Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K “Hep gülerdi Fethi Naci. İnsanlara hiç küsmezdi. Ama eleştirdiği edebiyatçılar ona küserdi.(…) İlişkiyi karşı taraf koparırdı hep. (…) Bu şekilde otuz altı edebiyatçıyla küs öldü.” Turhan Günay itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com İsmail Naci Kalpakçıoğlu’dan Fethi Naci’ye... mer Lekesiz’in Dünyanın Öyküsü dergisinde sürdürdüğü “Söz Mesafesi”ndeki ilk yazısı enikonu irkiltti beni. Sırtım ürperdi okurken. Çünkü eleştiri, günümüz gerçekliğiyle belki de hiç bu denli yalın, çıplak karşı karşıya gelmemişti kurumsal anlamda. Andığım yazısında Lekesiz, şu satırlarla altını çiziyor durumun: “…[E]leştiri, artık ‘olması’ gereken yerde değil, ‘bulunması’ gereken yerde pazar gereklerine göre yeni biçim ve içerikler yüklenerek, dövülse de kovulsa da kabul edildiği evden başka yere gidemeyen bir ‘besleme’ olarak yaşayabilecektir.” Zavallı eleştiri! Eleştirinin bu hali, Türkiye’nin de durumunu gösteriyor bana sorarsanız… Nitekim sağlığında, belki de bu öngörüyle Fethi Naci şöyle demişti 1999’da kendisiyle yapılan bir “nehir söyleşi”de: “Sanatçıların, yazarların gözleri aydın, eleştiri sona eriyor artık. Ben 7273 yaşındayım. 34 sene sonra nalları dikerim.” Sözü, “armağan” iki kitaba getirmek istiyorum: İlki editörlüğünü Mustafa Şerif Onaran’la Özgen Kılıçarslan’ın yaptığı Fethi Naci (FN/ Kültür ve Turizm Bakanlığı, ikinci basım, 2011), öteki Hürriyet Yaşar’ın hazırladığı Yazının Gül Dikeni /Fethi Naci’ye Armağan (YGD/ İthaki, 2010). Turhan Günay’dan alıntıyla söyleşi notunu da bu kitaplardan aktardım. Gerçekten her iki kitap da, yazınla ilgilenen herkesin, bu yönde gereksinebileceği çözümleme çerçevesinde sorularına yanıt bulabileceği ilk elde okuması gereken kitaplar arasında anılabilir kanımca. Nitekim insan bu yazıları okurken, Türkiye’nin “İsmail Naci Kalpakçıoğlu’dan Fethi Naci’ye” geldiği düzeyden nasıl olup da geriye döndüğünü şaşarak izliyor. En iyisi bir an önce içeri girmek andığım kitaplardan… YAŞAMDAN ROMANA İNSANIN BİREYLEŞME KAVGASI... Fethi Naci’nin romandaki kişilerin bireyleşmesi sorunsalına bakışıyla kendisinin bilincine varışı arasında koşutluklar kurulabilirmiş gibi görünüyor. Nitekim Haluk Sunat, ilgi çeSAYFA 18 ? 19 TEMMUZ Ö kici yazısında bu yaklaşımın kıyılarında da geziniyor: “Yaratıcı sürecin arkasında, bir, ‘birey/özne’ vardır. Süreç, öncelikle ‘onun’ değişme ihtiyacı üzerine kuruludur ‘kişisel’dir.” “İşte, bu, burjuva egemen toplumsal yapının kurucu öğesi ‘birey’in ilk örneği (‘prototipi’) olan, kendisini geleneksel merkezin dışına atmış ‘insan’dır…” (YGD, 114, 115) Semih Gümüş de onun, “nitelikli bir eleştirmenin kendini yetiştirmek için zorunlu olduğu yollardan geçerek kendini var et(tiğinin)” (FN, 27) altını çiziyor. Giresunlu bir yoksul Fethi Aga’nın oğlu olarak çıkıp da on yıllar sonra Türkiye’nin yazındaki yetkesine dönüşen, hele roman konusu açıldığında dudakları arasından çıkacak sözün beklendiği Fethi Naci’ye bir “cumhuriyet mucizesi” gözüyle bakılabilir pekâlâ. Öyle ya, ortaya koyduğu, kendisini bir yapıt olarak gerçekleştirdiği, hepimizi hayran bırakan “birey” örneği değil mi o? Bu nedenle içinden çıkıp geldiği halkla bağını koparmak şöyle dursun, hep emekçi halkın yanında yerini aldı Fethi Naci. Yazınsal verimimize bakışında da bunu temel dayanak noktası yaptı kendine. Jale Parla’nın dile getirişi, bu bağlamda konuyla ilişkilendirilebilir: “Biz eleştirmenler hangi yöntemi kullanırsak kullanalım, sonunda okuduklarımızda bir miktar kendimizi ararız; yorumlarımıza da kendimizi katarız. Fethi Naci değerlendirmelerinde kişileştirmeyi bu kadar öne çıkardıysa eğer, bu, onun okuduğu metinlerde insanı aradığı için olmalı.” (FN, 122) Fethi Naci, kendisini birey olarak yaratmanın dişe diş kavgasını vermiş bir insan anıtıydı hiç kuşkusuz. Tıpkı sürüden sıyrılıp halkının yanında yer almış, ama bu arada kendilerine dünyanın melaneti layık görülmüş bireyleşmiş öteki solcu aydınlar gibi. Bu durum, ister istemez bir yükümlülük getiriyor olmalı insana. Kaan Arslanoğlu’nun yaptığı “fotoğraflı söyleşi”de Turhan Günay’ın şu sözleri, onun duyumsadığı bu sorumlulukla da ilişkilendirilebilir: “Fethi Naci’nin eleştirmenliği bir adanmışlıktır. Eleştiriye kendini adamıştı. Okurken ve yazarken büyük keyif alırdı.” (YGD, 198) Ne var ki Fethi Naci, yazınımıza yaklaşımında bu yönde ortaya çıkabilecek bir ülküleştirme sapmasından de uzak durdu. Sunat, bunu şu sözlerle dillendiriyor: “…Fethi Naci’nin ayrıcalı önemi, tanıklık ettiği dönemde çokça rastlanan, romanı, ülküleştirdiği (‘idealleştirdiği’) şeye aracılık etmeyi yazarlık sanan tavra –ülküsel olanın yaygın ka2012 bul görmüşlüğüne rağmenkarşı çıkabilmiş olmasıdır.” (118, 119) Ancak bu tutumuna karşın, bir aydın birey olarak Sartrevari “bağlanmışlığı”nı sapasağlam koruyan biri oldu o aynı zamanda. Arslanoğlu, şöyle vurguluyor onun bu yanını: “Devrimcilerin ezilmesini üzüntüyle, direnişleri acılı bir coşkuyla karşıladı. O dönem yapabildiği kadar muhalefet gösterdi.” “Fethi Naci, bu dönemde, pek çok solcunun hissettiği ve hatta dillendirdiği gibi, ‘Oh olsun onlara,’ demedi, ‘Bak tafralarından yanlarına yanaşılmazdı, şimdi eşekten düşmüşe döndüler!’ diye için için sevinmedi.” (173) HEM YETKE OLMAK HEM ERKTEN KAÇINMAK... Kaan Arslanoğlu, “Fethi Naci roman eleştirisinin kralıydı”, “Sonuçta roman eleştirisi zirvesinde tekti” (YGD, 165) derken, bir açıdan bize böylesi bir yetkeliğin ister istemez erke dönüşeceğini de gösteriyor kaçınılmaz biçimde. Nitekim Yiğit Bener, eleştiri eyleminin ister istemez bir erk sorunuyla karşılaşacağını şu satırlarla aktarıyor: “En çok izlenen eleştirmen olma konumunun adamakıllı pekiştirdiği bu sorumluluk duygusunun, Fethi Naci’yi zamanla eleştiri uğraşından soğutacak kadar sevimsiz bir tuzağa dönüştüğü kanaatindeyim. Çünkü sahip olduğu bu konum, o istese de istemese de bir iktidar konusudur ve iktidarın olduğu her yerde yıpratıcı bir iktidar mücadelesi kaçınılmazdır, iktidarın hoyrat diliyle kavga eksik olmaz.” (YGD, 19) Arslanoğlu aynı yazısını şu satırlarla bağlıyor, erk sorunsalına tam da ortasından girerek: “Şimdiki otoritelere bakarsak, başka bir açıdan, şimdiki otoritesiz edebiyat ortamının piyasa baskısı altındaki çok daha despotik ortamına bakarsak, Naci’nin otoritesinin giderek zayıflatılmasıyla, sonra da onun hastalığı ve ölümüyle neler kaybettiğimiz ortaya çıkar. Biz zaten bir şeyleri onu kaybettikten sonra daha iyi anlamaya başlarız.” (174) Demek ki aslında bu bağlamda, “her eleştirmenin Fethi Naci’den öğreneceği bir şeyler vardır.” (Oğuz Demiralp, YGD, 85) Jale Parla ise, ondaki eleştiri kökenli erkin gücünü şu satırlarla aktarıyor: “Böylesine katı ve klasik bir ölçüte sadık kalmakla birlikte, beğenisinin kendisinden farklı ölçütlerle okuyan eleştirmenlerce de çoğunlukla paylaşıldığını görmek, önyargısız okumadaki titizliği yüzünden, şaşırtıcı olmaz. Gerek çağdaşı eleştirmenler arasındaki saygınlığı, gerekse çaylak ya da deneyimli her Türk romancısının, romanını bitirdiğinde ‘Acaba Fethi Naci ne diyecek?’ diye kıvranması bundan olmalı.” (FN, 121) Ancak Fethi Naci, “bağlanmışlığı” ustalıkla dengeleyen biri. Nitekim A.Ömer Türkeş, şu yargıyı getiriyor onun için: “Hem siyasi mücadelenin içindeydi hem edebiyatın. Ancak ideoloji ile edebi değeri birbirine karıştırmamış, sosyalist/muhalif duruşundan ne siyasette ne edebiyatta ödün vermişti.”; “Otoritesini sağlayan başka nedenler de vardı kuşkusuz; ama onu Fethi Naci yapan beğeni sahibi olmasıdır. Türk romanına Marksist dünya görüşüyle harmanlanmış bu beğenisiyle bakmış, bakmakla kalmamış etkilemeyi başarmıştı.” (FN, 160) HEM BİREY HEM YETKE; SİLİNEMEZ BİR İMZA... Bir yazımda, Fethi Naci’nin yapıtlarını, roman gibi okumanın da olanaklı olduğunu belirtmiştim. Gerçekten onun eleştirileri, yazınsal eleştirinin görkemli örnekleri arasında sayılabilir. Çünkü bu metinler, insanda yazınsal bilgilerden, öğrenilerden, verilerden çok yazınsal tatlar almaya dönük duygu uyandırıyor. Bu çerçevede Füsun Akatlı’nın şu satırları, onun yazılarının, yapıtlarının yazınsal değerini vurgulaması bakımından da anlamlı: “Fethi Naci’nin eleştirmen olarak Türk edebiyatındaki yeri son derece kendine özgü bir yerdir. (…) Bunun nedeni, Fethi Naci’nin incelemeci, araştırmacı, bilim adamı kimliğinden çok önde, ‘edebiyatçı’ kimliğini taşıması ve benimsemesidir.” Nitekim Fethi Naci’nin 100 Soruda Türk Romanı ve Toplumsal Değişme başlıklı çalışması için şöyle diyor Akatlı: “Kuru bir serimleyicilikten, asık yüzlü bir ahkâmcılıktan alabildiğine uzak, yer yer ironik, yer yer coşkulu ve duygulu bir anlatımla kaleme alınmış bu kitaptan, Türk romanı üzerine öğrenilebilecek çok şey var kuşkusuz.” (FN, 136) Bütün bunların yanında her iki kitap da birer “armağan” olmakla birlikte romandan yazına, şiirden öyküye, dilden eleştiriye Fethi Naci’nin kendisine yönelik farklı yazarlarca getirilen eleştirilerle de dikkati çekiyor denebilir. Fethi Naci yıldızının tam da zamanımızda bizim bütün karanlığımızı aydınlatacak ölçüde parlayışı, bu farklı görüşlerle daha bir yerli yerine oturuyor kanımca. Çünkü Fethi Naci, kendisinin Sait Faik’in öykücülüğüne dönük söylediğine benzer biçimde Ataç’la birlikte eleştirimizin “çöpsüz üzüm”ü oldu. Metin Fındıkçı, giderini Fethi Naci dostlarının üleştiği Besim Dalgıç’la üstlendikleri mezar taşı yapımına değgin şu ayrıntıyı aktarıyor: “Mezarı yaptırdığım mermer ustası, ‘Ağabey, mezar taşına Fatiha filan yazmayı unutmuşsunuz,’ dedi. ‘Unutmadık, Fethi Naci [İnsan tükenmez,] demiş. Biz de sana, onun söylediğini yazdırdık mermerin üstüne,’ dedim.” (YDG, 188) Gelin bu “adam anıtı”nı bir de Cemal Süreya’nın deyişi eşliğinde gözümüzde canlandıralım: “Evet, parasız yatılı. Hem parasız, hem yatılı./ Şemsiyesi ise uykusuz; hem yatılı, hem uykusuz.” (FN, 15) Evet, o “parasız yatılı”ydı, ama hiçbir zaman “beslemelik” yapmadı! Böyle olunca insan gerinerek haykırmak gereği duyuyor: “Fethi Naci tükenmez!” ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1170