Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K azından tiyatroya, sinemaya, resimden müziğe, yontuya sanatın her alanında hem niceliksel yayılım sergileyen hem de nitelik bağlamında yoğunluk gösteren, ötesinde bu doğrultuda ağırlık koyup bir biçimde ille kendini duyuran bir genç sanatçı birikimine sahibiz nicedir. Buna sevinmemek elde mi? Ancak bu olgu, ne denli sevindiriciyse, genç grupların içinden çıkan, bu kavrayışla örtüşür nitelikte, nicelikte yeterince eleştirmene rastlanmayışı ya da sanatsal yoğunluğa koşut bir eleştiri veriminin gözlenmeyişi de o denli üzücü. Çünkü gençlerin bugünkü sanatsal işlemelerinin, gelişip dönüşerek önümüzdeki yıllara akıp kendisine sağlıklı yataklar açabilmesinin ancak kendi aralarından yetişenlerin bu eleştiri sürecini besleyişiyle, üretecekleri erkeyle olasılık kazanacağı göz ardı edilebilir mi hiç? Bu çerçevede gençler, akranı genç yazarların verimleriyle ilgili internet üzerinden sanal boyutta sürdüregeldiği paylaşımı, basılı kâğıt/dergi gerçekliği düzlemine de taşıyıp bu yönde düzeyli bir verimleme erkesi gösterebilmeli. Kendi payıma gençlerin ilk kitapları üzerinde elimden geldiğince durmaya çabalıyorum, ne ki verimleyicisi, alımlayıcısıyla gençlerin, kendi aralarında bu temelde yüksek düzeyde bir alışveriş gerçekleştirmesi çok daha önemli görünüyor bana. İşte Doğu Yücel, ilk kitaplarından ilgilenmeye koyulduğum bir genç yazarımız. Onun ilk öykü kitabı Düşler, Kâbuslar ve Gelecek Masalları (Çitlembik, 2000) ile ilk romanı Hayalet Kitap’ı (Stüdyo İmge, 2002) “Kitaplar Adası”na konuk almış, bir biçimde bu kitaplar üzerinde durmuştum. İlk öykü kitabı üzerinden on iki, ilk romanı ardından on yıl sonra üçüncü kitabı olarak dört yüz sayfayı aşkın geniş oylumlu yeni bir romanla bir kez daha önümüze geldi Doğu Yücel: Varolmayanlar (Doğan, 2011). Ancak kitabın çok sayfalılığı okurun gözünü korkutmamalı. Bunca oylumuna karşın roman, çabucak okunurluğuyla dikkati çekiyor. Hani soluk soluğa okunan roman denir ya, bu da öyle işte… Bir çırpıda bitirilebiliyor. Ne var ki çabuk okunurluk, okuma eylemi sürecinde tuzağa düşürebilir insanı. Bu nedenle romanı okurken olayların peşine takılıp serüven duygusunun kışkırtısına kapılmamak, hız ideolojisine teslim olmamak gerekiyor. HIZ İDEOLOJİSİNİN ROMANA YAYILAN BOYUTU... Doğu Yücel, daha ilk romanında da bir hız tartımıyla, çeşitli olay örgüsüyle, peş peşe dizdiği serüvenlerle, bunlara özgü zengin açılımla sarmalamıştı okuru. Ancak bu kez yalnız roman estetiği, anlatı tekniği gibi nitelikçe romanı yükselten gelişmiş bir yapıtla Doğu Yücel itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Yaşamın gençleri, gençlerin romanı... geçişlerle yaşarken adeta dakikalarla ölçümlenen bir hız paylaşımıyla sürdürür bunları işadamı. “Yabani komşu” gibi algılansa da bu “aritmeti(k) devam” eder hep. (19) Bütün bunlar anlatıcının tamı tamına değilse de görece mekanik bir yaşam sürdüğünü göstermeye yetiyor. Bütün bu etkinliklerle, sanal âlemdeki farklı ilişkilenişler ister istemez dakikalarla ölçümlenecek, ötesinde başka şeyler düşünmekten alıkoyacaktır onu. Bu nedenle düşünmez, hayal kurmaz, kendisini bire bir kuşatan bir nesneler dünyasının sınırları içinde, bir hız döngüsünün çevrimine bağlı kalarak yaşar sürekli. Böylesi bir yaşam düzeyine ancak bu hıza ayak uydurularak ulaşılabilecektir. Sevişirken bile spora koşut “raunt”larla (54) dillendirmesi bunu anlatıcının, kurgulanmış bir yaşamı ele veriyor. KAVRAMSALLAŞTIRILMIŞ BİR BİLİMKURGU... Ne var ki bir gece gördüğü rüyayla, bunun yinelenişiyle anlatıcının özetlediğim yaşam biçimi sona erecektir. Okur, bu rüyalardan kalkarak anlatıcının ailesini de tanır yavaş yavaş. Anne babayla anlatıcı arasındaki dramatik oluntular açığa çıkmaya başlar sayfalar ilerledikçe. Rüyalardan kurtulmasının tek yolu ise onları yazmaktan geçecektir; “kâbusu yenme(sin)de onu kaleme alma(sın)ın büyük etkisi var(dır)” (33) çünkü. “Günlük yazmanın iyi geleceğini, baba(sı) ölmeden önce söylemişti(r). Baba(sın)dan miras kalan bir alışkanlıktı(r) bu.” (79). Ölmüş “[b]aba(sın)a “ait eşyaları yerleştirdiği(.) tahta sandık”taki (60) dolmakalemi de yazması için kışkırtır onu. “Günlük” böyle çıkar ortaya: “…[B]aşımdan geçenleri anlatmaya başladım.” (62) Sonuçta “düşünmeye, düşlemeye koyulur” (86) roman kişisi. Ancak anlatıcı, rüya sonrasında çocukluk anılarıyla karışık öyküler, iyiden iyiye bilimkurgular yazmaya koyulup bu yazdıklarının gerçekleştiğini görünce dehşet içinde düşünecektir: “Ben yazdığım için mi bunlar tam da yazdığım gibi gerçekleşiyordu, yoksa zaten gerçekleşen şeyleri bir kâhin gibi hissederek ben mi yazıyordum? Olanlar mı yazıyı, yoksa yazılanlar mı olanları etkiliyordu? (…)/ Peki yazdıklarım neden şimdi gerçekleşiyordu?” (115) O zaman anlatıcı, babasının sandığından çıkardığı dolmakaleme dönecek, büyüyü kaleme yükleyecektir: “Fark buydu; babamın kaleminde bir şey vardı. Bir gizem, bir sihir, bir efsun… Onunla yazdıklarım gerçeklik kazanıyordu.” (116) Ancak dolmakalem takıntısı sonuç vermeyecek, bu arada çocukluğuyla ergenliğine dek inen vurukların da etkisiyle anlatıcı enikonu bir kişilik yarılmasına uğrayıp farklı düzlemlerde yaşar hale gelecektir. Bu doğrultuda babasının kalemi peşine düşüldüğü kuşkusuyla “Sefaköy Araba Mezarlığı’n(da)” (141, 151) alır soluğu. Farklı bir evrenden içeri adım atarken ilkin bir “kalem müzesi”e uğrar, derken “kendi(sin)i bir açık 31 Y hava sinemasında bul(ur)” (178) bu evrende genç işadamı. Sinemada tekmili birden gösterilen bir uygarlık filmi izlemeye koyulur adeta. Konu düş gücüdür. “Bir insan ile bir hayvanı ayıran şey de bu(dur): Hayalgücü.” (186) OLGUSAL YAŞAMLA ROMANDAKİ GENÇLİK GERÇEĞİ... Oysa “Tanrılar hayalcilerle gerçekçileri ayırmıyordu(r).” Bu nedenle “gerçekçi” olanlar, “tanrıları tek bir tanrıya indirge(yip)” bir yandan “varoluşun sınırlarını çizerken, hayalciler tek tanrının köleleri ol(ur).” “Dinler yaygınlaştıkça hayalciler azal(ır).” Sonra “Lidyalı gerçekçiler o şeyi bul(ur): Para!” “Önce din, sonra para, son olarak da korkuyla hayalcileri bastır(ırlar).” “Böylece hayalcilerin karanlık çağı başla(r).” Ancak “[h]ayalciler sefalet içinde yaşamalarına rağmen hayal kurmaktan vazgeçme(zler).” (206 vd.) Görüldüğü gibi Doğu Yücel, yapıtını “bilimkurgunun bilimkurgusu”na dönüştürmekle kalmıyor, aynı zamanda adındaki “var olmayanlar” çerçevesinde bir kavramsallaştırmaya da kapı açarak insanoğlunun düşlere duyduğu gereksinimi, özlemi ortaya koyuyor. Denebilir ki Doğu Yücel, Varolmayanlar’da bir açıdan Tahsin Yücel’in hem Yalan’da (2002) hem Sonuncu’da (2010) ortaya koyduğu kavramsallığın benzerini yakalayıp başarılı bir yazınsallık örneği sergiliyor. Görüngüler âlemini kaplayan, Doğu’nun ”gerçekçiler” adını verdiği geniş kitleler, canavar benzeri yaratıklar halinde bozucu, çözücü etkiyle ortalığı kasıp kavururken kendilerine “var olmayan” denilse de var olanların “hayalci” dediği dar bir kesim ise öteki canlılardan ayrılarak insan oluşun gereğini yerine getirip “hayalci”liği sürdürüyor. Bu açıdan gerek yaklaşımından ötürü Doğu Yücel’in, gerekse enikonu kavramsallaştırmayı başardığı son romanı Varolmayanlar’ın üzerinde önemle durulması gerekiyor kanımca. Bu yüzden yapıtı her yaştan okura, yazara önermek gereği duyuyorum. Soyutlayım, dönüştürüm çerçevesinde Doğu Yücel’in yazınsal açıdan dikkat etmesi gereken iki nokta var bana göre… 1. Hız, sonuçta yazarın kendisine de tuzaklar kurabilir. Dikkati hıza yöneldiğinde bununla ters açı oluşturan yazınsal değer bağlamında pek çok noktayı, ipucunu, veriyi, durumu vb. gözden kaçırabilir; 2. Romanlar, öyküye oranla dilsel özenin bir ölçüde kulak arkası edildiği yazınsal tür biçimindeymiş gibi algı yanılgısı yaratabiliyor. Hele bu ölçüde geniş oylumlu romanlar her zaman zaafa göz kırpabiliyor yapısı gereği. Nitekim bu iki zayıflık, Doğu Yücel’in başarılı yapıtının en önemli eksiği olarak kendini gösteriyor. Yine de eksikliklerine karşın, yazınımızda önemli bir konum sergiliyor roman. Özellikle yapıtın genç bir yazar tarafından verimlenmiş olması, konuyu çok daha can alıcı hale getiriyor. Erişkinler bir yakada dursun, doğrudan genç okura sesleneyim; Doğu Yücel’in Varolmayanlar adlı romanından haberiniz var mı sizin? ? MAYIS 2012 ? SAYFA 19 çıkmıyor karşımıza, enikonu kavramsallaştırmanın başarıldığı bir yapıt olarak da okunuyor Varolmayanlar. Bunun için gelin önce kitaptan bir iki adım atalım, roman evrenini tanıyıp, kişileri bu evrene yerleştirelim, ardı sıra yazarın verimlediği roman aracılığıyla getirmek istedikleri üzerine düşünce gevişlerine yönelelim… Yapıt, “[b]ir çöp kutusunda ele geçirilen”, 2009’un 17 Mart’ıyla 29 Temmuz’u arasında tutulmuş, basın tarafından “Kıyamet Günlükleri” biçiminde anılan bir defterden oluşuyor. Söz konusu günlük, finans alanında hizmet gören bir büyük şirketin kurmaylarından biri gibi alınabilecek genç işadamına aittir. Sonuçta romanı biz, bu adamın ağzından özöyküsel anlatı halinde alımlarız. Buna göre romanın anlatıcısıdır genç adam. O halde anlatıcıdır da. Kendisini işine, işteki başarısına, yaşamındaki olanakların çokluğuyla gelişmişliğine odaklamış bir gençtir. Çevresindekilerin idolleştirebileceği bir karakter olarak da alınabilir aynı zamanda anlatıcı. Çünkü “aldığı(.) bazı kararlar, temsilcisi olduğu(.) üyelere ve şirketlere güzel paralar kazandır(an)” (40) başarılı biridir, “[y]anından geçen kadın olsun, erkek olsun herkesin baktığı, birkaç saniyeliğine de olsa onları çeşitli fantezilere sürükleyen (.) cazibe(siyle)” (41) bir sevgilisi de vardır ayrıca genç adamın. “[F]iziksel olarak (.) porno yıldızlarından hiçbir farkı yoktu(r)” (112) çünkü kızın. Bu nedenle, “kıskançlıkla karışık bir hayranlık duyu(lu)yor” (47) olmalıdır kendisine… O halde “karizmatik, güzel kız arkadaşlı, başarılı işadamı” (95) olarak görüldüğü kesindir. Günümüz diliyle “metroseksüel” biri olduğu açık anlatıcının. Bütün zamanını, gurmelikten yemeklere, boş zamandan aşka, cinselliğe, ev yaşamından dış yaşama, iş ya da eğlence yaşamına, spor salonlarına uzanan CUMHURİYET KİTAP SAYI 1163