Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y eçen yazımda, 19. yüzyıl Rus edebiyatının bir klasiğine, Gonçarov’un Oblomov adlı romanına değinmiştim. Bu sefer de bir Doğu klasiğinden, Ömer Hayyam’ın Rubailer’inden, Dörtlükler’inden söz açayım dedim. Daha bu ilk tümcemden bir DoğuBatı ayırımı çıkarsaması yapılabileceğinin ayırdındayım. O yüzden, bir edebiyat yapıtının klasik sayılabilmesi için, kalıcı ve başyapıt olma özellikleriyle birlikte evrensellik özelliği de taşıması gerektiğini düşünenlerden olduğumu hemen belirtmeliyim. Kaldı ki, 11. ve 12. yüzyıllarda İran’da yaşamış olan Hayyam’ın şiirlerinin, 19. yüzyılda İngiliz yazar Edward FitzGerald tarafından derlenmiş alabildiğine serbest uyarlaması Rubáiyát of Omar Khayyam’ın (Ömer Hayyam’ın Rubaileri) İngiliz edebiyatının klasiklerinden sayılması, başka bir deyişle bir “Doğu” klasiğinin bir “Batı” klasiğine dönüşebilmiş olması da, “evrensellik” kavramına daha bir açıklık kazandırmaktadır sanırım. YAŞAM VE ÖLÜMÜN GİZEMLERİ Peki, nedir Hayyam’ı ve rubailerini evrensel kılan? Kanımca, Farsçanın güzelliklerine güzellikler, İran şiirinin özgünlüğüne özgünlük katmasının ötesinde, yaşamın ve ölümün gizemleri karşısındaki tedirginliğini, erinçsizliğini başkaldırıya varan tepkiyle dile getirmesi. Bir başka deyişle, gerçekliğin ve sonrasızlığın niteliğini, yaşamın süreksizliği ve belirsizliğini, insanın Tanrı’yla ilişkisini gözüpek bir yaklaşımla sorgulama yürekliliğini göstermesi. Bizim daha çok rubaileriyle tanıdığımız Hayyam, döneminin çok yönlü aydınlarından biridir. Yaşadığı çağda ve ülkesinde bilimsel çalışmalarıyla ünlenmiş bir matematikçi ve astronomdur. Semerkand’da cebir üstüne kaleme aldığı risaleyle büyük ün kazanır; Büyük Selçuklu sultanı Melikşah, onu, takvim sistemini yeniden düzenlemek amacıyla gerekli düzenlemeleri yapmaya çağırır. Eski İran takviminden yararlanarak Melikşah adına “Celali takvimi”ni düzenleyen Hayyam, Zici Melikşahi adlı bir de risale yazar. Öteki bilginlerle birlikte Isfahan’da bir gözlemevi kurmakla görevlendirilir. 11. yüzyıl sonları ile 12. yüzyıl başlarında İslam dünyasında matematiğin en büyük temsilcisi sayılan Hayyam, özellikle sayılar kuramı ve cebir dallarında önemli çalışmalar gerçekleştirir. Eukleides’in yapıtı üstüne yorumlarında, irrasyonel sayıların da tıpkı rasyonel sayılar gibi kullanılabileceğini kanıtlaması, matematik tarihinde bir dönüm noktası oluşturur. En önemli cebir yapıtı olan Risale fi’lBarahin alâ Mesailü’lCebr ve’lMukabele’de, birden çok kök olabileceğini ilk kez açıklar, iki köklü bazı denklemlere yer verir, denklemleri kök sayısına göre sınıflandırır. SAYFA eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr MÜREKKEBİ KURUMADAN Ömer Hayyam’ın dörtlükleri bağnazlıkların ötesinde, yaşam felsefesinin ışığında okunmalı ‘Ben düşündükçe var dünya...’ G FitzGerald’ın ‘Rubáiyát’ ından iki sayfa... Felsefe, matematik ve bilgelik sorunlarını işleyen yapıtları arasında Risale fi’lVücud, Şerhü ma Askala min Musadaratı Kitabü Uklidis ve Kitabü Mizani’lHikme sayılabilir. Diyeceğim, Hayyam’ın rubailerinde, şeriata ve öbür dünyanın varlığına kuşkuyla bakmasında, dinlerin getirdiği kesinlikleri ciddiye almamasında, insanın güçsüzlüğü ve cehaleti karşısında kaygı duymasında, temel metafizik sorunları açıksözlülükle ve çekinmeden sorgulamasında belli ki döneminin önde gelen bilim insanlarından biri olmasının da payı vardır. O yüzden, Hayyam’ı ve rubailerinde söylediklerini, verimsiz bir din ve inanç ya da tanrıtanımazlık ve inançsızlık kısırdöngüsüne boğmaktansa, yaşamı ve varoluşu, ölümü ve ölümsüzlüğü sorgulayan, maddi dünyanın geçici ve tensel güzelliklerinin keyfini çıkarmayı öneren bir hazcının düşünceleri olarak almak daha yerinde olacaktır. ‘BÜYÜKSE DE İSYANIM’ Felsefe, fıkıh, tarih ve tıp gibi konulardaki düzyazı yapıtlarının çoğu ne yazık ki günümüze ulaşmamış olan Hayyam’ın, Melikşah’ın ölmesinden sonra hacca gittiğini unutmamak gerekir. Sabahattin Eyüboğlu’nun Türkçesiyle aktarırsak: “Büyükse de isyanım, kötülüklerim, / Yüce Tanrı’dan umut kesmiş değilim; / Bugün sarhoş ve harap ölsem de yarın / Rahmete kavuşur elbet kemiklerim” demekle birlikte; “Rahmetin var, günah işlemekten korkmam; / Azığım senden, yolda çaresiz kalmam; / Mahşerde lütfunla ak pak olursa yüzüm / Defterim kara yazılmış olsun, aldırmam” demeden de edemez Hayyam. Bugün İran’ın yönetimini ellerinde tutanlar, “Yaşamanın sırlarını bileydin / Ölümün sırlarını da çözerdin; / Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok: / Yarın, akılsız, neyi bileceksin?” demekten çekinmeyen Nişaburlu Ömer Hayyam’ın şiirine nasıl bakıyorlar, bilmiyorum. Ama çağımızdan bakıldığında, Hayyam’ın rubailerinin, nitelikli ve sahici sanat ve edebiyatın hiçbir çağda muhafazakâr, tutucu bir yaklaşımla gerçekleştirilemeyeceğini; yüzyıllara dayanıklı, bizi yüreğimizden sarsan sanat ve edebiyatın, dar siyasal ve ideolojik anlamda değil, ama en geniş anlamda muhalif, sorgulayan ve başkaldıran sanat ve edebiyat olduğunu bir kez daha kanıtladığı kanısındayım. “Akıl bu kadehi övdükçe över; / Alnından sevgiyle öptükçe öper; / Zaman ustaysa bu canım nesneyi / Hem yapar hem kırıp bin parça eder”; “Her sabah yeni bir gün doğarken, / Bir gün de eksilir ömürden; / Her şafak bir hırsız gibidir / Elinde bir fenerle gelen” derken “zaman”ı sorgulayan Hayyam, “İçin temiz olmadıktan sonra / Hacı hoca olmuşsun, kaç para! / Hırka, tesbih, post, seccade güzel: / Ama Tanrı kanar mı bunlara?” diyerek din cambazlarını Tanrı’ya havale etmekle yetinmez; “Var mı dünyada günah işlemeyen, söyle; / Yaşanır mı hiç günah işlemeden, söyle; / Bana kötü deyip kötülük edeceksen, / Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle” diyerek kafa tutmaktan da çekinmez. Ömer Hayyam’ın belli başlı bütün dünya dillerine çevrilen Rubaiyat’ı, bildiğim kadarıyla, Türkçede ilki 1914’te olmak üzere değişik adlar altında pek çok kez yayımlandı. Rıza Tevfik’ten Abdullah Cevdet’e, Hüseyin Rifat’a, birçokları Hayyam üstüne yazdılar. Yahya Kemal, çok sevdiği dörtlükleri dilimize de çevirdi. Hayyam üstüne ayrıntılı bir araştırma yapan Abdülbaki Gölpınarlı’nın yayımladığı rubailer ise en eski ve en inanılır kaynaklardan alınma (Hayyam ve Rubaileri, İnkılâp Kitabevi). Buradaki dörtlükleri, Gölpınarlı’nın Hayyam konusundaki uzmanlığını kabel eden Eyüboğlu’nun, kendine özgü serbestliğiyle yapmış olduğu çevirilerden aktardım. Gerçekten de pek çok çevirisi bulunan Rubaiyat’ı özellikle Gölpınarlı’nın hazırladığı kitaptan da okumakta yarar var. Güncelliklerin ve bağnazlıkların ötesinde, yaşam felsefesinin ışığında, kuşkusuz… “Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok. / Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok. / Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok. / Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok…” ? Ömer Hayyam heykeli... Evrensel nitelikler abahattin Eyüboğlu, son olarak Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi’nden çıkan DörtlüklerRubailer çevirisinin önsözünde, DoğuBatı ayırımının sanatçılar arasında değil, toplum düzenleri, devlet biçimleri, din ve ahlak anlayışları arasında olduğunu vurgulamıştı: “… Bir öğretmen arkadaşım Tercüme Dergisi’nde çıkan Hayyam çevirilerim dolayısıyla bana çatmış ve aşağı yukarı şunları söylemişti: Batılı bir edebiyat anlayışına yöneldiğimiz ve sizin de yazılarınız ve çevirilerinizle bu anlayışı desteklediğiniz bu yıllarda Ömer Hayyam gibi özü ve biçimiyle Doğulu insan ve dünya gerçeklerinden çok şaraba ve sevgiliye çevrik bir şairi öne sürmeniz, sevdirmeye çalışmanız yersiz değil mi? Mevlâna, Sâdi, Yunus, Hacı Bektaş, Pir Sultan gibi Doğulu şairlere olan sevgim dolayısıyla da buna benzer azarlar işitmişimdir. Hayyam’ı, dolayısıyla kendimi şöyle savunmuştum kısaca. Doğu ve Batı ayrılığı sanatçılar arasında değil toplum düzenleri, devlet biçimleri, din ve ahlâk anlayışları arasında olmuştur. Kültür için DoğuBatı diye ayrı ülkeler yok, yayılma, gelişme imkânlarının azalıp çoğaldığı yerler ve zamanlar vardır…” Eyüboğlu’nun bu yaklaşımı, kuşkusuz, pek çok açıdan tartışılabilir. Jorge Luis Borges’in öne sürdüğü gibi, Doğu ve Batı kavramlarının coğrafi ölçütlerin çok ötesinde anlamlar taşıdığı da söylenebilir. Belki yalnızca Batı ve Doğu diye bakmak da yetersiz kalabilir. Sözgelimi, pek çoklarınca Doğu kavramı içinde düşünülen Arap, Hind, Çin ve Japon kültürleri arasında da derin ayrılıklar olduğu ileri sürülebilir. Ama ben, Eyüboğlu’nun buraya aldığım sözlerinden, evrensel nitelikler içeren, insanlığın hangi coğrafya ve kültürde olursa olsun değişmeyen sorunlarını işleyen, sorgulayan sanatçıları ortaklaşa kucaklayan bir tutum önerdiğini anlamak istiyorum. ? S 6 ? 17 MAYIS 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1161