Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Drago Jancar’dan öyküler Joyce’un Öğrencisi Romanları ve öyküleri yabancı dillere çevrilmiş, oyunları pek çok yabancı ülkede sahnelenmiş olan ünlü Slovenyalı yazar Drago Jancar’ın Joyce’un Öğrencisi adlı öykü kitabı Sina Baydur’un dikkatli çevirisiyle dilimize kazandırıldı. Ë Sevda ŞENER rago Jancar’ın, öğrenci olduğu yıllardan başlayarak yürekli bir politika eleştirmeni olduğunu, karşıt tavrını Tito rejimine karşı da, Slovenya bağımsızlığına kavuştuktan sonra iktidardaki sosyalist rejime karşı da sürdürmüş olduğunu öğreniyoruz. Okuduğumuz öyküler yazarın dikkatimizi iktidardaki güçlerin politika anlayışından çok bu anlayışa körü körüne bağlanan eğitimsiz insanların sürüleştirilmesine ve bu sürü psikolojisi içinde vahşileşmesine çekmiş. Hemen hemen bütün öykülerde, savaşların ya da iç çatışmaların neden olduğu insanlık dışı eylemlerin insanları nasıl insanlıklarından çıkardığını görüyoruz. Kitap, benzer uzunlukta on altı öyküden oluşmuş. Öykülerin ortak ana teması baskıcı rejimlerin, onların uzantısı olan baskıcı grupların uyguladığı şiddet olarak özetlenebilir. Yakın tarihte Orta Avrupa’da yaşanmış olanlar öykülerin ana temasını daha da inandırıcı, daha da vurucu kılan bir gerçeklik zemini oluşturmuş. Dikkatimiz, tarihi gerçeklere, öncelikle de Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasıyla İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Orta Avrupa’da birbirini izleyen iç ve dış savaşlara yöneliyor. Bu yöre insanlarının yıllarca nasıl bir çatışma ortamında yaşamak, nasıl bir şiddet sarmalına katlanmak zorunda kaldıklarını görüyoruz. Giderek dünya tarihinin her döneminde yaşanmış ve yaşanan çatışmaların bilgisi düşüyor okuduklarımızın üzerine. Savaşın, şiddetin ürküntüsünü evrensel bir gerçek olarak yaşatıyor. Bu gerçek, özellikle bugün içinde bulunduğumuz çatışma ortamında daha da vurucu bir etki yaratıyor insanın üzerinde. Öykülerde şiddet, çatışma ortamlarının sonucunda ortaya çıkan toplumsal bir gerçek olarak düşündürücü olmakla beraber, hatta ondan da daha fazla insanoğlunun içindeki şiddet uygulama eğilimine, bu eğilimin çekiciliğine, özellikle de “kötülüğün anlaşılmaz gizemi”ne çekiyor dikkati. Kitabın en ilginç öyküsü olan “Gözler Hakkında Bir Hikâye”de korkutucu, ürkütücü olanın estetik boyutu getirilmiş eleştirinin gündemine. İnsanın canını en çok acıtan “Aethiopice Tekrarlanıyor”adlı öyküde “Derin bir acının sesiz bir resmiydi bu, dayanılmaz bir güzellik değil. Sadece ve sadece acı” cümleleriyle betimlenen katliam sonrası sahne, “modern bir Pieta’nın kötü bir versiyonu” olarak betimleniyor. Augusburg adlı öyküde ise, tiyatro nasibini alıyor bu kanlı şiirsellik anlayışından: “Ljubljana’da bir tiyatro sahnesinde oyuncular bir tavuğu geleneksel usulle öldürdüler. Boğazını kestiler ve açık kumral saçlı bir aktör ayaklarından tuttu. Hayvan önce sarsıldı ve kısa süre çırpındı ve nihayet öldü, akın tükendiği için, son damlası beyaz bir tasa damladı. O zamanlar tiyatroda sadece seyirci olan genç yazarın midesi bulandı, bunu çok hassas tabiatına bağlayarak bir zafiyet olarak gördü. Sanata ve söze inanıyordu.” Drago Janar’ın bir deneme yazarının düşünsel boyutu ve uzak açısıyla dile getirmiş olduğu vahşet sahnelerinde, şiddetin kurbanlarına acındıran değil, durumun korkunçluğunu öne çıkaran düzenlemeler yaptığını görüyoruz. Yazar, anlatım ustalığını, görüntülerle, özellikle de seslerle okuyanı ürperten bir atmosfer yaratıyor. Bu atmosfer yaşanan korkuyu, duruma eleştirel bakışımızı yitirmeden paylaşmamızı sağlıyor. Örneğin, kitabın kilit öyküsü diyebileceğim “Joyce’un Öğrencisi” başlıklı öyküde bir toplu şiddet kurbanın ölüm öncesindeki karmaşık algısı şöyle anlatılmış: “Nehrin kıyısına henüz ulaşmadan bağırtılar, hırıltılar ve kaba kahkahalar uzaktan gelen kükremelere dönüştü. İşte bu kükremeler beyninde kara delik oluşturan o boşluğun sesiydi (…) Gerçekte bunlar Trieste sokaklarından denize inen Adriyatik fırtınasına benzeyen bağırış ve çığırışların yepyeni anlamsız gürültüsü değildi. O yaklaşan bir kükremeydi.” Drago Jancar’ın Joyce’un Öğrencisi adlı öykü kitabının içerdiği öyküler, ideolojik kutuplaşmaların, bağnaz inançların toplumları hasıl bir sürü psikolojisi içinde vahşileştirdiğinin farkına varılmasını sağlıyor. İnsanın içini acıtıyor ama edebiyat zevkinden yoksun da bırakmıyor. Ölümlerin yalnızca haber değeri taşımayğa başladığı, savaş sözünün gelişigüzel kullanıldığı günümüz ortamında bu kitabı okumak gerek. Akıl tutulmasından başka işe yaramayan tartışmaları izlemekten, duygusal açıklamaların durumun düşünsel boyutunu törpülediği konuşmaları dinlemekten çok daha fazla şey kazandırıyor insana.? Joyce’un Öğrencisi/ Drago Jancar/ Çeviren: Sina Baydur/ Dedalus Yayınları/ 144 s. 13 ARALIK 2012 ? SAYFA 19 D CUMHURİYET KİTAP SAYI 1191