Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
veya roısal kitabı mak üzde tları dunu ş oldueri neoloji r su. Ayrısim, nda da döneel bir dili, erinde diğibağ lında ndiriratta bir eneme. içteni satan derin ece kikadarıpaylaşpla an k’un mberın İtiması, ok zarek. yazınsürenak Bu da yazıOnlar en zirü soeleştiakın mdiden ğlamkusanat çin elpaze bağlantısı Don Kişot’tur, onun ölümüyle bu bağ kopacak, Sancho yeniden gerçekliğe ve sıradanlığa düşecektir” (s. 41). Yazınsal deha Shakespeare için: “Bu eserleri başyapıt yapan öğe kesinlikle konu değildir. Romeo ve Juliet’in konusu pembe dizi romanlarda karşınıza çıktığında hiç etkileyici olmaz. Konuya yaklaşım, götürdüğü derinlikle etki kazanır. Öte yandan bir başyapıtta sadece konuyu takip eden dikkatsiz okur edebiyattan alması gereken zevke ulaşamaz” (s. 26). Ve Camus: “Duyarsızlık iki anlamda ele alınır Yabancı’da. Birincisi, doğanın insana karşı duyarsızlığıdır. Ne denli acı olsa da ölümle yüz yüzedir insan; besleyeceği hiçbir duygu doğayı değiştirmeye yetmez. Buna bağlı olarak da duyarsız doğaya karşı, duyarsızlaşan bir insan modeli çıkar. Ölüme, aşka, geleceğe karşı ancak duyarsız olarak hayatta kalabilir” (s. 101). Bazen de düşüncelerini, irdelediği yazarla atışırcasına şiirli bir dile dönüştürüyor. Yaşar Kemal’in özgün üslubu için ifade ettiği gibi: “Anlatı neredeyse kendi başını döndürür, kendisini baştan çıkarır” (s. 16). Okur, bazı bölümlerde ünlü yapıtların ana izleğinin tek cümlede kendine özetlendiğini görüp, hazıra konuyor: “Sıradışının dışlanabilmesi için mutlaka azınlıkta olması gerekir, kendisi çoğunluk haline geldiğinde artık sıradışı değildir” (s. 21, Saramago/ Körlük). Asuman Kafaoğlu, yazmaya meraklı olan okurları da göz ardı etmiyor, verdiği minik ipuçlarıyla onların da metinden keyif almalarını sağlıyor: “Marquez bu retorik tekniğini kullanır; okura sadece kahramanının ellerini ya da sigara sarışını anlatır ve gerisini okurun hayal gücüne bırakır” (s. 29). Bazı bölümlerde incelediği yazarla okurun arasından çekiliyor, sözü ona bırakıyor: “Labirentin düğüm olduğunu düşünmek bizim en değerli görevimizdir. Düğümü asla çözemeyiz. Onu sadece inanç, düş ya da felsefe sayesinde, bazen de basit mutluluk duygusu ile anlayıp gevşetebiliriz” (Borges/ s. 58). Anlatım formlarını irdelerken ilginç metaforlar kuruyor: “Yazar ile okur hastaterapist rollerine girmişler, yazar divana uzanmış, okur tarafından çözülmeyi bekliyordur” (Bilinçakışı/ s. 69). ROMAN ÇOK İYİYSE, BİTTİĞİNDE HÂLÂ OLTADAYIMDIR… ? “Sancho’nun hayal dünyası ile İK MALAR hatta ndaki KafaoyuYapı” yle bir ışlarını buluiz. Bu duyklama de Kırmımızıeta üzüne r Tat’a ? 1145 İyi ve kötü roman arasındaki kıstası akademik birikimini bir tarafa bırakıp kendince en naif bir dille ifade ediyor: “Sonra bir anda (iyi bir romanlarda ancak) kendimi yazarın oltasına takılmış bulurum ve roman çok iyiyse, bittiğinde hâlâ oltadayımdır. Aksi halde, bir yerlerde oltadan kurtulmuş, zihnim dağılmış, nerede olduğumu unutmuş, dolanmaya başlamışımdır” (s. 71). Onca işin arasında bir de basit mutluluk formülleri veriyor okura: “Yani sorun başka bir yer ve uzam diliminde kendiliğinden yok oluyorsa, zaten önemsiz olduğunu düşünürüm” (s. 103). Günümüzde kitaplar ve yayıncılar erotik içerik iddiasıyla yargılanırken yazarımız bu konuda da düşüncelerini ifade ediyor: “Cinayet romanı okuru ne kadar cinayet işlemeye cesaretlendirirse, erotik romanlar da o denli cin selliğe teşvik eder” (s. 112). Sanat tarihi ve sanat felsefesi, kitabın tümüne serpilmiş olarak zaman zaman önemli tespitlerle su yüzüne çıkıyor: “Rönesans felsefesi erdem ile yazgının karşıtlığı üzerine kurulmuştur” (s. 125). (…)“İlk başta Platon ve Aristoteles gibi ilkçağ filozoflarını, ortaçağ boyunca Hristiyanlığa hizmet etmek üzere kullanmak yerine, yeniden okuyup anlamakla başlayan bir süreçtir ortaçağdan çıkış” (s. 164) (…) “ Varoluşçuluğun felsefeye getirdiği en önemli düşüncelerden biri, kişinin kendi değer yargılarını oluşturmasıdır” (s. 203). Edebiyat tarihine not düşülmüş kült örneklerle okurun dikkatini metnin üstünde tutmayı kolayca başarıyor. Kurmacanın gerçekliği ile gerçeğin kurmacasını karıştıranlar için: “Dedikodu meraklısı küçük burjuva çevresi sık sık Flaubert’i Madam Bovary’nin gerçekte kim olduğu merakıyla sorguladı, Flaubert de bu soruya, “Madam Bovary benim, diye yanıt verdi” (s. 189). Bir diğer örnek de Baudelaire’den: “İkiyüzlü okur, benzerimkardeşim, sen! (…) Burada bahsedilen ‘ikiyüzlü,’ hem okur hem de şairin kendisidir. Okur duygularını bastırarak yaşadığı için şair, benzer duyguları paylaştığı için” (s. 181). Absürd edebiyatı irdelediği Beckett bölümü en keyifle okunan bölümlerden biri (s. 196200). Yazar, büyülü gerçekçiliği akım olarak görmüyor, ona göre bir edebiyat tarzıdır: “Anlam olarak büyülü gerçekçilik, gerçek bir anlatımın içine yerleştirilmiş olağanüstü hatta olanaksız olayları bir metafor haline sokarak inandırıcı kılar (s. 214). (…) Fanteziler yaşanan olayları hafifletmek yerine, neredeyse ağırlaştırır (s. 215). (…) Büyülü gerçekçilik tarzını sürrealizmden çok kesin çizgilerle ayırmak gerekir. Birincisi öykünün gerçekliğe katkıda bulunacak imgeler ve duygular taşır, oysa sürrealizm, anlatılan öyküye inanılmasını beklemez okurdan” (s. 217). Asuman Kafaoğlu, postmodernizmi mimari üstünden anlatıyor. Çinli mimar Pei’nin Louvre Müzesi’nin avlusuna Mısır’dan esinlenerek cam ve metalden bir piramit kondurmasını örnekleyerek: “Postmodern durum bir bilgi patlaması sonucu meydana çıktı. Disiplinlerarası iletişim ve kültürler arası yaklaşımın bunda büyük bir rolü olmuştur. (…) Sanki tüm dünya kültürleri her insanın geçmişine aitti” (s. 221). Sonuç olarak Yazın Sanatı, hem okur hem yazar olarak hemen herkesin kendince bir anlam ve bilgi bulacağı, keyif alacağı bir yapıt. Başta da belirttiğim gibi kapağını açanlara güzel bir yolculuk vaat ediyor. Derler ya, aslolan yolculuktur. Hayır! Yolculuk tamam da Yazın Sanatı’nı okuduktan sonra vardığınız yer de önemli, artık aynı yerde olmayacaksınız. Zaten kitapların işlevi bu değil mi? Artık aynı yerde değilseniz, her şey eskisinden biraz da olsa farklıysa, iyi bir kitap okumuşunuz demektir. Veya Asuman Kafaoğlu’nun deyişiyle hâlâ oltadayızdır. Yazın Sanatı asla pişman olmayacağınız bir yolculuk. İyi seyirler, ufkunuz her daim açık olsun. ? Yazın Sanatı / Asuman KafaoğluBüke/ Can Yayınları/ 229 s. 26 OCAK 2012 ? SAYFA 19 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1145