Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Feridun Andaç ile ‘Türkiye’yi Düşünmek’ üzerine Memleketi düşünmek için yol almak Feridun Andaç bir edebiyat insanı. Edebiyatın birçok alanında ürün veren biri. Toplumumuzun çağdaşlaşma serüvenine bu eksenden bakarak ortaya koyduğu çalışmalarına bir yenisini ekledi: ‘Türkiye’yi Düşünmek’. Türkiye üzerine yazdığı denemelerinde çağının ruhunu kavrayan bir yazın insanının bakışını gözlüyoruz. Andaç ile bu kitabı çerçevesinde konuştuk. ? Özge DOLUNAY eksenlerin sonundaki Türkiye’den, yurtdışına ilk çıktığınız zaman, fark ettiğiniz, sizi çok etkileyen, şaşırtan durum veya olay nedir? Balkanlar’dan geçip İsveç’e ulaştığımda, çok farklı yüzleşmelerdi beni sarsalayan. Doğa/mekân görünümleri, kentlerin dokusu, insanların yaşama biçimleri, gündelik hayatın seyri…Müzeler, kitabevleri, sokaklar, tarihi yapılar da en az insanlar kadar şaşırtmıştı beni. İster istemez kendi ülkeme dönüyordum sıklıkla…”neden” sorusunun ötesinde sorular soruyordum elbette…Gelinen yer kadar, yaşam algısı, sürdürülebilir bir hayatın neleri kuşatması gerektiği düşüncesi gelip gelip buluyordu beni. Her şeyin insana dair yapıldığını hatırlatan yüzlerce işaret vardı gündelik hayatta. Ve insanın kendi kıyısında yaşama duygusunun neleri içerdiğini görmek beni etkilemişti. Yalnızlaşan insanla çoğalan insanın vardığı iklim neresidir düşüncesinin ipuçlarını görmem bir de. Küreselleşme henüz bize dokunmamıştı, kabuğumuzu kırmaya dönük adımlar yeni yeni atılsa da; Batı’nın tüketim arenasına, küresel kapitalizmin yörüngesine girmemiştik ama özeniyorduk…Bizde olanla olmayanın karşılaştırmasına bu açılardan değil de; daha çok neden “geri” kaldığımızın sorgusuna dönüyordum sıklıkla. Bu da, ister istemez, birtakım olguları gözlemevime almama neden oluyordu. Örneğin; kentlerin dokusu, kitabevleri, müzeler, teknolojinin taşıdıkları, insan davranışları, kurulan mekânlarla insanların ilişkisi, açık alanlar/parklar, çevre düzeni, vb. Bu tanıklığa Kuzey’den (İsveç) başlamam bir “üst örnek”ti belki! Ama oradaki “sosyal devlet” kavramı Olof Palme’nin İsveçi’nde varlığını sürdürüyordu. Öldürülmesinin üzerinden birkaç yıl geçmiş de olsa, etkisini hissediyordunuz her yerde. İsveç de, bizim gibi, küreselleşmeye geç teslim oldu! Şu fark vardı ki, orada her yeSAYFA 10 ? 19 TEMMUZ S zarı artık bununla da yetinmeyip gitmeye/tanımayı/öğrenmeyi seçiyor. Hatta farklı yerlerde/mekânlarda yaşamayı. Kendi toplumunu tanıma derdi tarihle başladı. Oysa önceki kuşaklarda tarihin yanında toplumsal yaşam vardı. Çağının çağdaşı olma düşüncesiyle birlikte tanıklıktı esas olan. Bugün ise edebi yaratıcı önceleyerek bireyden topluma gitme düşüncesi daha yaygınlık kazandı. Yeni edebiyatın 1950’lerdeki kuruluş düşüncesi şimdi şimdi “meşru”luk kazandı. Şöyle de söyleyebilirim; Sait Faik’in Alemdağ’da Var Bir Yılan öyküler kitabında (ne) yaptığının farkına yeni varıldı. Bu da o sözünü ettiğinizi fark edenlerin çıtasını yükseltmek zorunda kaldı ister istemez. Diğerleri popüler kültürün ağında debelenerek gündelik okurun suyunda giden şeyler yazadurdular; ki, iyi edebiyatın ibresidir aslında onları var eden, besleyen. Her yazar kurup geliştirdiği dünya ile kendini var eder…Gene de ötede olup bitenin farkında olmak, hatta bilmek sizi başka mecralara taşımaya hazırlar. Bir yer için yazmazsınız, çok yere dönük olur bakışınız/kavrayışınız; insanlığın diliyle konuşursunuz. Bu da içinden çıktığınız dili çok da yabancılaştırmaz; duygunun/düşüncenin dili ortaktır çünkü. Aktarılabilmeyi/çevrilir olmaya bu anlamda engel olarak görmemek gerek. Çünkü ne söylediğiniz, bunu nasıl söylediğiniz önemli. Sanırım, bizim yazarımızın/düşünürümüz de bunu yeni yeni kavrar nitelikte… YENİ BİR AKIM YARATMAK Türkiye’deki toplumsal değişim/dönüşümler süresince veya sonrasında yeni bir akım yaratabilecek, eserler oluşturabilecek yazarlar var mı? Kimler? Bu kişiler hem ulusal hem de uluslararası alanda size göre başarılı olabilecekler mi? Bunu hemence evetleyebilmek çok zor. Yazdığı kitabı dış dünyaya taşıyanlarla Türkiye gerçekliğini taşıyanları ayırmak gerek kanımca. Demin sözünü ettim, “1950 Kuşağı” edebiyatımız için bir dönüm noktasıdır. Bugünün “yeni edebiyatı” onların açtıkları yolun izlerini taşıyor. Hatta var olmalarını onlara bağlıyorum. Yaşar Kemal’in de içinde olduğu bir kuşaktan söz ediyorum. Sait Faik, Sabahattin Ali bu kuşağın hazırlayıcı figürleridir. Bugün Nezihe Meriç, Bilge Karasu, Tahsin Yücel, Ferit Edgü, Leyla Erbil gibi yazarların dünya dillerindeki dolaşmalarının zamanı çoktan geldi demeliyim. Nobel Edebiyat Ödülü’nü farklı farklı yorumlasak da; bu Türk edebiyatının başarısıdır. Orhan Pamuk romancılığını var eden bir roman/öykü birikimimiz var unutmayalım. Sait Faik, Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay gibi yazarlardır onun yazınsal duyarlığının arka planını oluşturanlar… Hep söylenegelen çeviri engelinin dışındaki nedenleri görmezden gelemeyiz. Nedir bunlar derseniz, biraz önce imlediklerime şunu da ekleyebilirim: gidip görmek, gezmek, tanımak, hatta yaşamak…Bizim yazarımız bu anlamda gezgin değil. Hatta bu konuda biraz ürkek…Oysa ötele ? me zengin beklem rek ön zın old 200 mak’ y ğımızd rüyoru niz? T da on s nuz? ? re “Dünyayı tanımadan, izlemeden kendi olma yolculuğunuzu biçimlemek pek mümkün değil” diyor Feridun Andaç. rin/coğrafyanın insanı kendine soluk alabilecek bir yer edinebiliyordu. Ülkemizde ise bizim gibi düşünmeyene sürgün yolu gösteriliyordu. İsveç, Almanya, Fransa, hatta Hollanda’da karşıma çıkan ve benim gittiğim insanların çoğu bu sürgünden payını alanlardı. Bir de Türkiye’ye o açıdan/oradan bakmak düşüncesine kapılmıştım. Ki, dönüşte de sürgün/sürgünlük üzerine yazmış kitap yayımlamıştım. Sanırım, beni bu kavrama döndüren de o yolculuklarım olmuştu. İçeride yaşarken çoğu şeyi fark edemiyorsunuz. Kendinizi ne denli toplumsal hayatın içinde görseniz de, dışarıya çıkıp ülkenize oradan bakmak bambaşka bir seyir/bakış kazandırabiliyor size. Bir de şunu söyleyebilirim: kendi kapalılığımıza şaştım! Dünyayı tanımadan, izlemeden kendi olma yolculuğunuzu biçimlemek pek mümkün değil. Bu her alanda öyledir. Belki de Aydınlanma düşüncesini geç yakalamamız bundandır! DEĞİŞEN TÜRKİYE Değişen Türkiye’de Türk edebiyatının bundan nasıl etkilendiğini düşünüyorsunuz? Dışa açılmayı şu anlamda değerlendirmek gerektiği kanısındayım: yazarın algısının değişmesi, gidip görme/yaşama, etkileşimlere yönelme ol2012 duğunda farklılaşma da ister istemez yansıyor. Bunu taşıyan yazarlar kuşağının adım adım oluştuğunu söyleyebilirim. Şu var ki, edebiyatımız, 1980 sonrasının gerçeklerinden etkilendiği kadar hiçbir dönemde bu denli etkilenmemiştir. Çünkü sürgünlük/göçmenlik/siyasi mültecilik gibi kavramlar, ayrıca alıp başını gitmek başka ülkeleri tanımak gibi düşler/düşünceler en çok bu dönemde edebiyatımıza taşınmış, yeni bir renk bulmuştur. Hatta yeni yeni yazarlar kazandırmıştır bu yönelimler…Bunu da, 1980 sonrası Türkiyesi’nin salt “açık toplum” olma yönündeki macerasına bağlayamayız elbette. Teknolojinin geldiği/toplumları getirdiği yer başlı başına bir ivmedir. İnsanlara yeni yerleri görme duygusunu taşımadır. Bir yazarın kendi yerini konumlandırması yalnızca yaşadığı coğrafya üzerinden gerçekleşmez, insana ve dünyaya dair ne söylediğiyle de ilgilidir yapıtı. Oradan vararak konumlandırabilirsiniz kendinizi ancak. Yoksa çok yerel, hatta yöresel kalabilirsiniz. Yeni nesil Türk edebiyatçılarının nasıl bir geleceği, beklentileri, hedefleri var? Ya da hedefleri var mı? İyi edebiyat yapma kaygısı olanlar her zaman dış dünyada olup bitenlere uzanıyor; kim ne yazıyor diye bakıyor. Geçmiş dönemde burada başat olan çevirilerdi. Ki, bu alan bugün çok daha zenginleşmiştir. Ama günümüz ya MAC Yaz mektir bilir ki rafyada yolu yo ğildir T yacaktı Türkiy mayalım uygarlı diller/i algıya i şünces lıkların görmez dünya ye’ye d noktad arası al çekme len nok Dahası cedir b gösteri ğişecek Suriye elinde latılan tehlike öngörü mesi ge miz yo anlayış yaşadığ yir o at Türkiy nu olu Mo Türkiy lüman lektüel ve özel ğerlerin sınıf va tur’ de sında b bu alın ma şu yan vey Bun Bir top giderek kalkma modeli dine da önünd ta sanır rün ken den he yönetim lışan ül İnsan gulayam yapam beğind yeni bi din bu ya Düz CUMHURİYET KİTAP SAYI 1170 CUMH