabı yazmamızın, çocuklara sığınmamızın, onlarla buluşmak istememizin bir nedeni de o. Çocukların bir şeyleri değiştirme istekleri, yaratıcılıkları öyle bir törpüleniyor ki, çocukluğunda hayran olduğunuz biri büyüdüğünde, köşeli ve bütün değişimlere kapalı ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1195
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle