Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ali Galip Yener’le ‘Şairin Sabrı’ üzerine ‘Şaire saygılı yaklaşımı gözetmeye çalıştım’ Ali Galip Yener, Şairin Sabrı adlı kitabındaki denemelerinde her biri bir kavram ya da mesele bağlamında olmak üzere Türk Şiirinin önemli, bir kısmı klasikleşmiş adlarının yapıtlarını, bazen bir şiirden, bazen bir kitaptan yola çıkarak çözümlüyor. Yener’le kitabını konuştuk... Ali Galip Yener ? Yaşar GÜNEŞ airin Sabrı, dördüncü deneme kitabınız. Bu kitapta şairlere ve şiir eleştirisine nasıl baktığınızı kısaca açıklar mısınız? Şiirde, insanın tinsel varlığını betimledikçe ve sorguladıkça beliren muhalefet odağı, iktidar ilişkileri kadar, insanlık hallerine karşı bir itirazı da içerir. Şiir eleştirisinde, şiiri politikanın dolaysız bir aracı haline indirgememek, esasen şiir türünün estetik özerklik imkânına ve şairin işine saygı duymak anlamına gelir. İşte şairler üzerine denemelerde, eleştirmenden önce şiir/ şair vardı diyerek yukarıda gerekçelerini betimlediğim şaire saygılı yaklaşımı gözetmeye çalıştım. Türkiye’de edebiyatın okunma pratiğinde problem olarak gördükleriniz nelerdir? “Vitrinde Yaşama[k]”nın Zafer Doruk, Beyaz Atlı Geceartık kural olduğunu biliyo‘de içimizden, sıradan insanler ruz. Bu çerçevede içi bence ların yer aldığı öyküleriyle büboşaltılmış bir uluslaşma süyüdüğü coğrafyayı, o coğrafrecinin kültürel boyutunun, yanın kültürünü, sözcüklerini medyatik hazcı özellikte beliryansıtıyor. ginleştiğini, tüketim müptelası kitlenin beğenisini belirleyen kapitalizmin yörüngesin? Tülay AKKOYUNLU de devam ettiğini de öngörebiliriz. Burjuvazi güçlendikçe, afer Doruk’un öyküleri Çukurokapitalist iktisadın hayatı beva’ya yaslanmış Toroslar gibidir. lirlemesi derinleştikçe edebiYazarın öykülerinden yansıyan yatın okunma pratiğinin de mekân, ananeler, birçok sözcük dönüşüm geçirmesi kaçınılo yöreye aittir. Yazarın coğrafyası öykümaz. Ancak Türkiye koşullanün de coğrafyası olur çoğu zaman. rında kültürel üretimtüketim Çünkü insan en iyi bildiği şeyi anlatsüreçlerinde burjuvalaşmanın makta daha yetkindir. yaygınlığının, resmi ideolojiZafer Doruk’un öykülerinde sinema nin en baştan her bakımdan bir “leitmotif” olarak yer alır. Öykülerinin çobelirlediği müfredatla eşzağunda 1970’li yıllara ait yazlık sinemalardan manlı gelişim göstermediğini söz edilir. O dönemin yazlık sinemalarına akdikkate almalıyız. Bir anlamşamları, ailece törensel bir hava içerisinde gida kapitalistleşme ivme ve de dilirdi. Televizyonun henüz insan beyinlerini rinlik kazansa bile, kültürel pasifleştirmediği bir dönemde insanlar izleüretim bağlamında resmi dikleri filmler sayesinde daha çok hayal kuraideolojinin yörüngesinden çıbiliyordu. Daha üst sınıf insanları tiyatroya gikılamadığı için edebi okunma derken orta kuşak yazlık sinemalara ailece, eşi pratiğinin Batı ülkelerindeki dostuyla giderek hem sanatsal ihtiyaçlarını gigibi ortak kabullerin somutderiyor hem de dostluk, komşuluk ilişkileri laştığı bir noktaya götürüledaha da güçleniyordu. Kitaptaki “Beyaz Atmediğini, toplumun her kesilı’nın Dönüşü”, “Binbirçeşit Harikalar Diyaminin rahatça, özgüvenle sarı”, “Yalandan”, “Udi”, “Balık Rakı ve Esma” hiplendiği kanonik yazarların isimli öykülerin bir yerlerinde mutlaka yazlık olmadığını iddia edebiliriz. veya kışlık sinemalardan söz edilir. “BinbirçeBurada artık kanon ifadesinin şit Harikalar Diyarı”nda yazar, sinemanın aşılması gerektiğini ulus ötesi, kendisi için büyülü bir âlem olduğunu öykü modernlik ötesi bir yerden kahramanı aracılığıyla dile getirilir. söyleyenleri anımsamak “Dolmuş”, kitaptaki en kısa fakat yüreğe en önemli, ancak bu başka bir çok dokunan öykü. Günümüzde “minimal öytartışma konusudur. kü” sıkça tartışılıp, ön plana çıkarılmaktadır. Bu koşullarda, mevcut Minimal öykü olacaksa eğer Doruk’un “Doledebiyat pratiğinin ne oldumuş” öyküsü gibi olmalı! Öyküyü öykü yapan ğunu işaret eden eleştiri ve bütün özellikleri içinde barındıran kısacık bir eleştirel deneme çabalarının öykü ama dopdolu! Öykü kişileri yerli yerinne gibi bir işlevi vardır? de, toplumsal bir iletisi var. Aramızda yaşa Hem çağın hem de Türkiyan, sıradan bir insanı, bu toplumda yaşayan ye’nin küreselleşmeye, kültür birçok insanın yaşadığı sıkıntısını dile getireemperyalizmine sistematik cek şekilde, kanlı canlı, ete kemiğe bürünmüş anlamda teslim olduğu koşul Ş larda, eleştirinin de eleştirel denemenin de işinin zor olduğu muhakkaktır. Bu noktada Adorno’nun deneme için söylediklerini anımsayalım. Denemenin her şeyi kapsamaya heveslendiğini, bütünlüğünü “gelişimini kendi içinden türetmiş bir biçimin birliği olarak bütünsel olmayan bir şeyin bütünlüğü” anlamında sağladığını, dikkatli davranmak koşuluyla teorinin akrabası olduğunu yazar. Denemeeleştiri arasında ince bir sınır vardır. Deneme elbette daha kuşatıcıdır. Adorno, denemenin en baştan bu yana tinsel yapıların içkin eleştirisi olarak hep mükemmel bir eleştiri biçimi olduğunu söylerken haklıdır. Ne var ki günümüz koşullarında deneme, eleştirinin –Türkiye’de de gittikçe artan akademik çalışmaları, kapsamlı teorik analizleri düşüne rek söylüyorum barındırdığı imkânlardan yoksundur artık. Metalaştırılmış ve içeriği boşaltılmış edebi üretim sürecinde, tinsel yapıların içkin eleştirisi hedefli bir deneme gayretine maalesef yer kalmamış gibidir. Eleştirmenin kendini metne kapatmasını ve sisteme ilişmemesini, başka bir ifade ile edebi metnin okunma bağlamını oluşturan iktidar ağını ve politik olanı dışta bırakma olgusunu, edebi eleştiri pratiği açısından nasıl değerlendirdiğinizi biraz açabilir misiniz? Edebi metinler Edward Said’e göre “egemen kültür tarafından çeşitli bileşenlerine belli insani bedeller ödenerek kurumlaştırılmış bir güçler sistemidir.” Said, bu tanıma dayanarak eleştirmenin, bir ölçüde, metinlerin metinselliği tarafından tahakküm altına alınan, yerinden edilen ya da susturulan sesleri dile getirmekten sorumlu olduğunu vurgular. Bu anlamda eleştiri, etnik merkezcilikle el ele giden ve bir kültüre mutlak otorite havasını veren tekmerkezciliğe karşı çıktığı sürece dünyevidir. Eleştirmenin sistemi eleştirmemesi, anılan otoriter tekmerkezciliğe ilişmemesi anlamına gelir ve özünde politik bir tercihtir. Bu tercih, edebi eleştiri pratiğinin üretildiği ortamdaki kurucu ideolojik öğeleri benimsemesi ve kendi alanında sistemi devam ettirmesi demektir. Oysa Fredric Jameson’ın hiç eskimeyecek gibi duran motto’sunu bu vesileyle anımsamalıyız: “Daima tarihselleştir!” Jameson, edebiyat eleştirisinde tarihsel boyutun, zihne bir tür şok geçirterek varlığımızın farklı bir gerçeklik düzlemine çevrilmesi ve aniden görüş alanımızı genişleten bir zihinsel perspektif değişimi imkânını barındırdığı için önemli olduğunu söyler. Edebi eleştiri tekniklerinin gerçek zemini tarihsel gerçekliktir ve ancak bu zeminde edebi pratik toplumsallaşıp değer taşıyabilir. Bu anlamda, eleştirmenin edebi metnin politik ve tarihsel okunma boyutunu yadsıması nafile bir gayrettir ve böyle bir eleştirel okuma, mevcut sistemle bütünleşeceği için zaten eleştirme kuvvetini baştan zayıflatmış demektir.? Şairin Sabrı/ Ali Galip Yener/ Mühür Kitaplığı/ 142 s. ? Zafer Doruk’tan öyküler Beyaz Atlı Geceler bir halde, içten duygularla dile getirmiş. İçinden öyküyü öykü yapan bütün öğelerin alındığı, salt bireysel iç sıkıntılarını anlatan, sözde dil işçiliği yapılıyor denilen öykülere karşı, Doruk’tan minimal bir öykü örneği. Gece geç bir saatte boş bir dolmuşa binen işsiz bir adam, dolmuşta tek başına olmaktan suçluluk duyarak şoför adına hayıflanıyor. Neyse ki yağmurda ıslanarak yolda kalmış insanlar da biniyor dolmuşa. Yolcular, bir öğrenci, bir emekli, bir malul, bir gazi diye bilet paralarını uzatırken, öykü kahramanının “bir kişilik işsiz” diyerek parayı vermesi okurun yüreğine bir kıymık gibi batıyor. “Buluşma Noktaları” isimli öyküde ise anlatıcı yazar, emekli olduktan sonra çay, kahve içtiği kahvehanelerde tanıdığı insanların ayağına kadar giderek gezici kütüphane gibi ödünç kitap dağıtır. Kitap okuyan insanların giderek azaldığı bir dönemde bir öykücünün bu durumu gidermeye katkısı olacak bir öykü yazması dikkat çekicidir. O mekânlarda tanıdığı adamın çocuğuna ödünç kitap verirken çocuğunun okuma hevesinden şevk alan baba da okumaya özenir ve kendisi için de ödünç kitap ister. Öykünün asıl vurucu yanı ve aydınlatma noktası, anlatıcının, yaşadığı şehirden ve uzun yıllar görev yaptığı kütüphanesinden ayrılıp, yabancısı olduğu bir şehre yerleştikten sonra kendini boşlukta hissetmesi, kendince bir kütüphane/ kütüphanecilik yaratıp bununla avunması; bunu, hayatında hiçbir şey değişmemiş gibi bir oyuna dönüştürmesi ve gerçeği sonunda kendine itiraf etmesi… İnsanı içten saran/ sarsan hüzünlü bir atmosferi vardır bu öykünün. Bu öykü içerisinde birçok kitabın ismi yer alıyor; Battal Gazi’nin, Zaloğlu’nun, Hz. Ali’nin cenk hikâyeleri, “Kerem ile Aslı”, “Yusuf ile Züleyha” vb. âşık hikâyeleri, “Murtaz”a, “Benim Üniversitelerim”, bir ka gibi d daha tüm z yor; G li, Gö biri h ne say olan A cak ol cenne Amirs muha köyle girişin anlatt Niğ bul’a dünya raftan nı, bıy ve on ile bir nesi il tutmu zis’in. nin di ta anl bugün masa Z “Vukuat Var”, “Hanımın Çiftliği” ve yazarın önceki öykü kitaplarından biri olan “Soyka.” Doruk’un öykülerinde Tommiks, Zagor, Teksas gibi çizgi romanlardan da söz edilir. Doruk’la aynı kuşaktan insanların çoğu bu kitaplarla okumaya başlamıştır. Okuma zevkini tadan çocuklar, gençler yavaş yavaş kitap okuma kültürünü elde ederdi. Aile içinde halk hikâyeleri, destanlar, masallar anlatılırdı. Zafer Doruk’un öykülerinde bir yazar olarak yararlandığı kaynaklara dikkat edildiğinde, günümüzdeki birçok yazarın aksine yalnız Batı edebiyatı değil, yaşadığı ülkenin edebiyatına da hâkim olduğu kolaylıkla görülebilir. İyi bir yazarın da önce kendi ülkesinin edebiyatını özümsemiş olması gerekir.? Beyaz Atlı Geceler/ Zafer Doruk/ Marjinal Kitap/ 110 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1153 SAYFA 26 ? 22 MART Zafer Doruk 2012 CUMH