15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mustafa Ergin Kılıç’ın şiirleri Mustafa Ergin Kılıç Sardünya bölümündeki “en ağır işçi” ve “kanlı portakal” adlı şiirlerin ise ikilikler halinde kurulduğunu belirtelim. Kılıç’ın, şiirlerindeki dizeler (dize sayısı olarak az olmasa da) kısa oluşlarıyla da dikkatlerden kaçmıyor. Yani şair, şiirini dizelerdeki sözcükleri azaltarak kurmayı deniyor ve anlamsal katmanlar oluşturmanın da izini sürüyor. Sardünya’da okurun karşısına doğanın insandaki yansımalarından olan birçok öge çıkıyor. Ayrık otu, küstüm çiçeği, asma, karabiber, menekşe, mandalina, elma, at kestanesi, servi, kayın, ayçiçeğiay çekirdeği, hanımeli, dut, nar, üzüm, ayşe kadın fasulyesi, sarmaşık, karanfil, leylak, gül, dereotu, ısırgan otu ve erik ağacı gibi canlılığını topraktan alan bitkiçiçek ve ağaçlarla; çivi, duvar, çekiç, ev, çekmece ve zarf gibi nesneler Kılıç’ın şiirlerinde (iç evreninde) yansımasını buluyor. Sardünya’daki birçok şiirin anlamsal ve biçimsel bağdaştırmalarla birbirine akraba olduklarını da söyleyebiliriz. Kitabın ilk şiiri olan “yerli yerine”deki “renklerini soyardı yaşam/ siyah beyaz baktıkça fotoğrafın” (s.9) dizeleri “korkma sev beni” adlı bir başka şiirde “siyah Daha önce Lâlfabe, Beş Duyum, Desibel, Gam Kuşağı ve Yer Yara Kabuğu adlı kitaplarından tanıdığımız Mustafa Ergin Kılıç’ın Sardünya adlı altıncı şiir kitabı şiirseverlerle buluştu. ? Soner DEMİRBAŞ ki bölümden oluşan 54 sayfalık kitapta toplam 36 şiiri bulunuyor Mustafa Ergin Kılıç’ın. Her iki bölümün şiirlerinin toplamında 768 dizesi bulunan Kılıç’ın ortalama 21 dizeli şiirler kurduğu dikkatlerden kaçmıyor. Sardünya’nın “tek çekimi yapılamayan fiil mutluluk” adını taşıyan ilk bölümünde “toplu şiir” ve “hangi aşka gitsem yalnızım” adlı şiirleriyle; “kendisiyle arası bozuk adamlar” adını taşıyan ikinci İ beyaz fotoğraftan çıkardım/ bu renkli hayatı” (s.15) biçiminde karşımıza çıkıyor. Bazen bir şiiri çoğaltmak için sözcükleri azaltır şair; bazen çok şey anlatmak için çok az konuşur. Bazen de genişlemek, rahatlamak için gökyüzüne açılmak yerine avluya, eve kapanır. “sessizliğin çökerdi/ bir ıslıkla toplardım/ tüm güvercinleri/ avluya” (s.9) dizeleri de bu söylediklerimizi doğrular nitelikte. Kılıç, şiirini örerken kendini de ördüğünün farkındadır aynı zamanda. Bu örgü onu okurlarıyla da buluşturur ve yeni örgülere zemin hazırlar: “deniz kızlarının saçlarını çöze çöze/ ördüm ben kendimi” (s.12) ve “çorap söküğü gibi gelen aşkı ör” (s.14). Dolayısıyla sevileceksevilesi bir yaşam da örülecektir. Kendini sorgulamayan birinin, yaşamı sorgulaması da beklenemez elbette. Bu sorgulama biçiminin en etkin olanlarından biri de şiirdir kuşkusuz. Burada şiirin açamayacağı kapı, gidemeyeceği yer, ulaşamayacağı doruk vb şey de yok denebilir. Öyle ki Kılıç’ın “suları sorguya çekeriz/ neden bize doğru hiç akmamışlar” (s.16) dizelerinde olduğu gibi hem birey seliçsel hem de toplumsal çağrışımlara kapı aralanabilir. Şiirin verili olan dili ve anlamları da tersine çevirebildiği düşünüldüğünde bir şairin sözcüklerle yapamayacağı şey yoktur. Böylelikle bir şiir “bir kıyı kasabasının/ bir kayığa bağlanması buydu işte” ( (s.21) diyebildiği gibi; “balıkçı ağdan denizi ayıklıyordu” (s.26) da diyebilir. Kılıç’ın şiirlerinde normal bir akış sürerken özellikle şiirlerinin kapanış cümlelerinde okuru tekrar uyarır bir özellik karşımıza çıkıyor. Yani şair iyi bir finalle sonlandırmaya çalışırken şiirini sonsuzluğun da ucundan tutuveriyor. Bazı şiirlerindeki “uykuya dalarken okuduğum kitap/ gibisin göğsüne düşen” (s.25), “elma mı çekirdeği/ çekirdek mi elmayı büyütüyor!” (s.27), “ben allah’ın konuştuğunu sende duydum/ budur dünyanın özeti” (s.31), ve“sonsuza açıyor sesini avuntu/ denizin durgunluğunu dip ediyor uğultusuna kuyu” (s.33) gibi şiir sonları bu söylediklerimize örnek olarak okunabilir. Mustafa Ergin Kılıç, “bak halklara!/ birlik ve beraberliklerin hepsinin sonu ölüm” (s.33) dese de “unutma birbirine muhtaç her şey” (s.34) diyerek yaşam karşısında diyalektik bir tutum sergilemeye çalışıyor. O nedenle de “yeni tanımlar bulmalı insana!” (s.44). Böylesi bir bakış açısıyla da okunabilir “Sardünya”. ? Sardünya/ Mustafa Ergin Kılıç/ Yasakmeyve Yayınları/ 54 s. Özdemir, kurmaca kişiler dünyasında Don Kişot’un serüvenini çağrıştıran düşleri, tutkuları yüzünden yaşamları kararmış başka kişiler de var mıdır sorusuna yanıt verir: Çalacağım ikinci kapı Emma Bovary’ninki muş olurdu. Morarolacak. ? Abdullah TEKİN min Özdemir’in “Kurmaca Kişiler Kenti”ni oluşturan, zenginleştiren ve bu kentin kahramanlarını ev ev sokak sokak dolaşıp arayan bulan kişi kitabın iskeletinin oluşmasında etken olan Mario Vargas Llosa olmalıdır. “İnsan mutsuz olmamak ve bütünleşmek için edebiyata sığınır. La Mancha kırlarında kemik torbası Rosinante ve Şaşkın Şövalye’yle at sürmek, Kaptan Ahab’la bir balinanın sırtında denize açılmak, Emma Bovary ile arsenik içmek, Gregor Samsa’yla böceğe dönüşmek.” (s. 27) Emin Özdemir’in edebiyata sığınması ve onunla bütünleşmek istemesi boşuna değildir. Çocukluğunun anımsanacak yönleri vardır. Okumanın insanı değiştiren özgürleştirici gücüne inanmış 17 yaşında bir köy öğretmeni köylülerin derdini dert edinir. İçsesini dinleyen öğretmen, bu sesin ona hüzün verecek bir içerik taşıdığını saptar: “Kış mevsimini hiç sevmezdin. Kimi geceler kurtlar inerdi köye. Sabahları erkenden kalkar, zar zor yakardın sobayı. Sonra okulun kapısına yığılan karları kürürdün. Ardından öğrenciler gelirdi birer ikişer. Çoğunun kaşları kirpikleri kırağı tutSAYFA 18 ? 1 KASIM Emin Özdemir’den yine bir okuma şöleni Kurmaca Kişiler Kenti nu yansıtmasıdır. Benim deliliğim özünde salt okuduğum kitaplara inanmam onları yaşama uygulamaya kalkmam yetmez. Bunun yanı sıra sevgi ve adaletin gereklerini toplumda yerine getirme isteğim de vardır. Romanımı okurken sen de görmüş dahası etkilenmişsin, yardımına koştuğum yoksullar, haksızlığa uğrayıp ezilenler kandırılıp aldatılmışlar yaptığım iyiliklerin karşılığını beni taşla sopayla döverek ödemeye kalktılar. Şunu gördüm şunu anladım ki ezilen, sömürülen kandırılan sıradan insanlarla onlara bunları yapanlar arasında bir fark yok; onlar kadar sevgisiz, onlar kadar acımasız olabiliyorlar. Sevgiyi acımayı yitirdikleri anlarda da insanlıktan çıkıyorlar. Keşke her insanın Don Kişot örneği ironik bir törenle şövalye olması mümkün olsa. O zaman herkes kötülükle mücadele ederdi. O zaman herkes ahlaksız aşıklardan değil platonik aşıklardan biri olurdu ve o zaman amaçlar erdemli hedeflere yöneltilirdi. Özdemir kurmaca kişiler dünyasında Don Kişot’un serüvenini çağrıştıran düşleri tutkuları yüzünden yaşamları kararmış başka kişiler de var mıdır sorusuna yanıt verir: Çalacağım ikinci kapı Emma Bovary’ninki olacak. ? Kurmaca Kişiler Kenti/ Emin Özdemir/ Bilgi Yayınevi/ 2012/ 277 s. E mış ellerini koltuk altlarına sokar tepinerek ısınmaya çalışırlardı. Yoksulluğun kokusu doldururdu sınıfı. Bu kokuyu çok iyi tanırdın, çocukluk günlerine götürürdü seni. Öğrencilerin kavruk yüzlerinde çatlak ellerinde kendi çocukluğunun gölgesini bulurdun. İşte o zaman öfkelenir, bunların yazgısını değiştirmek için daha bir sevgiyle sarılırdın işine.” (s. 20) Günler geçer. Mayıs’ın ortalarında bir ağlama sesi duyulur. Ağlayan 4’üncü sınıf öğrencilerinden Seher’dir ve babasının kendisini bir katil olan Kel Rüstem’e vereceğini söyler. Yıllarca hapishanelerde kalmış olan Kel Rüstem’in kendisinden hayli büyük olduğunu, onunla evlenmek istemediğini ağlayarak anlatır. Sığınacağı tek liman olan öğretmeni çok uğraşır ama sonuç alamaz. Çaldığı her kapı yüzüne kapanır. Seher adlı bu duygulu ve onurlu kız Kel Rüstem’e gideceği günden bir gün önce evlerinin samanlığında kendini asar. Olayın etkisinden kurtulamayan Özdemir içsesini dinler ve “yaşlılık günlerinin sığlığından yalnızlığından kurmaca Emin Özdemir (Fotoğraf: Necati Savaş) bir dünyaya sığınarak” kurtulabileceği kanısına varır. Dahası “düşleminde” bir utopia kenti yaratarak, orada yaşayan roman kahramanlarıyla tanıştırıyor, onların sevinçlerinin tutkularının mutluluklarının düş kırıklıklarının dehlizlerinde dolaştırıyor. Özdemir’in tasarladığı kent kurmaca kişilerin hepsine açık değildir. Belleklerde yüreklerde iz bırakmış kişiler içindir. Örneğin Don Kişot’u gerçek bir varlık olarak göremeyiz ama “belleğimizde onun kadar yer etmiş, iz bırakmış bir başka gerçek kahramanın var olduğunu söyleyemeyiz”. (s. 33) Dikkat çeken bir başka nokta da Özdemir’in Don Kişot’u deli, aptal, kaçık olarak değerlendirmenin haksız olduğu 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1185
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle