Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Dilek Zaptçıoğlu ‘Yeterince Otantik Değilsiniz Padişahım’ Modernlik, dindarlık ve özgürlük üzerine yazılar Dilek Zaptçıoğlu’nun “Yeterince Otantik Değilsiniz Padişahım”Modernlik, Dindarlık ve Özgürlük adlı kitabı, alt başlığından da anlaşılabileceği gibi modernlik, modernliğin yol açtığı sorunlar üzerine yoğunlaşıyor. Japonya, İran vb. ülkelerin modernlik sürecinde karşılaştığı sorunları ele alırken Zaptçıoğlu, Türkiye ile karşılaştırmalar yaparak, farklı modernlik deneyimlerinin benzer ve farklı yönlerini de ortaya koyuyor. Ë Mustafa GÜNAY ilek Zaptçıoğlu’nun ele aldığı konu ya da sorunların birbirleriyle ilişkili olduğunu, bundan dolayı sınırların çizilmesinin zor olduğu söylenebilir. Kendisi bu bağlamda tutumunu şöyle ifade eder: “Anlaşıldığı kadarıyla liberalizm, sosyalizm, sınıfsallık, modenite, sekülerlik, dindarlık gibi konular birbirini dışlayarak değil tamamlayarak konuşulabildiğinde ortak bir yol bulacak ve dikkatimizi neyi değiştirmek ve neleri savunmak istediğimize çevirip, düşünce alanında güçlenmeye başlayacağız” (s. 308). DİNSELLİĞİN GÖRÜNTÜLERİ Otantik ve otantiklik kavramları entelektüel gündemde yer alan kavramlar arasındadır. Sultan Abdulaziz’in 1867 Paris Fuarına katılma süreci bağlamında otantiklik meselesini ele alan Zaptçıoğlu’na göre, “Avrupa’nın kendinden yaptığı alıntıdır, ‘otantik’ (s. 26). Avrupa’nın takındığı inatçı ve siyasi bir tavır olarak, yüz elli yıldır hâlâ otantiklik arayışının bitmediğini belirten Zaptçıoğlu, bu durumu şöyle açıklar: “çünkü bu arayış Avrupa için aynı zamanda ‘kendini tanımlama’nın, özellikle de üstün tanımlamanın önemli bir aracıdır. ‘Şark’ta dinselliğin yirmi birinci yüzyıldaki artan görüntüleri Batılı gözlemciler tarafından hâlâ bir tür ‘asla dönüş’ olarak nitelendirilir. Ezeli bir şark uygarlığının parçalarıdır onlar. ‘Batılı gibi yaşayanlar otantik değildir.’(s. 26) Zaptçıoğlu, “otantik kimlik” konusunda sürdürülen ısrarın, değişen gerçekliği “kurgusal bir kafese hapsetme çabası” olduğuna dikkati çeker. (s. 28) Batı’ya daha çok aklı, Doğu’ya ise duygu ve inancı uygun gören ayrımlaştırmanın, kültürler arasında değerlendirme yapılırken sıkça başvurulan bir ayrım olduğunu ve bunun da Batılı düşünür ve kuramcılar tarafından temelSAYFA 14 ? 13 ARALIK D lendirildiğini söyleyebiliriz. Söz konusu ayrım siyasal olarak işlevsellik taşımaktadır. Bu konuda Zaptçıoğlu şunları söyler: “ ‘Batılı’ iktidarlar günümüzde Batıdışı ülkelerde eleştirel düşüncede değil dini inançta temellenmiş iktidarlarla ortak çalışmayı tercih ediyor.” (s.53) Bu durumun pek çok örneğiyle sürekli karşılıyoruz. Dinselliğin görüntüleri elbette yalnızca Doğuda değil, Batıda da artış göstermektedir. Ama siyasal bir hareket olarak İslamcılığın doğuda ön plana çıktığı ve zaman içinde çeşitli dönüşümler geçirdiği saptanabilir. Bu noktada Zaptçıoğlu, “İslamcılık, Liberalizm ve Sol Üzerine Üç Okuma” başlıklı yazısında, 2009 yılında Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığı seçimi kazanmasından sonraki sürece odaklanmakla birlikte, Türkiye ve diğer bazı ülkelerle de karşılaştırarak ele alır ve İslamcı hareketin sınıfsal temellerini ortaya koymaya yönelir. Zaptçıoğlu, İran’da ortaya çıkan meşruiyet krizinin, Batı’da sıkça sorulan “Hem Müslüman hem demokrat olunabilir mi?” sorusuyla ve Türkiye’yle bağlantılı olarak hakiki bir meseleye işaret ettiğini belirtir.(s. 287) Söz konusu sorunun daha derinde “felsefi bir meşruiyet krizi”yle ilişkili olduğunu görmek gerektiğini vurgulayan Zaptçıoğlu, bu krizin Türkiye için de geçerli olduğunu ifade eder: “Türkiye’de sadece ‘demokratikleşme sancıları’ sloganına sığdırılamayacak felsefi bir kriz yaşıyoruz. Ufkumuzu yeterince ağır da olsa yakın tarihimizin sorunları ve kişileriyle sınırlamak, tartışmalarımızı daraltıyor. Bu kriz bugün İslam’ın kendisinin bile dünyada tartışılmasına yol açtığı için, eğer kendimizi dünyadan yalıtmayacak ve İslam dinini bütün dün2012 Dinin yaşayan ve sürekli değişen bir kültür olduğunu göz ardı etmenin yol açtığı sorunlar, Zaptçıoğlu’nun yazılarında ve elbette ülkemizin toplumsal sahnesinde sık sık kendini göstermektedir. yada yükselen İslamafobi’ye karşı savunacaksak bu konuda açıkça tartışmak, dinin geleceği açısından da hayati”(s. 288). “SOL BİR İLAHİYAT” İslamiyeti yaşama biçimlerinin tarih içinde değiştiğine dikkati çeken Zaptçıoğlu, İslam’ın sadece metinlerden ibaret olmadığını, bir “estetiğe” de sahip olduğunu ve söz konusu estetiğin ise ancak toplumsallık bağlamında kavranabileceğini ifade eder: “Dinin sadece ‘incelenecek bir nesne’ olmadığını, yaşayan ve sürekli yeniden üreyen bir kültür olduğunu söylemek mümkün” (s. 177) Dinin yaşayan ve sürekli değişen bir kültür olduğunu göz ardı etmenin yol açtığı sorunlar, Zaptçıoğlu’nun yazılarında ve elbette ülkemizin toplumsal sahnesinde sık sık kendini göstermektedir. Bu bağlamda dini, özelde İslamiyeti yaşayan ve değişen bir kültür olarak kavrayamamanın temelinde tarih bilinci eksikliğinin bulunduğu söylenebilir. Nâzım Hikmet’in o güzel ve anlamlı dizelerinde söylediği gibi “dört nala gelip Uzak Asya’dan/ Akdeniz’e bir kısrak başı gibi” uzanma sürecinde, toplumsal ve kültürel hayatımızın temel unsurlarından biri haline gelen ve bu süreçte değişimlerini ve biçimlenmelerini sür düren din olgusuna tarihsel bakmamaktan dolayı, kültürümüzde dinin yeri çoğunlukla problemli ve gerilimli olagelmiştir. Bu durumu anlama ve değerlendirme için felsefenin gerekliliği açıktır. Bu noktada ayrıca bizde “sol bir ilahiyat”ın yeterince varlık gösteremeyişinin de kültürümüzde muhafazakârlığın aşırı güçlenmesinin ve egemenlik kazanmasının önemli nedenlerinden biri olduğu söylenebilir. Zaptçıoğlu’nun “sol ilahiyat” üzerindeki yazısının oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Tanrı hep üst sınıfların, yukarıdakilerin istemleri ve beklentileri yönünde iş görmüştür tarihsel süreçlerde. Elbette Aşağıdakilere, yoksullara seslenen söylemi göz ardı edilemez. Ama yoksullukların ve adaletsizliklerin hep ötelenmesi, geleceğe ve bir ötedünyaya ertelenmesi, bu dünyadaki haksızlıkların ve zulümlerin meşrulaştırılmasında da rol oynamıştır. Tanrıya aşağıdakilerin penceresinden bakan iki düşünür, Dietrich Bonhoeffer ve Ali Şeriati’nin düşünceleri bağlamında “sol bir ilahiyatın izleri”ni ortaya koyan Zaptçıoğlu, dinin daima sınıfsal bir karakter taşıdığını vurgular. Sınıfsal karakterini göz ardı ederek dini ve dinin geçirdiği değişimi ve ortaya koyduğu kültürel biçimleri anlamak pek mümkün görünmemektedir. “Bu sınıfsallık ilahiyata kuvvetle yansıyor: Müminin politik duruşuna göre inancını pekâlâ sağ ve sol terimleriyle açıklanabilir bir tarzda yorumladığını görüyoruz.”(s. 310) Bunun, “kaynaklardan işine yarayanı alma”nın ötesinde bir şey olduğunu vurgulayan Zaptçıoğlu’na göre, burada, alışageldiğimiz laiklik tanımlarına uymayan bir açıklama vardır: “Kapitalizm, inancı bu dünya’dan alıp öte dünyaya taşıdığı oranda onu hayatımızdan uzaklaştırıyor; muhafazakârlaştırıp sağcılaştırıyor. Dini hayatın içinden çekip alan kapitalizm onu kof bir kabuğa çeviriyor. İnancın içindeki sol duruş, ‘zengin yerine yoksuldan yana olma’nın, ‘yoksullara acıma’nın çok ötesinde: İnanç, onu öte dünyadan alıp bu dünyaya çektiğimiz ölçüde yaşıyor ve hayata müdahale ederek toplumsallaşıyor, dönüştürücü, devrimci bir dinamik kazanabiliyor.”(s. 311) “Neden Türkiye’de düşünce, düşünme faaliyetinin kendisi bunca değer kaybetti?” diye soran Zaptçıoğlu, düşünme eyleminin araçsallaşıp değersizleşmesinden söz ederek, yaşadığımız dönemde hayata geçirilmeye çalışılan dinsel tanımlı toplum tahayyülüne ve siyasal alanın ironik olarak askeri müdahaleden arındıkça genişlemek yerine daralmasından kaynaklanan kayıplara ve sorunlara işaret eder. (s.39) Bu nedenle “geçmişi, tarihi, eski kültürü eleştirel düşüncemizin nesnesi”(s. 56) yapmanın zamanı gelmiş ve hatta geçmektedir diyebiliriz. Kitapta yer alan her yazının üzerinde ayrıca düşünmek ve değerlendirmek gerekir. Yazımı Zaptçıoğlu’nun, günümüzde önemi daha da belirginleşen cümlesiyle tamamlamam uygun olur: “Düşünceye saygı yoksa insana saygı da yoktur.”(s.59) ? “Yeterince Otantik Değilsiniz Padişahım”: Modernlik, Dindarlık ve Özgürlük/ Dilek Zaptçıoğlu/ İletişim Yayınları/ 382 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1191