Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K oplumlar da kişilerinkine benzer yaklaşımla kurban etme, kurban edilme yani kurbanlama/kurbanlanma olgusuyla iç içe yaşıyor. Bir bakıyorsunuz kurban edilen bir topluluk/toplum başka bir zaman diliminde kurban eden konumuna geçivermiş… Bu nedenle farklı tarihsel kesitlerde toplumların kimileyin kurban eden kimileyin de kurban edilen konumuyla sahneye çıktığını görmek olası. Bunu ele alarak işleyen, araştırma, inceleme, değerlendirme vb. yayımlanan kitap sayısının azımsanmayacak dağar oluşturduğu savlanabilir. Üstelik her gün yeni belgeler, bulgular eklenerek daha farklı vargılara ulaşıldığı da oluyor bu alanda. Öncekilerine eklemlenen bu tür yeni yayınlarla şiir, öykü, roman, oyun vb. yazınsal türlerde öylesine verim bolluğuyla karşılaşılıyor ki insan şaşırıyor, hangilerine yöneleceğini… Bu hafta iki farklı kitapla birlikte olacağız, Süryanilerin, Yahudilerin kurban edilişlerini anlatan… İlk kitap Mutay Öztemiz’in, doktora çalışması olarak başlayıp sürdürdüğü Süryaniler (Ayrıntı, 2012). İkincisi ise Prof. Dr. Çetin Yetkin’in kaleme aldığı Struma / Bir Dramın İçyüzü. (Gürer, genişletilmiş ikinci basım, 2008) SÜRYANİLER... Mutay Öztemiz, Süryanileri sayısal veriler, grafiklerle desteklerken birer sözlü tarih belgesi olarak kimi Süryanilerle yaptığı görüşmeleri de ekliyor kitaba. Gelin bir geçmiş taraması yaparak başlıklar halinde Süryanilerle ilgili kimi ipuçlarını sıralayalım ilkin: “İskender’in zamanından beri –belki daha erken, Süryanilerin adı Suriye bölgesindeki en önemli ulus için kullanılmaya başl(ıyor). Böylelikle… aslında siyasi/coğrafi olan terim, yerli Aramileri kapsayan etnik bir terim ol(uyor).” (Theodor Nöldeke’den, 8); “…Selçukluların Yukarı Mezopotamya’ya gelmesi, oradaki Süryani Ortodokslara baskıyı artır(ıyor).” “…1662 yılında Halep’te ilk Süryani Katolik Patrik kutsan(ıyor).” (19) “Yüzyıllardır kendilerini sadece Süryani olarak tanıyan bir halk, ulusçuluğun yükseldiği 19.yüzyılda kökenini aramaya başl(ıyor).” (9); “1878 Berlin Kongresinde Osmanlı Hıristiyanlarının durumları başlıca sorun olarak ele alın(ıyor).” (36); “1882 Süryanilerin millet olarak tanındığı bir dönem” artık. (38) “18.yüzyıla kadar ve 18.yüzyıl boyunca bölge halkları arasında, küçük boyutlu kavgalar dışında, göze batan büyük olaylara rastlanm(ıyor). Süryanice kılıç ya da kılıçtan geçirilme anlamına gelen Seyfo olayının temelinde ekonomik, toplumsal ve siyasal nedenler yat(ıyor).” (36); “Süryanilerin tabiriyle ‘Seyfo’, birkaç etkenin aynı anda bir araya gelmesiyle gelişen ve tamamen denetimden çıkan olaylar bütüSAYFA 20 ? 1 KASIM itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Toplumsal Kurbanlama... T nü…” (46); “19.yüzyılın sonuna kadar Tur Abidin’deki seksen köyde, Müslüman bulun(mazken) 20. yüzyılın başında bu görüntü açık biçimde değiş(iyor).” (37); “Özellikle 1894–1896 olayları toprak üzerindeki mülkiyet ilişkilerinin dengesini Müslümanlar lehine boz(uyor).” (45); “Bu çatışmalar sonucu ise, büyük bir Süryani kitlesi ya bölgeden sürül(üyor) ya da öldürül(üyor).” (46); “19.yüzyılda başlayan süreç, homojen Süryani köyü bırakmamaya devam e(diyor).” (47); “Yirminci yüzyılın başından beri devam eden Süryani göçü Güneydoğu’da Süryani nüfusunun önemli boyutta azalmasına neden ol(uyor).” (72); “ASALA gündemdeyken Ermeni, Kıbrıs gündemdeyken Rum sayılan ve baskıya uğrayan Süryaniler, yerlerinden, yurtlarından, önce İstanbul’a, sonra Avrupa’nın değişik ülkelerine göç e(diyor).” (73) Mutay Öztemiz’in, kimi Süryanilerle yaptığı görüşmelerden de örnek aktarayım istiyorum. Sözgelimi S.F. şunları söylüyor: “Biz var ya görmediğimiz için bir şey diyemeyiz. İhtiyarlar anlatıyor. Erkek çocuklar, duvara vuruyorlardı. Ufak olanlar anladın mı? Büyük oldu mu vuruluyor. Ufak kızları kendilerine götürüyorlardı anladın mı? Çoğu toplanmış sonra ama çoğu da evlenmiş. Baba geliyor kızını görmeye bakıyor çoluk çocuk kız evlenmiş ne yapsın. Bu Bosna’da görüyorsun hep Müslümanlara böyle böyle zulüm yapıyorlar diyorlar. Ben demiyorum ama iyi oldu Müslümanlar da Hıristiyanlara yaptı ya. Yeter artık bu zalimlik daha bunun kötüsünü bize yaptınız. Ben görmedim diyemem ki. Bizim sülalemiz çok çok büyük olacaktı ama olmadı. Her evin içinde 34 erkek çocuk götürdüğünü söylüyorlar. Ama biz görmedik.” (178) Görüşmeler arasında, tamı tamına “kurban etme” bağlamında alınabilecek bir anlatı var ki, dramatik dolantısıyla bir Murathan Mungan oyununa konu olabilecek gerilimle yüklü. B.K.’nin U.A. ile yaptığı görüşme şöyle: “Müslümanlar ne zaman bozdu bizin kilisenizi?/ Altı yaşındayken hâlâ kalıntıları vardı. Ama on yaşındayken yerle bir olmuş./ Niye yaptılar bunu?/ Kiliseyi görmek istemiyoruz diyip bozdular./ Kimseye şikâyet etmediniz mi?/ Papaz şikâyet etti. O zaman iki Süryani evi tetkik için komutan geldi, sordu bunu Müslümanlar mı yaptı. Biz korkudan hayır dedik. Dayım askere gittiği gibi Müslümanlar geldi dayımın eşini aldı Müslüman yaptı./ Dayın askerden gelince ne yaptı?/ Hiçbir şey yapamadı korkudan. Biz de korkudan köyden kaçacaktık. Köyün Müslümanları bizim kalmamızı istedi. (…)/ Peki dayının karısına ne oldu?/ Kadın gidiyor. Dayı ikinci eşişinde şunu eklemeyi unutmuyor: “’Struma’ olayının bütün boyutları ile kavranabilmesi için bu geminin ve yolcularının yazgısı üzerinde söz sahibi olmuş devletlerin, bu dönemde Yahudiler’e karşı nasıl bir tutum içinde bulunduklarının bilinmesi bir önkoşuldur.” “Struma’nın batırılmasında Almanya’nın doğrudan bir rolü de bulunmamaktaydı. Geminin ve yolcularının yazgısı, önce İngiltere’nin, sonra Romanya’nın elindeydi. (…) Türkiye, bu Yahudiler’i esenliğe kavuşturmak için elinden gelen bütün çabayı göstermiştir.” (13) İngiltere’nin, Filistin’de Araplarla ilişkilerinde kendi çıkarları açısından uyguladığı Yahudi karşıtı baskı, yıldırı, kıyım örneklerini veren yazar şu notu düşüyor bu arada: “İkinci dünya Savaşı boyunca 6 milyona yakın Yahudi’nin Almanlar tarafından öldürüldüğü anımsanırsa, İngiltere’nin de Yahudiler’e nasıl ölümcül bir darbe indirmiş olduğu kendiliğinden anlaşılır.” (20) Kaldı ki, “İngiltere her ne pahasına olursa olsun, Struma’daki Yahudiler’in Filistin’e gelmelerini engellemeye kesin kararlı(dır).” (25) Ancak “Struma olayı Türk karasularında ve karasularının hemen bitiminde yaşandığı ve ayrıca Türk yetkililer olayla doğrudan ilgilendikleri için, Türkiye’nin Yahudiler’e bakış açısını saptamak büyük önem taşı(yor).” (29) Çetin Yetkin Struma’da şunları da söylüyor ayrıca: “Yahudiler, tarihleri boyunca Hıristiyan ülkelerinde zulme uğramışlardır. Almanya’da Naziler’in iktidara gelmesiyle birlikte, tarihte eşi görülmemiş bir soykırımın kurbanı olmuşlardır. İsrail Devleti’ni kurabilmek için de önce İngilizler’e karşı kanlı bir savaşım vermişlerdir. Ancak devletlerini kurduktan sonra, giderek kendilerine yapılanları unutmuşlar ya da anımsamak istememişler ve ‘Filistin halkına zulüm’ yapmaya başlamışlardır. Bundan birkaç yıl önce İsrail Adalet Bakanı’nın İsrail askerlerinin bir Filistinlinin evini yıkmaları karşısında, bu barbarlığın Naziler’in kendi büyükannesinin evini yıkmalarını anımsattığını söylemesi, Yahudiler arasında kendilerine yapılanları unutmayanlar olduğunun örneğidir. Zaman zaman Filistin’e karşı gerçekleştirilen baskılara karşı çıkan Yahudiler olduğunu televizyonlarda görürüz, gazetelerde okuruz. Bugün zalim rolünü oynayanlar, Yahudilerin kurduğu İsrail Devleti’dir. Ve bu rolü dünkü cellatlarıyla paylaşmaktadırlar. Bu kitap, belki birkaç Yahudi’ye de ‘mazlum’ olmanın ne demek olduğunu anımsatır.” KURBANLARIN YAZINA YANSIYIŞI... Hiç kuşku yok ki bütün bunlar dünya halklarının sanatlarında, bu arada yazınlarında da yankı buluyor. Kurban edenlerle kurban edilenlere özgülenen öyküler, romanlar, oyunlar dünya halkları kadar, kendi toplumumuzun da belleğini sarsıyor… Öte yandan azımsanmayacak sayıda sanatçıyla yazarın doğrudan yaşamöykülerinden yansıyan bu doğrultudaki kurban etme, kurban edilme olgusu yolumuza ışık düşürüyor. Haftaya yaşamöyküleriyle bu yönde birer roman karakteri olarak okunabilecek kurban edilmiş yazarlarla birlikte olacağız… ? ni getiriyor. Altı çocuğu oluyor ve dayı öldürülüyor./ Kim öldürüyor?/ Köyün Müslümanları./ Bu kez ne oldu. Hem karısını alıyorlar hem adamı öldürüyorlar/ Daha önceki eşini kaçıran adam hacca gidecekmiş ve hacca gidemiyormuş dayım sağ diye. Sonra geliyor dayımı öldürüyor hacca gidiyor./ (…) Korkudan mı hacca gidemiyormuş Gelip eşimi alır diye./ Hayır, koca sağ diye haccı kabul edilmeyecekmiş./ Öldürdü, haccı kabul edildi mi?/ N.A.:Müslümanlar, yani imamları, ona ya karını boşayacaksın ya da kocasını öldüreceksin demişler.” (192) YAHUDİLER... İnsanın insana, toplumların toplumlara reva gördüğü kurbanlama sona ermiyor bir türlü. Çetin Yetkin, Struma adlı yapıtında örnekliyor bunu. Bu kez kurban edilen Romen Yahudileridir. Yetkin, olayı şu satırlarla aktarıyor: “Romanya’daki baskı ve kıyımdan kurtulmak ve Filistin’e gitmek isteyen Romen Yahudileri’nden 769 kişilik bir grup , Struma adlı bir gemi ile 12 Aralık 1941 günü Köstence Limanı’ndan yola çıkarak 15 Aralık 1941’de İstanbul’a ulaştılar. Ancak, Struma, İngiltere’nin engellemesi ve Türk Hükümeti üzerindeki baskısı nedeniyle İstanbul Boğazı’ndan geçerek Filistin’e doğru yoluna devam etme olanağı bulamadı. Struma, İstanbul Limanı’nda içindeki yolcuları ile birlikte 70 gün bekletildi. Bu arada yalnızca 5 yolcu gemiden ayrılabildi. Sonunda, Struma Karadeniz’e geri gönderildi ve 25 Şubat 1942 günü sabahı İstanbul Yön Burnu’nun 4–5 mil açığında bir patlama sonucunda battı. Gemiden yalnızca bir kişi kurtulabildi.” (12) Yetkin, kitabın daha giri 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1185