19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

r’ında, e yok, endirir” diavaş anlarla üslüak ve umutbağlaHarr. iye’nin eğil, yılmak plansöyle ? toprak bütünlüğümüzü ve bağımsızlığımızı sağlamak mümkün olacaktı.” Üstelik Milli Mücadelenin yıkım sonrasında başarıldığı da anımsanacak olursa, diri, yaralarını sarmış bir Osmanlı’nın kendini savunmasının çok daha mümkün olacağı açıktı. Ne ki Enver, mazlum milletlerin “gelecekleri varsa görecekleri de var!” diyen meşru mücadele çizgisini değil, Yahya Kemal’in de işaret ettiği gibi “Mısır’ın, Kafkas’ın, daha bilmem nerelerin fethi” gibi emperyalist bir maceracılığı temsil ediyordu. Birkaç Söz... Server Tanilli, Erdoğan Aydın’ın Osmanlı’nın Son Savaşı adlı kitabına yazdığı önsöz niteliğindeki metniyle çalışmanın çerçevesini çiziyor. ? Server TANİLLİ irinci Dünya Savaşı (19141918), Avrupa emperyalist devletleri arasında oldu. Dünyanın paylaşılması amacıyla ortaya çıkan bu kirli ve kanlı savaşta, halkların hiçbir çıkarı yoktu; emperyalist sistem, ölüme sürecekleri halkları kandırmaya yönelik bahaneler icat etti. O bahanelerin bilançosu da 39 milyon ölüdür. Bu yıkımdan en büyük payı alanlardan Osmanlı Devleti’nin cephelerde 500 bin dolayında asker kaybı yetmez; topraklarını emperyalistler arasında bölüşürler. Nasıl olur bu trajedi? Tanınmış tarihçilerimizden Erdoğan Aydın, Neydi bu işin aslı? Hayalden Sevr’e Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti adlı yeni kitabında bu soruya yanıt veriyor. Canlı kalemiyle, yaratıcı diyalektik yöntemiyle... Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na, Almanların yanında, ama bir anlaşma da olmadan, üstelik savaş ilân etmeden ve saldırgan olarak girdi. Milyonları ölüme ve imparatorluğu yıkıma götürecek savaş bir “oldu bitti” olarak başladı.Bir yanlışlıklar komedyası da oldu bu savaş bizler için. Sözü geçen savaşa girmemiz zorunlu muydu? Hiçbir çıkarımız açısından değil: Osmanlı İmparatorluğu bir “geri kalmış” idi, çağını yakalamak için, başta iktisadi ve sosyal reformları bekliyordu. Üstelik, birkaç yıl önce Balkan Savaşı’ndan çıkmıştık; yaralarımızı sarıp sarmamız için de bir zaman ihtiyacındaydık. Olsa olsa Almanların bu savaştan bir beklentisi vardı; düşündüğü de, cephelerde silah arkadaşlığı değil, Osmanlı toprakları üzerinde bir egemenlik kurmak, onları sömürgeleştirmek istiyordu. Girdiğimiz, giderek derinleşecek böyle bir bataklıktı. Böylece, yapılması gereken, “itler dalaşı dışında” kalmaktı. Nitekim, daha o sıralarda, Mustafa Kemal, “Bu savaş, bizim savaşımız değil” demişti. Ne var ki, şanssızlığımız, iktidarda olan “İttihat Triumvira” başta Enver Paşa yurtsever değildi: Orduyu bütünüyle Alman generallerin denetimine bırakmışlardı; beyinleri de, Osmanlıyı genişleterek diriltme arzularıyla, Panturanizm ve Panislamizm düşleriyle yıkanmıştı. “Büyük Türkiye yaratma hülyası” içindeydiler. Kendi topraklarında çağdaş bir düzen kurmak yerine, militarist ve şoven yönelişlerle, Osmanlı, “kendi kuyusunu kazıyor, kendi geleneğine ateş ediyordu”. Savaşa girmememiz mümkündü, körleşip girdik. Cepheden cepheye koştuk, kırıldık, döküldük; kimi zaman “tek kurşun sıkmadan öldüler”… emiyor a istekarkın ordu. anlı ile r olmaon Sanumdaması run da esiyle m gibi, Livaahatlaı Alkmetevcut dı. ndisine aşlaarafsıze güOsnların nusunum sanden ası debiliyo vaşı ar’ı lasılık eşru arak a saldıyıpanlı saktı. NiSavalirse şmüş rdu ? e “BÜYÜK BİR İMPARATORLUK KURMA HAYALİ, OSMANLI’NIN SAVAŞA SÜRÜKLENMESİNİN ASLİ NEDENİ” Gerçi kitapta gayet net ama savaşa girmekteki kararlılığın asıl nedenini vurgulayacaksak kısaca ne diyebiliriz? Pek çok referansla gösterdiğim gibi Balkanlar’dan Çin Seddi’ne uzanan büyük bir imparatorluk kurma hayali, Osmanlı’nın savaşa sürüklenmesinin asli nedenidir. 1911’den sonra önce İttihat Terakki’ye sonra da bütün Osmanlı’ya hâkim kılınan Turancılık, Osmanlı’nın felaketi olacaktı. “Kafkas dağlarında onbinlerce vatan evladı dondu. Irak’ta on kat daha üstün İngiliz kuvvetleri karşısında İran’ı sonuna kadar işgalde inat etmekle, gücünün üstünde görevler yüklenen birliklerden birçok vatan evladı çöllere gömüldü. Galiçya’daki zayiatımızda ve sonunda Filistin cephesi hezimetinde hep bu Turan idealinin açık etkileri görülür” sözleri bizzat Karabekir’e aittir. İtihatçıların ideologu Ziya Gökalp başta olmak üzere Turancı propaganda aygıtı, “Dedim, Turan Meleği / Türkün yüce dileği! / Yüz milyon Türk bu anda / Seni bekler Turanda / Haydi çabuk varalım / Karanlığı yaralım / Sönük ocak canlansın / Yoksul ülke şanlansın” gibi tekerlemelerle toplumu gayri meşru bir savaşa hazırlayacak, memleketin çocukları, “Düşmanın ülkesi viran olacak! / Türkiye büyüyüp Turan olacak!” koşullandırmalarıyla ölmeye ve öldürmeye yollayacaktı. Bütün bunların sorumluluğu İttihatçılarda mı yani? Almanya’nın bu süreçte rolü yok mu? Olmaz mı, kitapta ayrıntılarıyla gösterdiğim gibi Almanya, Abdülhamit’in Panislamcı ve İttihatçıların Pantürkçü şekillendirilmesinde belirleyici bir rol oynuyor. Çünkü bu yolla hem Osmanlıyı kendi nüfuz alanı kılıyor hem de yayılma savaşına askeri. Bizzat von Sanders’in belirttiği gibi “Almanya’nın Türkiye’den askeri alandaki istekleri haddinden fazlaydı. Türkiye sadece Boğazların savunmasıyla kalmayacak, çok uzak sınırları koruyacak, ayrıca Mısır’ı ele geçirecek, İran’a bağımsızlık kazandıracak, Doğu Kafkasya’da bağımsız devletler kuracak, mümkün olursa Afganistan üzerinden Hindistan’a yönelecek ve Avrupa harp sahnelerinde faal yardımda bulunacaktı.” Bu sınırsız ve yerine getirilmesi imkânsız görevler için aynı zamanda Osmanlı’ya hâkim işbirlikçiler gerekiyordu, çünkü yurtsever bir iktidarın böyle kullanılabilmesi imkânsızdı. Bu kitapta benim yapmaya çalıştığım, Almanya’nın rolünü belirginleştirirken, İttihatçıların sorumluluğunun bulanıklaştırılmasına izin vermemektir. ? Osmanlı’nın Son Savaşı/ Erdoğan Aydın/ Kırmızı Yayıncılık/ 600 s. B ‘Sarıkamış dramı’ ü (sağda) Savaşın türkülerimize yansıması nasıl da anlamlıdır: Anadolu’dan Yemen’e, savaşlara acımazca ölüme götürülenlerin türküleri suçlar ve hesaplaşır; çünkü savaş, halk için tam bir yıkımdır; öyle olduğu için de, türkülerimiz savaş karşıtıdır: “Askeri kırdıran Enver Paşa”! Ya “Havada bulut yok” diyen türkünün ürpertici çığlığı? Öte yandan, maceracı ve Alman işbirlikçisi bir tutumun sergilendiği bir dönemde, Ermeni sorununda Enver ve Tâlat’ı savunma öyle kolay değildir. Hem o dönem, “Türk halkının en ağır kırılma dönemlerinden biridir”. Yüz binin üzerinde insanımızın hiç yoktan ölüme gönderilmesinin öyküsü olan “Sarıkamış’ın dramı”na ne diyeceksiniz? 90 bini aşkın askeri bir gecede dondurmak bir cinayettir ama cani kim? O cani bellidir: Enver Paşa, Alman Genel kurmayı’na yaranmanın yanı sıra, Anadolu bahadırlarını bile bile ölüme göndermiştir. Ek olarak, hayallerini gerçekleştirmek gibi “millî” bir bahanesi de vardır: Zafer kazandığında, Turan’a giden yol açılacak ve Kafkasya’yı ele geçirecekti. “Türkiye büyüyüp Turan olacak”tı… Ne var ki, Enver Paşa’nın böyle bir zaferi olmayacak, ama yaşam bir “çifte mucize”ye yol açacaktır ki, şudur: Sarıkamış harekâtının bir etkisi de, Çanakkale Savaşı’nın başlama nedeni olmasıdır. Gerçekten, Almanlar nasıl Sarıkamış harekâtını, Rusya’nın bütün güçleriyle Almanya’ya yüklenmesini engellemek amacıyla düzenlemişlerse, Ruslar da, İngilizlerle Fransızları Osmanlı’ya saldırtarak Sarıkamış’a destek olmalarını önlemek istemişlerdir. Ancak, bu iki savaş, Osmanlı’nın 4 yıllık Birinci Dünya Savaşı’ndaki tüm kayıplarının yarısından çok insan kaybetmesine neden olsa da, Sarıkamış’ı ikinci plana atıp tüm moral dengeleri değiştirerek, Çanakkale’deki mucizeye yol açmıştır: Çanakkale Savaşı, her şeyden önce, yurdun bütününe yönelik bir meşru savunmanın ruhsal seferberliğidir. Bu seferberlik de ürününü verir ve İngilizlerle Fransızlar Çanakkale’de yenilip giderler. Ancak sonuç bundan ibaret değildir: Müttefiklerin yenilgileri Rusya’da Bolşeviklerin önünü açar; Bolşevik Devrimi’yle (1917) beraber, Ruslar Anadolu’dan çekilirler. Bolşevik Devrimi, böylece bizim için bir mucizedir: Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı bir iki yıl sonra verilecek Kurtuluş Savaşı’nda Türklerin biricik dostu Sovyet Birliği olacaktır.Böylece Çanakkale zaferini doğru okumalıyız. Gerçekten, Çanakkale Savaşı, dışından bakıldığında Birinci Dünya Savaşı’nın pek önemli “taktik” halkalarından biridir; kahramanlıklar tarihinin de unutulmayan örneklerindendir. Ancak, biraz daha yakından baktığımızda, emperyalist saldırganlara karşı meşru zeminde kazanılan bu zaferin, hem savaşın gidişatında, hem de dünyanın sonraki yazgısında önemli bir etkisi olmuştur. Böylece, Çanakkale Savaşı’nın, törenlerin ve kutlamalardan ötede, nedenleri, gelişimi, sonuçları bakımından bir “küresel bağlam”ı var. Bir bakıma, “küresel bir satranç” oynanmıştır. Tarihte bu tür bir oyunun anlamı ise, “diyalektik”tir. Tarih, diyalektiğin, yeni yasaları olan bir “bütün”ün içinde “ucu açık” gelişir. Çanakkale Savaşı’na böyle baktığımızda, onun nedenleri, gelişimi anlam kazanır ve ondan, günümüz ve yarınımız için doğru dersler çıkarabileceğiz. Erdoğan Aydın’ın meziyeti, konusuna işte böyle bir yöntemle eğilmesidir ve yeni ufuklar açmıştır. Eserin bir öğrettiği şudur: Birinci Dünya Savaşı, içine giren her ülkeye felaket getirmiştir. Biz, tarafsız kalarak, bu felaketlere uğramayacaktık; bulaştık ise, “Felaketlerimizin müsebbibi başımızdakiler”dir. İkinci olarak, Çanakkale’de zaferimiz, emperyalizmin yenilmez olmadığını ispatlamıştır. Aynı zafer, ucunda Sovyet Devrimi, giderek TürkSovyet dostluğu “hayali cihana değer”dir. Üçüncü olarak, Çanakkale Savaşı, Mustafa Kemal’in de yıldızının ilk parladığı bir yerdir. Onun, birkaç yıl sonra Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başına geçmesi rastlantı değildir. Özellikle süreçteki kritik rolü, öngörü sahibi olması, ilham veren ve kahraman liderliği belleklerde iz bırakır ve onu dev bir davada önderliğe çıkarır: 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında, “Anafartalar kahramanı” idi. Çanakkale Savaşı ile Mustafa Kemal birbirinin “mütemmim cüzü”dür. Öte yanda Enver Paşa, başta Sarıkamış felaketinin tek sorumlusudur; Çanakkale Savaşı’nda da bir marifeti görülmez. “Bu Almandan çok Almancı” kişi, Almanların en güvenilir adamıdır. Hiçbir yönden geleceğe bir vaadi yoktur. Erdoğan Aydın, kitaplığımızda benzersiz görünen eseriyle, “tarihi yeniden okuma”nın seçkin örneklerinden birini de ortaya koymuştur. Tarihi yeniden okurken, tarihten ders de çıkarıyor. Yazarın, altına bizim de onur duyarak imzamızı atacağımız, buyurunuz şu satılarını: “Çanakkale’den doğru ve bütünlüklü dersler çıkarmak zorunluluğu, 92 yılında bugün daha da büyük bir önem taşımaktadır. Çanakkale’nin doğru dersleri; onun özgüvenimizi geliştiren büyük bir örnek olması yanında, ülkesini ve yurttaşlarının canını korumayı esas alan bir güvenlik politikasına ve bununla örtüşen nesnel ve barışçıl bir tarih eğitimine olan gereksinimimizi belirginleştirecektir. Ülkeyi ve halkı sadece emperyalizmden değil, ayrı zamanda onlardan farksız olan maceracı ve işbirlikçi politikalardan da korumak gereğinin bilinci, günümüz ve gelecek açısından temel güvencemiz olacaktır. Bu dersler bizi, tarihi tekerrür etmeye neden olacak tekyanlı okumalardan kurtaracağı gibi, günümüz dünyasında olması gereken yeri almamızı da kolaylaştıracaktır.” Strasbourg, 21 Temmuz 2007 1161 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1161 17 MAYIS 2012 ? SAYFA 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle