Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Şükrü Erbaş’tan ‘Bağbozumu Şarkıları’ ‘Ortalıktaki anlamıyla okurum yok benim’ Şükrü Erbaş’ın son şiir kitabı Unutma Defteri’nin üzerinden beş yıl geçti. Bağbozumu Şarkıları’nda şairin yeni şiirleri yer alıyor. Yaşadığımız çağda gittikçe yalnızlaşan ve kendisine dahi yabancılaşan insanların korku ve kaygıları, kendi hayatlarını daraltıp küçültürken umut ve sevinçlerini de yok ediyor. İşte tam da bu küçülmenin ve boşluğun ortasına ağır bir taş gibi düşüyor Erbaş’ın şiirleri. Erbaş, “Şiir üzerinde fazla konuşulmaması gereken bir sanat dalıdır” diyor. Bazı denemelerinin bile düpedüz şiir olduğu söylenen Erbaş’la Bağbozumu Şarkıları ve şiir üzerine söyleştik. ? Çağlar MİRİK “Bu kalabalıkta bu tenhalık/ Sevgilim, bütün sözlerimi/ Mazlumların rüyasından seçtim ben/ Budur, düşünmeden bildiğim/ Budur, ayaklarına serdiğim has bahçe…” (“İlk Harf” adlı şiirinden) ağbozumu Şarkıları kitabınızdaki şiirlerin birkaçını daha önce dergilerde okumuştuk. Kitaptaki şiirleriniz 2009, 2011 ve 2012 yıllarında yazılmış. 2010 yılından hiç şiir olmaması dikkat çekici? Unutma Defteri’inden bu yana beş yıla yakın bir zaman oluyor, şiir kitabı olarak. Uzun mu kısa mı, bilmiyorum. Bu durumun pek çok nedeni var; ben sadece ikisinden söz edeyim: İlki, biten her kitaptan sonra benim bile isteye şiirden bir süre uzak durmaya çalışmam. Bir çeşit unutma çabası diyelim. Öteki, daha doğrusu esas neden ise hayat dediğimiz şu her şeyi saçıp savuran akıl almaz telaşın, bizim arzularımızıacılarımızıheveslerimizi okuyup yazmadan kendi bildiğini okumasıdır. Türkülere yakınlığınız bir sır değil. Özellikle de bu kitabınızda çok sayıda türkü gibi özlü şiirler okumak mümkün. Türküler şiirlerinizi nasıl ve ne yönde etkiliyor? Bu, çok soruldu, çok söyledim. Tekrar olacak ama eski bir yanıtı paylaşmak çok daha doğru: Türküler, masallar, halk hikâyeleri, benim çağdaş edebiyata açılan kapılarımdır. Mazlumu anlamayı ve sevmeyi türkülerden öğrendim ben; şiirin çapağını ayıklamayı, ritim duygusunu, sesin önemini, imge kurmadaki cesareti, derdini ortaya koymadaki hesapsızlığı, içtenliği sanata dönüştüren yalınlığı, duygunun simyasını, küçük hayatlar olmadığını, kendi olabilme erdemini, sözün kusursuzluğunu, acıyı iyiliğe dönüştüren dünya sevgisini, halkın ortak bilinçaltını… TEMMUZ sorunu. Nedeni ve nasıl aşılacağı, çok eski ve uzun bir konu. İnsan elbette yazdıklarının olabildiği kadar çok insan tarafından paylaşılmasını ister. Ancak yazma edimini bunun üzerine kuramaz. Kendinden başka okuru olmasa da yazacaktır. Yoksa varlığına kendi elleriyle son vermiş olur. Biz, Necatigil gibi “biz bu işin tadındayız/ ne paraya çevrilmez/ biz onun ardındayız/ nerdesin ey dost/ yanındayız” desek de, “satış” ne yazık ki insanlara ulaşmanın şimdiliktek yolu olarak duruyor orta yerde. Şairin sözlerine gölgeler düşüren bir çaresiz yol. Genel olarak edebiyat siyasetin dışında tutulmaya çalışılıyor. Bu, bilinçli olarak yapılan, yaptırılmak istenen bir şey. Edebiyat bu vurdumduymazlığı kaldırır mı? İnsanların yediği ekmek, içtiği su siyasetin içinde olacak ama sözleri, edebiyatları, sanatları siyasetin dışında olacak. Ahmaklığın okulunda bile öğretilemeyecek bir yalan. Konuşmaya değmez. Konuşulacaksa, edebiyat ve sanatın, siyasetle ilişkisinin nasıl olduğu, olması gerektiği konuşulmalı. Çünkü bu düşüncenin yanında yer alanların da karşı çıkanların da esas sıkıntılarının, bu ilişkinin biçimi ve içeriğinin ne’liği, niteliği olduğunu düşünüyorum. DÜNYAYA HARFLERLE BAKMAK Şükrü Erbaş, 40 yıl oldu şairlik yaşamınız. Sürekli yazıyor musunuz? Yazdıkça ne gibi sorunlar, pencereler açılıyor önünüzde? Sürekliden ne anlıyoruz bilmiyorum ama sürekli yazılabileceğine inanmıyorum. Şiirin yazılma süreci, yazıya geçme süreci, çok yorucu bir süreç. Dünya ile bağların koparılıp yeniden kurulduğu bir süreç. Abartılı bulunmazsa bir çeşit travma hali. İnsan yirmi dört saat böyle yaşayabilir mi? Bu mümkün değil. Ancak, dünyaya harflerle bakmak diye bir algı da oluşuyor zamanla. Yazın yazmayın, yaşadığınız, tanık olduğunuz, acısını duyduğunuz her bozuk cümleyi, içinizden düzeltip duruyorsunuz. Çok insani bir biçimde, zaman zaman bir bezginlik duyuyorsunuz. Sonra çaresiz tekrar harflere sığınıyorsunuz. Kısaca, yaşamla ölümün sarkacında çırpınıp duruyorsunuz. Böyle yaşamayı öğreniyorsunuz. Dahası bunu seviyorsunuz. Günümüzde insanlar bir günde yazıyor. İçine bir şey doğuyor, ilham geliyor ve yazıyor. Özellikle de şiir konusunda oluyor bu. Bu “iş” böyle kolay mı? Böylesi bir yaklaşım nereye oturur? Gün bitmeden de unutuyorlar yazdıklarını. Okuma ve yaşama konusundaki yoksulluk yazma konusunda böyle cevherler yaratıyor! İki yoksulluktan nasıl bir zenginlik doğar, fikir etmekte fayda var. Sonra da kaldırıp başını, Yunus’a, Karac’oğlan’a, Nâzım’a, şöyle kirpiklerinin ucuyla olsun bir bakmak… Okurların şiirinizi anlaması için sadece şiir bilgisi yeterli mi? Önce, “okurlarım” sözcüğüne küçücük bir itiraz: Onlar benim heves, keder ve gelecek yoldaşlarım. Ortalıktaki anlamıyla “okur”um yok benim. Anlaşılmaya gelince… yazdığım dili bilen, başkalarını anlama ve sevme becerisi olan, özsaygısını yitirmemiş, doğanın tüm varlıklarıyla varlığı arasındaki mucizeyi görebilen herkes, benim şiirimi de, dünyanın bütün şiirlerini de canında duyarak okuyacaktır. ? Bağbozumu Şarkıları/ Şükrü Erbaş/ Kırmızı Kedi Yayınevi/ 68 s. ? B Hem şiirlerinizde hem de düzyazılarınızda bir sözcük işçiliği ve söylem ustalığıyla bu dünyanın acılarından söz ederken okurları başka diyarlara götürüyorsunuz. Uzun bir süredir de çeşitli yerlerde şiir ve insan halleri üzerine konuşmalar yapıyorsunuz. Okurlarınız tarafından anlaşıldığınızı düşünüyor musunuz? “ŞAİR VE YAZAR ANLAŞILMA KAYGISINI HEP TAŞIR” Şair ve yazar, böyle bir kaygıyı hep taşır. Ancak, dönüp dolaşıp kendi bildiğini okumaktan başka yapabileceği bir şey de yoktur. Doğru olan budur. Öbür türlüsü, Edip Cansever’in sözünü doğrular: “Herkesle bir olurum/ Kişiliksiz kalırım.” Eğer onca insan bana yalan söylemiyorsa şiirimin, okurun kalbine bir meneviş düşürdüğüne inanıyorum. Bunu insanların seslerinde, kirpiklerinde, parmaklarında, gözbebeklerinde gördüm. Bu güzel ve ağır yükle kalbim ışıdı, korktu, mahcup oldu… Bağbozumu Şarkıları kitabınızdaki alıntılara değinmek istiyorum. Şükrü Erbaş gibi bir şair iş olsun, gösteriş olsun diye başka şairlerden dize almaz, onların adını anmaz. Öyle olur mu hiç? O alıntılar benim şiirlerimin onur bağıdır; ana rahmidir; eksiğimi tamamlayandır; sözümü yüceltendir; şiirlerimin mavi boncuklarıdır; geldiğim yerlere saygımdır; benim ustalarım ve çıraklarımdır. O alıntılar, benim, benden önce söylenmiş sözlerimdir. Kitabın girişindeki Binbir Gece Masalları’ndan yaptığınız alıntıyı düşünürsek, “sizi alçaltan bir ülkede yaşadığınızı” düşündünüz mü? Benim hayatımın ve bütün bir toplumsal hayatın içinde mayalanıp geldiği şiddete, yoksulluğa, şımarık paranın ve cehaletin iktidarına, en temel insan hakkının hapishane ve mezarlıkta soluk almasına, sevgisizliğin kutsal kalabalığı“Okurlar, benim heves, keder ve gelecek yoldaşlarım” diyor Şükrü Erbaş. na, aşkın yaprak döken yalnızlığına ve daha nice insan haline bakıp da alçaldığını düşünmeyen varsa esas trajedi bu algıdadır. Bu “yaralı zaman”da bu “yaralı bilinç”, insan olmanın en soylu göstergesidir bence. Kitabın sonunda “Bir Başka Bağbozumu” başlıklı bir bölüm var. Okurlara büyük sürpriz diye düşünüyorum. İşin ustasından dinlemek gerekir, taşrada edebiyatla uğraşmak ve yazmak nasıl bir şey? O bölüm, benim birikip geldiğim ruh atlasımdır. Kültürel ana rahmimdir. Yazının ilk harflerinin doğduğu iklimdir. Taşrada yazmak… bunu, taşrada doğmak, büyümek olarak da söyleyebiliriz, hiç bitmeyen bir yoksunluktur. Bir eziklik duygusunun bütün zamanlara, mekânlara yayılıp durmasıdır. Her yeni cümlenizde sözünüzün boşluklarının biraz daha büyümesidir. Bir çeşit kendini sevme denemesidir. Dünyayı tartmaya çalıştığınız bir gam terazisidir. Uzar gider bu böyle… Yaşarken verdiği acıyı sonradan kavradığınız bir tuhaf hayat bilgisi, diyelim… “SATIŞ, ŞAİRİN SÖZLERİNE GÖLGELER DÜŞÜREN BİR ÇARESİZ YOL” Bizde şiir kitapları satmaz diye genel bir kanı vardır. Şiirin ve şairin satış gibi bir sorunu olabilir mi, olmalı mıdır? Şiir okurunun azlığı, sanırım yalnız bizim değil dünya edebiyatının ortak SAYFA 8 ? 19 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1170