Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Mustafa Balbay’dan ‘Denizlerin Davası’ Mustafa Balbay ‘Haklı olan Denizlerdi, kazanan da onlar olacak...’ ca öne çıkardım.Yaşadıklarım, hukukun ne kadar önemli olduğunu bana gösterdi. 1975’in sıkıyönetim mahkemeleriyle bugünün özel yetkili mahkemeleri arasında mantık ve işleyiş yönünden hiç fark olmadığını gördüm. Kitapta bunu yansıtmak istedim. Başlıca benzerlikler nelerdir? Halit Çelenk’in Silivri mahkemelerini de görmesini ve bu karşılaştırmayı onun yapmasını dilerdim. Çelenk’in bir sözü var: “Olağanüstü dönemlerin en büyük özelliği hukuksuzluktur.” Her iki dönemi bu söz özetliyor. Denizlerin davasının yargıcı Ali Elverdi’nin savcısı Baki Tuğ’un bugünkü mahkemelerde ruhu dolaşıyor. Hatta bu ruhun içindeki kin ve intikam duygusunun daha da baskın hale geldiğini söyleyebiliriz. Mahkemelerdeki hukuksuzluğa siyasetin etkisi nedir? Belki de en önemli benzerlik bu. Denizlerin idamına giden yolun son iki halkası TBMM ve Çankaya Köşkü. Her iki makam da tamamen siyasal kavga penceresinden baktı. Halit Çelenk’in gözüyle 1975’teki yargılamanın tüm aşamalarını yeniden masaya yatırınca şu söylenebilir: İdamların infazı bir süre ertelenseydi, genel iklim yumuşayacaktı ve Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan yaşıyor olacaktı. İdamlardan iki yıl sonra genel affın çıkması bunun başlıca göstergesidir. Siyasilerin idamdan nasıl bir çıkarı vardı? Türkiye tarihine biraz daha geniş ölçekli bakıldığında 1960’ta Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın idamı bu siyasi çizgiyi intikam duygusuna itti. Meclis’te Denizlerin idamı oylanırken “3’e 3” sesleri yükseliyordu. Demir parmaklıkların arkasında gördüğüm o ki 1960 ve 1971’in çarpımından 1980 doğdu. Bugün de benzer bir çarpım tablosu var. Nasıl ki kan kanla yıkanmazsa darbe de darbeyle temizlenmez. Siyasal hırs aklı aşınca bu yalın gerçeği görmek de olanaksızlaşıyor. Mahkemeler siyasal hırsın uzantısı haline geliyor. Denizlerin idamına giden yolda bu gerçekleri görenler yok muydu? Vardı ama sesleri duyulmadı. Ya da hırs ve intikam haykırışlarının gölgesinde kaldı. Kitapta da yer verdim. Pek çok TBMM üyesi idamların Türkiye’nin geleceğine vereceği zararı dile getiriyor. İdamların sonrasına baktığımızda onlar haklı çıkıyor. Ama böylesi durumlarda haklılık anlamını yitiriyor. Bugün gerçekleri duyan ve haykıranlar ne kadar? Savaş için kullanılan bir tanım vardır: “İlk kurşun atıldığında ilk ölen gerçekler olur.” Bunu söz konusu davalara da uyarlayıp; hukuksuzluk başladığında ilk ölen gerçekler olur, adalet olur, diyebiliriz. Bunu haykıracak daha çok insana ve kuruma gereksinim var. Şunu sormak isterim: Yakın tarihimizdeki siyasi davaların hangisi bugün hukuka uygun kabul edilmektedir? Hiçbiri. Hukuk fakültelerini, devletin adalet üzerine oturması gerektiğine inanan herkesi, bu kitabı okuyup muhakeme yapmaya, sonra da bir kez olsun Silivri’ye gelip duruşma izlemeye çağırıyorum. Kitabınızda da hukuksuzlukla siyasal hırsın birleşiminin sonuçlarını yazmışsınız. Siz hangi düşünceler içindesiniz? Kitabın son bölümünü bu konuya ayırdım. Ben 32 yıllık gazeteciyim. İzmir, İstanbul, Ankara’da çalıştım. Milletvekilliğinde birinci yılımdayım. Mesleki ve siyasi ömrümün kalan bölümünde kendimi hukuksuzlukla mücadeleye ve iç barışa adamak istiyorum. Mandela 27 yıllık hapis hayatının ardından önemli bir sorumluluk aldı. Özgürlüğünün ilk yıllarında kendisini hapse attıran başbakan ölünce eşini ziyaret edip, başsağlığı dileğinde bulunuyor. Taraftarları buna çok tepki gösterince Mandela, “Benim yaşadıklarımın, bizim yaşadıklarımızın bir daha olmaması için bunu yapmak zorundaydım” diyor. Elbette bir yanağımıza tokat atılınca ötekini uzatma duygusu içinde değilim ama aklı aşan hırs, kin ve nefret duygumu betona gömdüm. Deniz Gezmiş yaşasaydı 65 yaşında olacaktı. Büyük olasılıkla aktif yaşamın içinde yer alacaktı. Silivri yargılanmalarıyla ilgili ne düşünürdü? Kitabı yazarken benim de kendime sorduğum sorulardan biri buydu. Elbette kesin bir şey söylenemez. Denizlerin bir gençlik önderi olarak öne çıktığı dönemde başta Avrupa olmak üzere öteki ülkelerde de benzer hareketler vardı. O hareketlerin önderleri bugün siyasette, yazarlıkta aktif işlevler üstlendiler. Bu bağlamda Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal yürüyüşü düzenleyen Denizlerin de yurtseverlik duygularının devam edeceğini düşünüyorum. Son 40 yılda birkaç kez daha hapse girerlerdi. Bugün de içeride ya da dışarıda hukuksuzlukla mücadele ediyor olurlardı. Bugün Türkiye’de idam kararına imza atan Ali Elverdi’lerin ruhu dolaşıyorsa, Deniz Gezmişlerin ruhu da dolaşıyor. Haklı olan Denizlerdi, kazanan da onlar olacak... ? Denizlerin Davası/ Mustafa Balbay/ Cumhuriyet Kitapları/ 132 s. Ergenekon davasından Silivri cezaevinde 1197 gündür, tutuklu bulunan yazarımız, CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, cezaevinde yazdığı son kitabı Denizlerin Davası‘yla ilgili sorularımızı yanıtladı. ? Tülin TANKUT apiste beşinci kitabınızı yazdınız. Denizlerin Davası öncekilerden farklı bir içerik taşıyor. Nasıl bir duygu ortamında yazdınız? Hapisteki ilk dört kitabım, cezaevi ortamına ve yargılandığım davanın yarattığı Türkiye’ye ilişkindi. Denizlerin Davası, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının avukatı olan Halit Çelenk’le iki uzun röportajı içeriyor. Ben iki kez ağırlaştırılmış müebbet istemiyle yargılanıyorum, olağanüstü bir hukuksuzlukla karşı karşıyayım. Denizler de hukuksuzluğun kurbanı oldu. Benzer kaderi paylaşıp onların hukuksuz yargılanmasını yazmak, bir anlamda bugünü de yazmak demekti. Yazı arkadaşlarım 80 gözlü demir pencere, demir kapı, beton duvar ve gökyüzüydü. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla ilgili pek çok kitap yayımlandı. Sizinkinin farkı nedir? O kitapların pek çoğunu okudum. Ortak payda Denizlerin mücadele ruhu, heyecanları ve idamları. Ben 1971’deki faşist dönemin hukuksuzluğunu, hukuku araç olarak kullanma adımlarını ayrı Metin Defte ve on zın co için o Yaşa Torosla Annem Babam Ben de H Kendim Şiir işle Metin D ? İb s y n d bunlar riz. Mil zisyen o gerekle müzisye doğal o nin dam lidir. B disinin anlatıyo bında. Y Didem Gülçin Erdem’den ‘Olmayanım İçinizde’ Hayata ve hayatsızlığa dair ? Cihan OĞUZ emen vurgulamalıyım: Didem Gülçin Erdem, yaşının en az 1015 yıl sonrasının şiirini yazıyor. Bu sadece “sosyolojik” bir belirleme değil, erken doğmuş “prematüre” bir şiirin de göstergesi. Bir farkla ki prematüre olmanın zaaflarından ve arızi varlığından uzak. O dizeler, “sağlıklı” bir erken doğumun nüveleri. İlk bölümdeki şiirlerde “destansı” bir sesleniş var. Bu, aslında, henüz 23 yaşındaki bir şair için hayli riskli bir deney. Ama o destansı jargonda güncelin estetize edilmesi, kucaklanması, o riski yok ediyor: “Dediler ellerimiz taş ve çaput/ öyle kırmızısı dil vardığından değil/ dediler biz toplanıp gittik sularımızı/ sonra söylendi incir göğsümüzden aşağı/ baktım nereme döküldü Tanrı’nın hafızası” (s. 8). Şiirlerdeki temasal sıçramalar, destansı söylemin bir üst dil değil, tok ve net bir dizeler akışı oluşturduğunun kanıtı: “Bir dağa bakarsanız içinizden dolanırım/ eve varmak gibi dururum yüzünüzde/ anneniz olurum oda SAYFA 16 ? 19 TEMMUZ 2012 H Didem Gülçin Erdem, ilk kitabı Perdesiz‘den üç yıl sonra Olmayanım İçinizde‘yi yayımladı. Kitap iki bölümden oluşuyor: “Ayin: El Avlusu” ve “Onların Geçip Gittiğidir.” İkinci bölüm, ilk yapıtındaki gibi birbirinden bağımsız şiirlerden oluşuyor. Birinci bölüm ise on altı kısım ve bir “son”dan kurulu. ışığı yeterse/ kendimi saymaya geriden başlarım/ bir dağa bakarsanız kıyınız kadar güzel/ olur muyum sahi” (s.10). Didem Gülçin Erdem şiirini bunca erken oluşturan durumun sırrı, aslında benim “Türkiye’de 4K olmak zordur: Kadın, Kürt, Komünist ve Kızılbaş” dediğim çerçevede gizli. Yoksa, “bir eski liman gibi içime kurulan yerlerin/ seni hep kentleri dün yakmış tarihiyle ellerinin/ seni kül ve barutu ile bir sınır köyünün/ o sınır nasıl yorgunsa devlet edinmekten” diyebilir miydi şair? (s. 13). Veya “dağın da ardı vardı diyen dengbej/ kovukların belki ölümünden sorumlu/ ama duydukça buharlaştı kuyunun suları” (s. 19) dizeleri çıkar mıydı ağzından? O destansı söylem içindeki güncel göndermeler elbette dolaylı da olsa postmodern bir dil’in imleri: “Ben bu kadar sözcükle bakmam yarına/ geldiğim yerlerde durmak uzun veda.” Tam da o adıma sıra gelmişken, çifter çifter basamaklar çıkılıyor sanki: “Bazı şeyler demekten başka işe yaramıyor/ bazıları iyi ki demek için” (s. 23). Bazen sınır boyunda geziniyor dizeler: “Ararat’ı güzel diyecek bir kavim tanıyorum/ cümlesi nehrin üzerine kapanmış/ dokuz harf fazla diye mi sabrı” (s. 32) diye akıveriyor. Bazen de “Vartan: büyük tapınak/ yortusu ateşten once, omuzdan cesaret// ağacın çiçeklenişi deme/ çok ağrıyorum” (s. 34) diye acıklı bir geçmişe yaslanıyor. ? Kitabın ikinci bölümü “Onların Geçip GittiğiCUMHURİYET KİTAP SAYI 1170 ? dir” dök “Biri ka madım O şiir bir yüre amansı seni geç birazda olduğu met ner dun be dun am sun öyl lerken d sakal b nün ker O yal tırılama gürültü rak dile cağım b za yürü oradan den/ yi gâhta/ nir yola omuzla Dizel