19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Murat Gülsoy’la ‘Baba, Oğul ve Kutsal Roman’ üzerine ‘Deneysel edebiyat insanı tekrara düşmekten korur’ Murat Gülsoy, yeni romanı Baba, Oğul ve Kutsal Roman’la okurlarının karşısına çıktı. Çağdaş Türk edebiyatının önemli temsilcilerinden Gülsoy romanında, orta yaşını geçmiş, orta halli bir yazarı başkahraman ve anlatıcı yapıyor. Başkahramanımızın etrafınıysa kendinden oldukça genç bir kız ve eski sevgili çevreliyor. Geçmişle günümüz arasındaki gelgitler, erkek olma halleri, kadınlar üzerinde kurulması muhtemel iktidar kavramı, ilişkiler… Yeni romanında bu temalar üzerine eğilen ve oldukça sağlam bir kurgu oluşturan Gülsoy’la yeni romanını konuştuk. ? Erdem ÖZTOP ık kitap yazıp okurla buluşturuyorsunuz. Ama hiçbirinde tekrara düşmüyorsunuz! Çok bıçak sırtı olan bu durumun üstesinden nasıl geliyorsunuz? Farklı anlatım ve kurgulama biçimlerini araştırıyorum. Realist hikâye anlatmanın konforunu sorgulamak Modernistlerin yüzyıl önce başlattığı bir yaklaşımdı. Dünyanın anlaşılabilir ve düzenli bir yer olduğu hissini veren realist hikâye kaotik gerçeklik karşısında dehşete düşmemizi engeller, bizi rahatlatır, düzen fikrine iman etmemizi sağlar. Bu durumu deşifre eden Modernist edebiyat bence son derece devrimcidir. Hem düzen fikrini sorgulatır yani tüm ideolojilerin ve inanç sistemlerinin kullandığı anlatıların maskesini daha kolay düşürmemize olanak sağlayacak düşünsel alışkanlığı kazandırır hem de insan düşüncesinin sınırlarını genişletir. Bu yüzden farklı konulardan çok farklı yapıları, kurguları, anlatma biçimlerini arıyorum. Belki de sorunuzun cevabı bu arayışta gizlidir. zarlık Atölyesi kurmamın arkasındaki asıl neden doksanlı yıllar boyunca yaptığım kuramsal okumalar vardı. Ama bu kolektif çalışma ve üniversitede hocalık deneyimi ile birleşince çok verimli bir yaratıcı yazarlık atölyesi ortaya çıktı. Sürekli olarak edebiyat meselelerini her kesimden katılımcının yazdıkları üzerinden tartışmak beni son derece besliyor. Hem kurmaca problemleri üzerine sürekli çalışmış oluyorum hem de çok sayıda farklı insanın dünyasını tanıyorum. Bunun çok değerli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca birçok yazarın doğumuna da tanıklık etmek çok farklı bir duygu. Peki, Baba, Oğul ve Kutsal Roman nasıl ortaya çıktı? Romanın tam olarak ne zaman ve nasıl doğduğunu söylemem zor. Ama galiba bir görüntü vardı başlangıçta. Aşiyan’da bir banka oturmuş, geçen gemileri izleyen sakallı bir adam ve köpeği. Köpek de sakallı bir cins. Rüzgarda ikisinin de sakalları uçuşuyor. Adam benden epeyce yaşlı. Aslında kendi yaşlılığım kadar da yakın hissettiğim biri. Sanırım bu görüntünün aklıma düşmesi bundan beş altı yıl öncesini buluyor. Sonra bu görüntü üzerinde çalıştım; sorular sordum: Neden Aşiyan? Neden köpek? Neden yaşlı?... Bu sorular beni okuduğunuz romana götürdü. okuduklarımızı bir yaşama deneyimi olarak sayarsanız sorunuza evet derim. Bu arada melezliğe de değinir misiniz? Saflık bana göre bir hülya. Bir ideal. Kimi zaman da bir ideolojik araç. Melezlik ise gerçek olan. Her alanda da bu böyle. Melezlik dinamizm. Sürekli devinim ve hareket demektir. Ben yazıda, edebiyatta deneyciliğin önemine inanıyorum. Sanat yeniyi aramaktır çünkü. Geleneğin en iyisini yapmak ise zanaat. Bunu da bilmek gerekli tabii, ama yeniyi araştırırken yolumuz melezden geçer. Bu roman da bittikten sonra yine böyle bir söyleşi sırasında fark ettim; melezlik bu romanı okurken başvurulabilecek bir kavram. Romanın içinde farklı türde metinler var örneğin, çok kısa öykü, öykü, roman, mektup gibi türler; polisiye ve fantastik gibi janrlar bir nevi melez anlatı oluşturuyor. Ayrıca tüm unsurlar birbiriyle karışıp melezleşiyor: Tanpınar Escher ile karışıyor, Gollum Olric’le; geçmişteki kadın Asena gelecekteki Merve’yle bir simya laboratuvarında aynı potada eriyor... Tabii yazarken planlanan bir şey değildi bu; bittikten sonra farkına vardığım bir özellik. Aslında deneysel edebiyatın ruhuna son derece uygun bir kavrammış melez. Bu kez erkeklik ve cinsellik meselelerine, erkeğin kadın üzerindeki iktidarına S Evet, deneysel edebiyat insanı tekrara düşmekten korur. Ama şöyle bir şey söylemek isterim: Ben tekrara düşmekten de korkmuyorum aslında. Tekrar eden imgelerin, rüyaların, düşüncelerin yani takıntıların önemine inanırım. Bunlar mutlaka insana dair önemli bir bilgi içeriyor olmalı diye düşünürüm. Dolayısıyla tekrardan kaçmıyorum. Örneğin rüya izleği, roman içinde roman yapısı, Tanpınar ve Atay gibi yazarların nefesi daha önce de vardı, bu romanımda da var. Verdiğiniz yaratıcı yazarlık kurslarının etkisi büyüktür… Sizi besliyordur... Çok önemli bir pratik benim için. Benim yazmaya başlamam bireysel oldu ama gelişim sürecim kolektif bir ortamda gerçekleşti. Hayalet Gemi’yi çıkarırken farklı bakış açılarından olaylara bakmayı arkadaşlarımla çalışırken öğrendim. Bu gerçekten önemli bir deneyimdi benim için. Yazarlık bir sanat tabii ve tüm sanatlarda olduğu gibi kişinin arzularıyla, kendini gerçekleştirme ve ortaya koyma güdüleriyle çok yakından ilgili. Bunu kolektif akılla dengelemeyi ben on yıllık dergicilik macerasında öğrendim. Tabii Yaratıcı YaMAYIS “YAZARLIK BİR SANAT” Tekrara düşmemenin yanında her eserde deneysel bir çalışmaya gidiyorsunuz… “EN BÜYÜK ORTAKLIĞIMIZ EDEBİYATA OLAN YAKLAŞIMIMIZ” Bu yeni romana dair verdiğiniz röportajda paralel evrendeki halinizi yazdığınızı söylemişsiniz. Kahramanınız sizden rol çalmayı nasıl başardı ya da siz ona bu izni nasıl verdiniz? Evet, kendime çok yakın bir karakter yaratmaya çalıştım. Ama başından geçen olaylar açısından değil benzerlik aynı dönemde, benzer mekanlarda yaşamış, sevdiğim yazarların bir kısmını seven, bildiklerimin bir kısmını bilen, yaşadığım deneyimlerin bir kısmını yaşamış biri. Sonuç olarak benim için de olası bir evren. Asıl önemlisi, kendine Aşiyan’ı “axis mundi”, yani evrenin temel direği olarak seçmiş olması. En büyük ortaklığımız galiba edebiyata olan yaklaşımımız. Yoksa kişisel hayatlarımızın en ufak bir benzerliği yok. Yaşananların romana, romanın da yaşananlara büyük etkisi olan bir kitap var bu kez karşımızda, ne dersiniz? Yaşananlar diyemem aslında. Romanımın adsız karakteriyle sadece aynı tarihsel dönemi ve mekânı paylaşıyorum. Edebiyat anlayışımız uyumlu ama yaşadıklarımız arasında bir benzerlik yok. Ancak varan geniş yelpazesi var kitabın. Bu türden kitapları genelde orta yaşı aşan yazarlardan okuduk! Paul Auster’ı eleştirdik Görünmeyen’de; Marquez’e şaştık kaldık, kendinden yaşça küçük bir kızla birlikte olan kahraman yarattı diye Benim Hüzünlü Orospularım’da ve handiyse kendilerini anlattıklarını sandık. Neyse, toparlarsam… Sizin daha epey bir vaktiniz var böyle romanlar yazmaya! (Yanlış anlaşılmak istemem, biraz mübalğayla karışık olabilecek/ olan beki de eleştirileri göz önünde tutarak ve elbette diğer yazarlara getirilen eleştirilere katılmayarak soruyorum…) Cinsiyet ve iktidar meseleleri başlangıçtan beri, ilk yazmaya başladığım günden beri ilgi alanımda. Çok da önemli olduğunu düşünüyorum. Aslında tüm romanlarımda bu izlek var. Şimdi düşünüyorum da Bu Filmin Kötü Adamı Benim’de de karısına tecavüz eden bir karakter vardı; Sevgilinin Geciken Ölümü’nde komadaki karısına hayatını adayan ve o yüzden de gelecekteki olası aşkı reddeden bir erkek vardı; Karanlığın Aynası’nda birbirinde eriyen, dönüşen erkek ve kadın vardı. Aslında bu çok da doğal. Cinsellik, cinsiyet, cinsler arası ilişkiler çok sıcak konular. Çevremizi saran havada var adeta. Son yüz yılımızı erkeklerin kadınlar üzerinde ne kadar iktidar sahibi olabileceklerinin kavgasıyla geçtiğini söyleyebiliriz. Tüm siyasal, dini ve “felsefi” tartışmaların sonunda cinselliğe bağlanması bunun en büyük göstergesi kanımca. Kendini anlatmak meselesine gelince; insan sadece kendini anlatır, ama anlattıkça kendinde başkalarını bulur... O yüzden bin yıl önce yaşamış bir tarihi kişiliği anlatma iddiasındaki yazar da kendini anlatmaktadır bilerek ya da bilmeyerek. Göndermesi bol bir roman yazmışsınız bu kez. Oğuz Atay’ın Olric’ine, Tanpınar’a, Kafka’ya, Nabokov’a ve tutkunu olduğunuz sinemaya da Yüzüklerin Efendisi’nden Gollum’la gönderim gerçekleşiyor… Tüm bu yazarlar, kahramanlar, Baba, Oğul ve Kutsal Roman kitabında bir araya geliyorlar… Sadece bu romanda değil, siz genelde göndermeler yaparsınız kitaplarınızda? Etkisi, faydası, sebebi nedir? Yazara yazma ediminde eğlenceli geliyor gibime geliyor… Tabii, okurlaraysa müthiş bir besin kaynağı hediye ediyorsunuz… Benim için bu yazarlar ve yazdıkları gerçek hayatta yaşadığım olaylar kadar etkilidir. Hatta yaşadığım bir sürü sıradan olaydan daha büyük izler bırakmıştır edebi kişilikler, hikâyeler ve hatta hayali mekânlar. Bunları ben gönderme olsun diye koymuyorum romanıma. Gerçek dünyadaki nesneler kadar önemli ve açıklayıcı olduklarını hissediyorum. “Dolunayda parıldayan Bebek Koyu” imgesi gerçek dünyadan üzerimde iz bırakmış bir deneyimin ürünüdür ve Nabokov’un Karanlıkta Kahkaha atan adamını okuduğumda zihnimde yaşadığı deneyim de en az onun kadar etkilidir kişisel tarihimde. Dolayısıyla bunları dünyayı oluşturan “şeyler” olarak algılıyorum ve yazdıklarımda kullanıyorum. Yoksa edebi gönderme olmasının tek başına hiçbir önemi yok. Başkahramanımızın köpeği Kıtmir’in rüyalarına tanık olurken de biz, Murat Gülsoy’un gerçeküstücü yanına bir kez daha tanık oluyoruz. Yanlış hatırlamıyorsam, İstanbul’da Bir Merhamet Haftası’nda tanık olmuştuk… Max Ernst’ün resimleri eşliğinde… Gerçeküstü ve fantastik unsurların yazdıklarıma daha da fazla girmesini istiyorum. Hep de istedim. Ama gerçekçi ve akılcı yanım bunlara hep direndiler. Belki de benim yazdıklarım böyle bir gerilimden besleniyor, bunu da düşüneceğim. ? ? Murat Gülsoy bu kez göndermesi bol bir roman yazmış... Baba, Oğul ve Kutsal Roman/ Murat Gülsoy/ Can Yayınları/ 256 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1161 SAYFA 4 ? 17 2012 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle